Diyarbakır belediye başkanı ve eş başkanının gözaltına alınmasını Kürt vatandaşların nasıl görecekleri bellidir. Bunu “yönetme yasağı”na doğru yeni bir adım olarak görürlerse haksız olmazlar.15 Temmuz ertesinde Güneydoğu’da çok sayıda belediye başkanı görevinden alındı, yerlerine kayyum atandı. Bu yanlışı düzeltmek yerine gözaltılarla devam edilmesinin sonucu sadece bölgedeki gerilimin artmasıdır.Kürtleri temsil eden siyasi parti oylarını 7 milyona kadar yükseltmiştir ve Kürt vatandaşların çoğunluk oldukları bütün şehirlerde yönetime onların adayları seçilmektedir.Ankara’nın barış politikasını terk edip askeri çözüm hattına geçmesinden bu yana geçen 16 ayın sonunda durumun değiştiğini düşünmek ancak kendini kandırmak olur.Kürt vatandaşların PKK’dan uzaklaşmalarını sağlamanın tek yolunun kendilerini bu ülkenin eşit vatandaşları olarak görmelerini sağlamak olduğunu bütün toplum olarak öğrenmiştik, ama vazgeçtik. Vazgeçerken de en çıkmaz yolları bir kez daha denemeye yöneldik.Kürt siyasetçileri yerel yönetimlerden temizlemenin mümkün olması için tek yol bu bölgede seçim yapmamaktır. Serbest seçim yapıldığı zaman Kürtler yine kendilerini temsil eden partilere ve adaylara oy verecektir.Bunca tecrübeden, bunca acıdan sonra Ankara’dan bunların görülmemesine değil anlayış göstermek başka kasıtlar arar hale geldik.Bazı büyük güçlerin Türkiye’yi bölme planları olabilir, bunun için faaliyetler yapıyor olabilir. Ama Ankara’nın bu planlara katkıda bulunan politikalarda ısrarının açıklaması da aşırı zordur.Gerçekten vatana ihanet arayanlar da bu damarı iç savaş kışkırtıcılığında bulacaklardır.“Normal” bir ülkede yaşamak istemeyen vatandaş olmadığına göre,”normal ülke”ye ulaşmanın tek yolunun içerdeki savaşın sona ermesi olduğunu gizleme imkanı da kalmamıştır.Aylardır savaş konuşuyoruz, şehitleri konuşuyoruz, ölümleri acıları konuşuyoruz, gözaltılar, tutuklamalar konuşuyoruz. Bütün bunlardan nasıl kurtulacağımızı konuşamıyoruz.
Bir süredir fazla “savaş sever” bir hava estiriliyor. “Asker millet” duygusunu okşayan bu hava hayra alamet de görünmüyor.Askeri uzmanlardan sürekli olarak “başarı” yorumları izliyoruz. Türk askerinin şu ana kadar sınırımız dışında ciddi bir kayıp vermemiş olması tabii ki iyi haberdir.Uzmanlar haritalar önünde Suriye ve Irak’taki mevzilerimizin sağlamlığını, bol miktarda kasaba ve köy adı zikrederek anlatıyorlar.Manzaranın bütününde ise çok sayıda “düşman kuvvet” olduğunu pek anlatmıyorlar.Bölgedeki Şiiler, Irak hükümeti, Irak ordusu, Şii milisler, İran birlikleri “dost kuvvetler” değildir.IŞİD bir numaralı “düşman kuvvet”tir ve IŞİD’in dayandığı Sünniler de “dost kuvvet” değildir.PKK’nın uzantısı olarak kabul ettiğimiz Kürt örgütleri, PYD-YPG de “düşman kuvvet” olarak görünmektedir.Musul operasyonuna katılan Irak Kürdistanı’na bağlı peşmergelerin içinde PKK’lıların da olduğu iddiaları vardır.Ve tabii ki Suriye’deki Esad yönetimi ve Suriye ordusu da “düşman kuvvet”tir.PYD-YPG’yi ve Irak hükümetini destekleyen ABD’nin “dost kuvvet” olduğunu mu düşünüyoruz?Suriye’de Esad yönetimini desteklemeye devam eden ve henüz barıştığımız Rusya’yı da “dost kuvvet” olarak mı yazıyoruz?Irak içinde düşünülen özerk Sünni bölgesinin “dost” olacağının da hiçbir güvencesi yoktur. Böyle bir bölgede etkili olabilecek güç de şu anda radikal Sünnilerdir.Haritanın “ana”sı budur ve bu harita bizim açımızdan aşırı zorluklar ve engellerle doludur.Bu haritada, kasaba ve köy isimleri sıralayarak etki alanımızı daha da genişletebileceğimizi savunmak bayağı mantık zorlaması gerektirir.Bölgede “tam müttefik” sayacağımız bir Özgür Suriye Ordusu vardır, bir de Kerkük bölgesindeki Türkmenler vardır. Bu ikisinin dışında tam güvenebileceğimiz bir kuvvet yoktur.Temenni edebileceğimiz, IŞİD operasyonunun ardından bir barış sürecinin başlamasıdır. Buna daha zaman vardır, ama sonuçta bu noktaya gelinecektir.Türk halkına “Musul tamam sıra Halep’te” havasını estirmekten de hemen vazgeçmek gerekiyor.
15 Temmuzla ilgili sorular cevap bulmaya başladı. Ama çok yavaş gidiyoruz.Başbakan’ın son söylediğine göre darbe girişiminin başında beş generalden oluşan “Yurtta Sulh Komitesi” vardı.Yine Başbakan’ın söylediğine göre bu komitenin idari bazı hazırlıkları vardı, ama sivil siyasi yapıya daha sonra bakacaklardı.O zaman, darbenin başarıya ulaşması durumunda cemaatin kadrolarının sivil siyasi ayağı oluşturması kesin değildi sonucuna varabiliriz.Gülen cemaatinin, cemaatçilikten FETÖ’cülüğe uzanan yolda hemen herkesle iyi ilişki kurduğunu da yavaş yavaş itiraf ediyoruz.80’lerde Gülen cemaatinin adı duyulmaya başladığı sırada, eğitim hamlesi başladığı sırada olumsuz bakan kimse yoktu.Açıkça söyleyelim cemaatin okulları, yurtları, kursları kaliteli oldukları için herkes çocuklarını oralara yerleştirmeye çalışıyordu.Cemaat herkesin gözünde muteberdi, kimse ilişki kurmaya çekinmiyordu.Bütün siyasi partiler de aynı durumdaydı, Gülen Cemaati mensupları bütün siyasilerle rahat ilişki kurabiliyordu.80’lerin sonu ve 90’larda devlet ve askeri okullara, yargıya, emniyete “sızma” faaliyeti başladığı zaman da kimse bundan rahatsız olmuyordu.Orduya sızma meselesinde ise küçük bir hatırlatma gerekiyor. Şu anda FETÖ’den tutuklu generallerin, üst rütbeli subayların öğrenciyken sızdırılmış olmaları mümkün değildir, tarihler tutmamaktadır.Eski bir genelkurmay başkanının söylediğine göre Ak Parti hükümeti 2004’te uyarılmıştır. Bunun doğru olduğu anlaşılmaktadır, çünkü o dönemde orduda çeşitli tasfiyeler yapılmıştır.Bu arada yine aynı dönemde askeri cenahtan gelen uyarılar arasında Türk Ermenilerin, Türk vatandaşı “dönme” Yahudilerin, Hıristiyanlığın yayılmasının da bulunduğunu hatırlamak gerekiyor.Bu uyarıların arkasından gelen Hrant Dink cinayeti, Zirve yayınevi katliamı, rahip cinayetleri de şu anda cemaatin etkinlik alanlarında görünmektedir veya gösterilmektedir.Cemaat itirafçıları da, soruşturma ve araştırma yapanlar da ılımlı İslam örneği olarak büyük itibar sahibi olmuş bir cemaatin insan öldürme, darbe yapıp iktidara el koymaya kalkışma noktasına gelmesini açıklamıyor.Başbakan’ın “Darbenin sivil siyasi kadrosu yoktu, bunlar sonra bulunacaktı” demesi de karanlık noktaları biraz daha artırmıştır.Başbakan bu beyanının arkasından “o zaman neden bu kadar adam tutuklandı” sorusuna da cevap vermelidir.
Ekonomi uzmanlarını okuyunca, dinleyince aşağı yukarı aynı havayla karşılaşıyoruz: Merak etmeyin bir şey olmaz.Bir şey olmasını kimse temenni etmez, ama kapanan işyerleri, satılığa çıkmış oteller, satılamayan konutlarla ilgili haberleri de gazete köşelerinde görüyoruz.Reklam harcamalarındaki düşüşlere baktığımız zaman da iyimser olacak bir durum görülmüyor.Reklam harcamaları düştüğü zaman ekonominin canlılığında sorun var demektir.İnsanlar para harcamıyorsa ya gelirleri azalmıştır ya da ileriye dönük kaygıları olduğu için tasarruf yapmaktadır.İşsizlik rakamlarının artması da yatırım yapılmadığının en önemli işaretlerinden biridir.Ekonomist olarak değil, değil, ekonomiyle ilgili somut bilgileri alt alta okuyan her vatandaş da aşağı yukarı aynı şeyleri görecektir.Aslında bu bilgileri alabilmek için bayağı “satır arası” okumak, bazı ifadeleri de anlaşılır hale getirmek gerekiyor.Sınırlarımız dışında, Suriye ve Irak’ta askerlerimiz en sıcak bölgelerde ve sürekli hareket halindeler.Askeri durumla ilgili bütün bilgiler de geliyor,ama tek bilmediğimiz bunun için harcanan kaynaklar.Güneydoğu’daki savaşla ilgili maliyetleri de bilmiyoruz. Bunları sorunca da hemen biri parmak sallar, “ülkenin yüksek çıkarları” diye lafa başlar, soru soranları da ihanetle suçlayarak meseleyi kapatır.Yaz mevsimi dolayısıyla meyve sebze fiyatlarındaki düşüşler ve dışarıya satılamayan ürünlerin iç piyasada daha ucuza pazarlanmasının yarattığı rahatlığın sona ermek üzere olduğunu yine uzmanlar söylüyor.Ekonomiyi savaşlar yönettiği sürece de, sonuçta bunları finanse eden halkın refah düzeyinin düşeceği bilmek için de ekonomist olmaya gerek yok.Türk ekonomisi 2001 krizi ertesinde toparlanırken ve ciddi hamleler yaparken hayatımızda bu savaşlar yoktu.
FETÖ operasyonları devam ederken, Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi davaları yoldayken, başkanlık sistemi hamlesi çok cesur bir hamledir.15 Temmuz’da en güvenilir kurumların bile ne kadar kırılgan oldukları ortaya çıktı. Burada “kırılgan” yerine başka ağır sıfatlar da kullanılabilir. Durum ortadadır.Bu büyük yapısal krizden çıkmamak diye bir şey yok. “Çıkmamak” ülkenin tapusunun fiilen başkalarına terk edilmesidir.Ak Parti, başkanlık sistemi hamlesini yaparken önce kendi toplumsal tabanına güveniyor. Laik orta sınıflar işbirliği yapmıyor, yapamıyor. Kürtlerin temsil ettiği alt sınıfı da defterden silmiş durumda.Böyle büyük bir yapısal değişikliğin geniş bir toplumsal desteğe dayanması yeni sistemin başarısı için güvence olabilirdi.CHP ve HDP bu yapılanmanın içine girmek, bir tarafından tutmak istemiyorlar. Ak Parti de şu anda bütün oyunu MHP desteğinin üzerine kurmuş durumda.MHP başkanlık sistemini içeren anayasa değişikliğinin Meclis’ten geçmesi ve halka sunulması için destek olmak karşılığında tabii ki bir şeyler isteyecektir.İsteyebileceği hiçbir şey de Ak Parti’nin veremeyeceği şeyler olmayacaktır.Ak Parti’nin 2012 sonrasında, FETÖ’cü darbe girişiminin ilk hamlesinin ardından aldığı pozisyonlar MHP’ye de MHP seçmenine de uzak değildir.MHP epeydir Ak Parti’nin doğal müttefiki konumundadır. Bunun MHP açısından riski tabanının da buna göre hareket etmesidir.Ak Parti’nin ise MHP desteğini almak için kaybedeceği bir şey yoktur, tam tersine bu yakınlık kendisine yeni seçmen kazanma potansiyeli yaratmaktadır.Bundan sonraki siyasi süreçlerde MHP uzun süre kilit olacaktır ama açılması kolay, zaten açılmaya hazır bir kilit.MHP’de genel başkan değişikliğinin yollarını kapatacak hukuki tedbirler alınmış durumda olduğuna göre Devlet Bahçeli’nin otorite sorunu yaşama ihtimali de çok azalmıştır.Her şey MHP’nin desteğine bağlanınca da siyasi dengeler oldukça basit ve net hale gelmiştir. Bu da Ak Parti’nin işinin çok kolaylaşması, halkın önüne çıkana kadar çok kolaylaşması anlamına gelir.
Ak Parti sözcüsü planı açıkladı: 2017 ocağında başkanlık sistemiyle ilgili teklif Meclis’e verilecek, nisanda da referandum yapılacak.Sözcünün açıklamasında vurgu “medeni anayasa” değil başkanlık sistemi üzerine. Buradan anlayacağımız da esas olarak “medeni anayasa” hamlesi yapılmayacak, anayasa değişikliği önerisi başkanlık sistemini içerecek.Medeni anayasada yer alması gereken birçok maddeye MHP baştan karşıdır. Ve MHP’lilerin Meclis’teki oylarından bir miktarını alabilmek için de medeni anayasa hamlesi rafa kalkmış olmaktadır.Anayasa değişikliğinin Meclis’teki görüşme süresinin uzamaması için de değişiklik önerisinin sadece başkanlıkla ilgili maddelerde olmasına kesin gözüyle bakabiliriz.MHP genel başkanı “teklif gelsin bakalım” demiştir ve onun önüne gidecek teklif de destekleyeceği bir teklif olacaktır.Bugünkü siyasi dengelerde, teklifin başkanlıkla sınırlı kalması durumunda MHP’nin desteğinin sağlanması sürpriz olmaz ve başkanlık sistemi halkın önüne gider.Yine bugünkü dengeler açısından ve 15 Temmuz etkilerini de göz önüne alarak baktığımız zaman referandumda evet çıkması da sürpriz olmayacaktır.Aslında başkanlığa evet diyenler de karşı çıkanlar da oy tercihlerini Tayyip Erdoğan ile ilgili kanaatlerine göre yapacaklardır.Teklifte yer alması zorunlu geçici maddelerde de bugünkü başkanın görevine nasıl devam edeceği de yer alacaktır.Bahçeli’yi ve MHP’lileri kaçıracak bir gelişme olmazsa bu takvimin işlememesi için bir neden görünmüyor.Ama yine bir tarihi hatırlatma yapalım. 1968 sarsıntısının ardından devlet başkanı de Gaulle’ün partisi seçimde büyük bir başarı kazanmıştı. Çalkantılardan usanan Fransız halkı de Gaulle’ün temsil ettiği “istikrar”a oy vermişti. Bunun üzerine de Gaulle yetkilerini artıran bir anayasa değişikliği teklifiyle halka gitti ve “hayır” cevabı aldı. Küstü, istifa etti ve köyüne çekildi.Bu olayı hatırlattık, çünkü sandıkta yüzde yüz garanti hiçbir zaman olmaz.Bu da halkın doğru şekilde aydınlatılması ve ikna edilmesi mecburiyetinin asla yok olmayacağı anlamına geliyor.Halk, seçmen kendisine “çantada keklik” muamelesi yapılmasından hoşlanmaz.
Sünnilerle Şiiler birbirlerini 1.300 yıldır öldürüyorlar. Hem de çoluk çocuk dinlemeden öldürüyorlar.Bu savaşın şiddeti Osmanlı barışı döneminde azalmış olsa da yüzyıldır en kanlı haline ulaştı.Şiiler Anadolu’dan temizlendikten sonra, Sünniler onların uzantısı olarak gördükleri Aleviler üzerinde sopayı hiçbir zaman indirmediler. İmkan bulunca öldürdüler, bulamayınca dövdüler.Bunu açıklamakta güçlük çeksek de, üzülsek de gerçek budur, araya “ama”lar koymak, “hafifletici nedenler” bulmak bunu değiştirmez.Bu savaşın üzerine 150 yıl kadar önce petrol savaşı eklenince, Sünni-Şii savaşı biraz daha karmaşık hale geldi. İki taraf da değişik dengeler üzerine oynayarak Ortadoğu bataklığını derinleştirmeye devam ettiler.Karmaşık güç ve iktidar savaşlarının tepesinde de hep dikkatler mezhep kıyımları üzerine toplandı. Tarih bilgimizdeki eksikler dolayısıyla, Ankara’nın kuvvetli hamlelerle Müslümanların birbirini kırmasını durdurabileceğine dair bir kanaat bir süredir tedavüldedir.Bu iyi niyetli temenni anlaşılır bir duygudur, ama gerçekten epeyce uzaktadır.Petrolün yerini alacak bir enerji kaynağı bulunmadıkça dünyanın bütün büyük güçleri Ortadoğu’da olacaklar ve kendi güç oyunlarını oynayacaklardır.Şiilere ve Sünnilere “durun” demekle bunların savaşmayı bırakacağı olmadığı gibi, büyük güçlerin hiç birisi de yakın dönemde Ortadoğu’dan çıkmaz.IŞİD de bu çok taraflı savaşın ürünü olarak radikal bir Sünni hareketi olarak ortaya çıktı ve Ortadoğu’yu ve dünyayı epeyce salladı.Kullanım tarihi dolmuş olan IŞİD’in devreden çıkmasıyla Şiilerin pozisyonu da biraz daha güçlenecektir.Musul da bu denklemin kilit noktası olmuştur. IŞİD bölgede yayılırken Musul’u merkez üs olarak seçmiştir, çünkü Musul halkı ağırlıklı olarak Sünni’dir.Ankara, Musul’un IŞİD’den temizlenmesine en aktif şekilde katılmak ve sonraki durumda söz sahibi olmak istiyor.Musul harekatında Kürtlerin olmasını Ankara istemiyor, ama koalisyon güçleri, ABD ve İngiltere istiyor.Irak’ta yönetimi Amerikan desteğiyle elinde tutan Şiiler de Türkiye’nin her durumda “uzak durmasını” istiyor.Ankara, Musul politikasının tarihi gerekçeler üzerine kurdu, Musul’un Atatürk’ün ilk Misak-ı Milli’sinin içinde olduğunu da tekrar tekrar hatırlıyoruz.Türk askerinin, ABD, İngiltere ve Şiilere rağmen Musul’a girmesiyle bir şey bitmeyecek. Tam tersine Türkiye açısından yepyeni bir dönem başlayacak.Türkiye’nin yüz yıl sonra Ortadoğu’ya dönüşünün sonuçlarını hesaplarken ise fazla iyimser olmamak için yine tarihe bir göz atmak gerekiyor.
En çok seçim konuşan herhalde biziz. 2019’da üç seçim olacak, biz yeni “erken seçim” taramasına başladık.İki buçuk yıl önce erken seçim konuşmalarına başladığımıza göre, ortada bir ihtiyaç bulunuyor.Erken seçim isteme kuvvetine sahip olan tem siyasi parti şu anda Ak Parti’dir.CHP’nin erken seçim isteyecek bir durumu yok, MHP’nin ise hiç yok.Bir erken seçimde CHP’nin en fazla yerini koruması, MHP’nin ise barajın altında kalması muhtemeldir.HDP’nin baraj sorunu yaşamaması büyük ihtimaldir. Ancak bir önceki seçimde olduğu gibi HDP’nin seçim çalışmalarını rahat yapmaması için bütün sistem harekete geçecektir.Ak Parti’nin erken seçim istemesi için iki sağlam gerekçe bulunmaktadır.MHP veya HDP’nin baraj altında kalması halinde Ak Parti Meclis’te anayasayı tem başına değiştirecek çoğunluğu sağlayacaktır. O durumda yeni anayasa ve başkanlık için MHP’den veya MHP’nin içinden desteğe ihtiyaç kalmayacaktır.Ak Parti açısından erken seçim kararında ekonomi ile gelişmeler de etkili olacaktır. Terörün yansımaları, Rusya krizi, askeri harcamalar derken ekonomideki sıkıntılar da halka yansımaya başlamıştır.Şu anda halkın oy verme tercihlerinde ekonominin etkisi yüksek görünmese de bir yıl sonraki durumla ilgili soru işaretleri çoğalmaktadır.Darbe girişimi ve FETÖ krizinin ardından Türk halkı Hükümete, Erdoğan’a büyük destek vermiştir ve bu destek devam etmektedir.Bu desteğin genel seçimlere yansımasının hesabını yapmak da doğal bir siyasi reflekstir.Yaşadığımız süreçler kolay değildir ve ülkeyi yönetenlerin halk desteğinin sağlam olması gerekir ki, bu süreçlerde “patinaj” olmasın.Seçim sat-ı mailine erken olsa da girmenin faydası her zaman iktidarların eksiklerini gediklerini görme ve düzeltme imkanı yaratmasıdır.Ak Parti iktidarı açısından da, Kürt politikasının “askeri çözüm” endeksine sıkışıp kalmasının muhasebesi de seçim havası içinde daha sağlıklı yapılabilir.Demokrasi sadece seçim değildir, ama her zaman seçimle başlar.