Kitaba ayrıcalık talebidir

30 Eylül 2011

Bir süre önce Gümrük yöneticileri, yurt dışından posta ve benzeri yolla gelen “eşya”lara uygulanan gümrük vergisi muafiyetini kısıtlamaya karar verdiler.İki aşamada şöyle bir uygulama ortaya çıktı: Yurt dışından posta ya da özel kurye aracılığıyla her vatandaş bir seferde, değeri 75 euro’nun altında eşyayı gümrük ödemeksizin getirtebilecek.Bu hak iki ayda bir ve yılda en çok beş kez için geçerli olacak.Kısıtlamaya gerekçe olarak (çeşitli mallar için) posta yoluyla gelen “eşya”nın ticari amaçlarla kullanılması, örneğin ilaç gibi denetimi zorunlu ürünlerin de bu yolla ülkeye sokulabilmesi gösteriliyor.***Ticari amaçlı faaliyetleri bilemeyiz; ama bildiğimiz bir şey var, bu uygulama dolayısıyla yurt dışından kitap getirtmek imkânsız hale geldi.Yurt dışından yılda en çok on kitap getirtmeniz, üstelik sipariş tarihlerini iki ayda bire denk gelecek şekilde ayarlamanız gerekiyor, ancak bu şekilde kısıtlamaya girmiyorsunuz.Dünyadaki yayınları izleyenler, izlemek isteyenler için son derece anlamsız, tuhaf bir uygulama. Bu ay okumak istediğiniz üç kitap yayınlanmışsa, bunlardan ikisini ısmarlayacak ve sonra da “tam” iki ay geçmesini bekleyip üçüncü kitabı isteyeceksiniz.O arada ilginizi çeken başka bir yayın çıkarsa yine oturup ayları hesaplayacak, ayrıca yılda 5 kez bariyerini erkenden aşmamaya dikkat edecek, eğer “hakkınız“ kalıyorsa onu da sipariş edeceksiniz.Eğer böyle yapmaz, kafanıza göre ısmarlarsanız, kitap fiyatı kadar gümrük vergisi ödeyeceksiniz. Haydi bunu da kabul ettiniz, ilgili devlet dairesini bulmak, oraya gitmek, işlemleri beklemek, ödemeyi yaptıktan sonra kitabınızı almak gibi hiç de azımsanmayacak bir zahmeti çekmeye de mecbur kalacaksınız.***Dünyayı izleyen, dünyayı bilen gençlerin varlığı ve sayılarının artması, ayrıca kitap okurunun çoğalması için bunca nutuk atılıyor, faaliyet yapılıyorken böyle bir gümrük kısıtlamasına kitabı da dâhil etmek en azından ayıp oluyor.Herhalde bu ticaret sistemini dizginlemek isteyenlerin aklına kitabın da kısıtlamaya tabi olacağı, bunun da dünyadaki yayınları izlemek isteyenlere yaratacağı yük ve eziyet gelmemiş.Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da bu meseleyi bilmiyor olmalı, çünkü eğer bilseydi hemen müdahale ederdi. Bu sorun bir genelgeyle ortaya çıkmıştır ve yine bir genelgeyle düzeltilebilir. Günay, Başbakanlığın ilgili birimiyle görüşür; “Ö.. veÖ. sayılı genelgelerimizde belirtilmiş uygulamalar kitap, dergi, diğer basılı yayınlar ve kültür sanat ürünleri için geçerli değildir” cümlesinin yazılı olduğu bir diğer genelgenin yayınlanmasını sağlayarak bu anlaşılmaz sorunu ortadan kaldırır, her şey düzelir.Kültür Bakanı’ndan ve Başbakanlığın ilgili sorumlularından kitap için, kitap okurları adına talebimiz budur.

Devamını Oku

Yeni sayfa için

28 Eylül 2011

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Meclis çalışmalarına katılma kararını açıkladığı anda salondan yükselen kuvvetli alkış, bu yöndeki beklentinin ne denli kuvvetli olduğunu da gösteriyordu. O salonda başka partilerden kimseler yoktu. Gazeteciler vardı, BDP’liler vardı ve BDP’ye yakın Kürtler vardı.BDP kendisine yönelik beklentilerin ve o yolda ilk adım olarak Meclis’e gitme kararına olan taleplerin kuvvetini anlamış görünüyor.Demirtaş’ın açıklamasındaki “özeleştiri” unsurlarında bu da görülebilir.Meclis’e gitme kararıyla, BDP’nin ikinci önemli “aktör” görevini üstlenmeye niyetli olduğu da anlaşılıyor. Barışçı çözüm yolunda, yine çok kanlı ve acılı bir dönemin ardından yeni bir sayfa açılabilecekse bu kararın şart olduğunu herkes ya da barışçı çözüm olabileceğini umut eden herkes biliyor.***Yeni sayfanın açılabilmesi için, iniş çıkışlarına ne kadar eleştiri yöneltirsek yöneltelim, CHP’nin de ön sırada bir “aktör” olarak katılması büyük önem kazanmıştır. Ve CHP’de bu yönde bazı siyasi girişimler de vardır, en azından Sezgin Tanrıkulu aktif bir alan açmaya çalışıyor.Benzer aşamalardan geçmiş ülkelerde, esas olarak İspanya ve İngiltere’de iktidar partileri ile iktidar adayı olan ana muhalefet partilerinin sağladıkları uyum hâlâ CHP’nin önünde duran önemli örnektir. Bir ana muhalefet partisinin, kendisini iktidar adayı olarak görüyor, bunu topluma da gösteriyorsa, seçim kazandığı zaman ülkenin en önemli sorununu en ağır haliyle değil, mümkün olan en hafif haliyle ele almak istemesi doğaldır.***Yeni bir sayfa bekleniyor, BDP de bu yönde hareket ediyorsa, barışçı çözümün bir başka “aktör”ünün de kabul edilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu adres İmralı’dır ve Abdullah Öcalan ile yapılmış görüşmeler, bu gerçeğin siyasi irade tarafından kabul edilmiş olduğunu kanıtlamaktadır.Şu anda İmralı’da yürütülen, adına “tecrit” denebilecek uygulamaların kaldırılması yeni bir sayfa için toplumda oluşmuş kuvvetli iradenin bir yansımasından başka bir şey olarak görülmemelidir.Yeni bir sayfanın, ortamın en karanlık göründüğü anda açılması mümkündür ve bunun için bir kez daha fırsat ortaya çıkmıştır. Yeter ki siyasiler de bu fırsatı toplum kadar net olarak görüp yüreklerindeki sızlamaların beyinlerinin önüne geçmesine izin vermesinler, kullandıkları dile özen göstermeye de alışsınlar.

Devamını Oku

Gelse ne olur, gelmese ne olur?

27 Eylül 2011

Günün konusu, cevabı beklenen soru, BDP’nin Meclis’e gelip gelmeyeceğidir. Bugün hava bellidir; soruya cevap olarak “gelse ne olur gelmese ne olur” diyenlerin sayısı artmıştır.BDP’lilerin Meclis’e gelip gelmemelerinin bir şey değiştirmeyeceğini düşünenlerin çoğalması en başta BDP’nin siyaset sahnesinden çekilmesinin sonucudur.***Başbakan Erdoğan, son yılgınlık döneminin içinde yeni bir sloganı öne sürdü: Terörle mücadele, siyasetle müzakere.Bunun bir tek anlamı var, o da siyaset ve müzakere kapısının BDP’ye açık olduğu.BDP’nin siyasetten geri çekilmesinin alanı teröre boşaltmak anlamına geldiğini defalarca tekrarladık, başkaları da defalarca belirtti. BDP’nin içinde de böyle olacağını görenler vardı ve açıkça olmasa da bunu işaret ettiler.BDP’nin içinde bulunmayan ama BDP desteğiyle seçilmiş olan Şerafettin Elçi, kısa bir süre önce ülkeye dönmüş olan Kemal Burkay gibi Kürt siyasetçiler de alanın teröre bırakılmış olmasının yanlışlığına dikkat çekiyor.***Terörün artması ve PKK’nın Ankara’da olduğu gibi sivil hedeflere de yönelmesi BDP’yi zorluyor. Bu zorlanmanın diğer yanında da KCK operasyonlarının ve Abdullah Öcalan’ın tecrit durumunun devam etmesi bulunuyor.BDP ile ilgili beklentiler seçimden bu yana geçen sürede değişmemiştir. BDP’ye oy verenler, taleplerinin “legal” siyaset alanında savunulması için oy vermişlerdir. Şu andaki kanlı görüntüye ve topluma egemen olan olumsuz atmosfere rağmen beklenti değişmiş değildir. Güneydoğu’daki birçok sivil toplum kuruluşu da bu görüşü tekrarlıyor.***BDP Meclis’e gelse ne olur, gelmese ne olur?Bu sorunun gerçek cevabı bellidir: BDP Meclis’e gelmezse terörün alanı daha da genişleyecek, BDP’nin siyaset alanı ise iyice daralacaktır.Kısacası, BDP işlevsiz kalacak, eskiden birçok kez yaşandığı gibi sadece “askeri dil” egemen olacak ve giderek artan bir şekilde kan dökülecektir.BDP Meclis’e gelirse, şu andaki tıkanmışlıkta küçük de olsa bir ışığın varolabileceği duygusu ortaya çıkacaktır.Bunun hemen arkasından da BDP’ye yeni anayasa çalışması için davet gitmesi ve anayasa çalışmasının BDP ile birlikte başlaması gelecektir.Şu anda hâkim olan olumsuz havayı değiştirmek, en azından farklı bir sürecin kapısının açılmasını sağlamak bugün BDP’nin elindedir. Geniş beklenti, onların da bu durumu değerlendirecekleri yönündedir.

Devamını Oku

Köstekçiler

26 Eylül 2011

Başbakan Erdoğan, muhalefeti terörle mücadeleye köstek olmakla suçladı, CHP Genel Başkanı da “terörün sorumlusu hükümettir” diye cevap verdi.CHP’nin terörle mücadeleden kastı, silahların susması ise, buna köstek olduğu çok açıktır. AKP hükümeti döneminde atılan her adıma CHP karşı çıkmış, kendisini sol ve demokrat olarak nitelemesine rağmen MHP ile aynı çizgide siyaset yapmıştır.Ancak “barışçı demokratik çözüm”e köstek olan sadece CHP değildir. Bütün siyasi yapı, sorunu PKK-terör endeksi üzerinden algılamaya ve bunun üzerinden gündelik siyaset oluşturmaya devam ettiği için çözümün kösteği durumundadır. Aynı yapının içinde BDP de yer alıyor.***Kürt meselesi ve çözüm yollarıyla ilgili fikri olan herkes bir şeyler söylemiş, çözüme katkısı olabilecek her şey ifade edilmiştir. Yıllardır da ifade ediliyor ve kabul edilsin ya da edilmesin, AKP hükümetleri döneminde her şey çok daha açık, sansürsüz konuşulabiliyor. Kürt kelimesini telaffuz etmenin yasak olduğu bir ortamdan buraya gelindi.Bunca gelişmenin üzerine CHP Genel Başkanı’nın, “akil adamları çağırıp dinleyelim” demesi bile, ilk anda makul bir öneri gibi görünebilir, ama düpedüz köstekçiliktir. “Akil adamlar”dan kimi kastettiği bilinmez, ama hâlâ çözümle ilgili fikri oluşmamış bir siyasi partinin durumu hem dramatiktir hem de şaka gibi bir olaydır.Gerçekten şaka gibi; akil adamları dinleyip fikir oluşturmak isteyen CHP Genel Başkanı’nın durumu, fıkradaki Yahudilerin İsa’yı çarmıha gerdiklerini 2 bin yıl sonra oğrenip öfkelenen Hıristiyan’ın halinden farklı değildir. Türk halkı, CHP’ye bu nedenle “senin çözme ihtimalin yok” diyor.***Siyasi yapının muhalefet cephesindeki umutsuzluk dolayısıyla Türk halkının çözüm için gidebileceği tek adres olarak AKP kalmıştır. BDP’nin kendi kendisini devreden çıkarmış olması, hâlâ devreye nasıl gireceğini bilememesi, onun da kendisini PKK-terör-İmralı üçlü endeksine hapsetmesi dolayısıyla tek bir adres kalmıştır. Siyasi yapının malul olduğu “demokrasi korkusu” hastalığı da AKP bünyesinde çeşitli yollarla nüksettiği zaman, bu partinin de dili bozulduğu, içi karardığı zaman çaresizlik duygusu bütün toplumu sarıyor.Bugün boş konuşan herkes, yapılması gereken ve kolay atılabilecek adımları görmezden gelmeye devam eden herkes “köstek” durumundadır.

Devamını Oku

Yönetme ehliyeti

25 Eylül 2011

Seçimin üzerinden kısa süre geçti, bu arada yapılan kamuoyu araştırmalarının tümündeki ortak sonuç, AKP’nin oy oranının arttığı, CHP’ninkinin ise düştüğüdür.Kısa bir süre içinde seçim sonucundan çok farklı oranlar çıkmaması doğaldır, ancak bu üç buçuk aylık sürede ciddi gelişmeler olmuştur.Herkes için en önemli gelişme terör saldırılarıdır. Bunun yanında AKP hükümetinin dış politika ataklarıdır.Kamuoyu araştırmalarında hükümet partisinin oylarının artması, mevcut sorunlarda çözümün yine bu partiden geleceği inancının tekrarlandığını ve arttığını gösteriyor.Seçim öncesi araştırmalarda temel sorunların başında gelen terör yakın dönemde daha da şiddetlenmiş olmasına karşın, AKP’ye oy vermiş olanlara birkaç puan mertebesinde olsa da bu kez oy vermeyi düşünenlerin eklenmesi bu temel sorunun çözümünde yine aynı partinin adres olarak görüldüğünü işaret ediyor.Hâlen kim tarafından açıklandığı bilmeyen gizli görüşmelerin öğrenilmiş olması da iktidar partisinden beklentiyi azaltmış değildir.***Bazı araştırmalarda oy oranı yüzde 25’in altına düşmüş görünen CHP ile oy oranı yüzde 10’lara yaklaşmış MHP, terör ve bağlantılı meselelerde hükümete yönelik sert eleştirilerini sürdürmeye devam ediyor.Aynı durum dış politika sorunlarında da ortaya çıkmakta, İsrail ile ilişkiler başta olmak üzere iki muhalefet partisi de eleştiri üslubunu sert düzeyde tutmaktadır.Oysa yine araştırmalara bakıldığında muhalefet partilerine oy vermiş seçmenin, ağırlıklı olarak İsrail konusunda hükümet politikasını desteklediği görülüyor.Vatandaş, bir partiye çok değişik nedenlerle oy verebilir. Ama ana saik her vatandaşın kendi açısından tespit ettiği sorunları o partinin “çözme kabiliyeti”dir.Seçim sonrası terör tırmanmış, herkesin tepki gösterdiği bir düzeye gelmiş olsa da, ana muhalefet partisine oy vermeyi düşünenlerin oranının azalması bu partide “çözüm kabiliyeti” olduğuna inancın azaldığını gösterir.CHP, kendisinde temel sorunları çözme ve ülkeyi yönetme “kabiliyeti” bulunduğuna ilişkin seçmen inancı ve güvenindeki azalmayı değerlendirme çabası içine girmiş gibi de görünmüyor.***Bir ana muhalefet partisi, “nasıl olsa iktidar partisi bir gün büyük bir yanlış yapar o zaman iktidar olma sırası bana gelir” fikriyle siyaset yaptığı zaman iktidar olabileceğine, iktidar olma ehliyetine sahip olduğuna kendisi bile inanmıyor demektir.CHP Genel Başkanı’nın ve sözcülerinin yaptıkları açıklamalar, hükümet politikalarına yönelttikleri eleştiriler bu izlenimi veriyor ve bunun sonucu daha çok seçmen kaybından başka bir şey değildir.

Devamını Oku

Bir tek özür var

23 Eylül 2011

Ankara’da patlatılan bombayı üstlenen PKK, Siirt’teki cinayet için özür diledi. Ankara’daki siviller için özür yok, çünkü zaten bomba onları öldürmek için konulmuştu.Bu cinayetlerin yarattığı acı, öfke ve bıkkınlık hiçbir toplumun hakkı değildir. Türk toplumu çoktan kararını verdi, silahların susması talebini her hâlükârda, şehit cenazelerinde bile dile getirmeye devam ediyor.PKK’nın bu şekilde bir saldırıya geçmiş olmasının nedeni görüşmelerin kesilmesi olabilir. Ama böyle bir cinayet silsilesinin görüşmelerin başlamasına katkıda bulunması mümkün değildir.Üstelik de Suriye gibi bazı sıkıntılı konular dolayısıyla mevcut durumda PKK’nın ya da içindeki bazı unsurların kullanıldığına ilişkin tahminler bütün Kürt siyasetini ağır töhmet altında bırakmaktadır.***BDP’ye oy verenlerin beklentisi de kuşkusuz kan dökülmesinin devam etmesi değildi. Bu partiye siyasi “ehliyet,” barış ve demokrasi sürecine katkıda bulunması için verildi. O nedenledir ki parti, Kürt vatandaşların dışından da destek aldı.BDP’nin seçim sonrası yürüttüğü siyaset, kendi etkinliğini azaltmasıyla oy verenlerin beklentilerinin uzağına düşmesine, bir ölçüde devre dışında kalmasına yol açmıştır.Bu durumdan çıkabilmeleri için elbette önce Meclis’e gelmeleri gerekiyor.Diyarbakır’da yapılan toplantılarla, siyasi karşılığı olmayan talep listeleriyle kendisini kapatan BDP için de bir tek siyasi hat kalmıştır. O siyasi hat da silahların susması için bütün imkânlarını seferber etmektir.“Silah kozu” bundan sonraki demokratik süreçlerde artık geçerliliği kalmamış bir kozdur ve bunu gündemden çıkarmak yükümlülüğü BDP’ye aittir. Her gün birkaç cenaze kalkarken KCK operasyonlarını gündeme getirmek bile zordur.***Artık tek bir beklenti var. O da PKK’nın süresiz, koşulsuz olarak eylemsizlik kararı açıklaması ve dağdaki kadrolarını yurt dışına çıkarmasıdır. Bugünkü koşullarda tekrar “açılım” beklenebilmesi, toplumun kaybettiği iyimser havaya dönebilmesi ve Kürtlerin de güven kazanabilmesi, sadece bu yolla mümkün olabilir.BDP hâlâ bu yolda öncü bir siyasi görevi üstlenebilir ve ancak bu görevi yerine getirme iradesini gösterirse demokratik sürecin içinde yer alabilir.

Devamını Oku

Her yerde askeri dil

22 Eylül 2011

Manzaranın tümüne nereden bakılırsa bakılsın, iyimser sonuçlara varmak oldukça zor. Çünkü manzaranın tümüne bir “askeri dil”in egemen olması söz konusu.- İsrail ile gerginleşen ilişkiler dolayısıyla Doğu Akdeniz’de Türk savaş gemilerinin dolaşması gündemde. - Kıbrıs Rum yönetiminin petrol ve doğalgaz arama girişimine karşı yine savaş gemileri bölgeye yönlendirildi.- Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara Türk hava sahasının kapatılması da diplomatik değil “askeri” bir adımdır.- İçeride de, PKK’nın saldırılarını artırmasının ardından geniş askeri operasyonlar yapılıyor, sadece “askeri dil”le konuşuluyor.- Dış politikadaki ana düğüm noktalarına bakıldığında, İsrail ile ilişkilerin en kötü düzeye gelmesinin ABD ile de sıkıntı yaratmaması mümkün değildir.- Kıbrıs Rum yönetiminin petrol aramasına karşı “askeri dil” kullanılmasının, Avrupa Birliği’nin bütünüyle sorun çıkmasına kapı açması çok büyük olasılıktır.- Bugünkü durum, Kıbrıs’ta uzlaşma çalışmalarını da kaçınılmaz olarak erteleyecektir. Bu arada ekonomik olarak iflas etmiş olan Yunanistan’ın bu sorun bağlamında yine “sorun çıkarıcı” unsur olması zayıf ihtimaldir.- Suriye’deki Esad yönetimine yönelik olarak atılan adımları, İran’ın ve bölgedeki bütün Şii dünyasının hoş görmesi de beklenmemelidir.- PKK saldırıları dolayısıyla sürekli gündemde bulunan sınır ötesi harekât konusu hem Kuzey Irak Kürt yönetimi hem Bağdat yönetimi için sorundur. Ayrıca Suriye yönetiminin bu tür çatışmalarda farklı yöntemler kullanma geleneğine sahip bulunduğunu, bir zamanlar Paris’in göbeğinde patlayan bombaları da hatırlamak gerekiyor.- PKK’nın artan saldırıları, Ankara’da Çankaya’nın ortasında patlatılan bomba da birlikte ele alındığında manzaranın giderek daha ciddi bir sorunlar yumağına dönüşmesi potansiyeli güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor.***İçeride ve bütün çevrede “askeri dil”in egemen hale gelmesi, söz konusu olan tüm bu sorunlarda “çözüm” ortamından uzaklaşılacağı işaretini veriyor.Bütün bu alanlarda aynı anda mücadele etmek de, sadece “askeri dil”in öne çıktığı bir iklimde oldukça zor, enerji ve kaynak yiyen bir durum anlamına gelmektedir.

Devamını Oku

İşte devrim

21 Eylül 2011

Devrim önce sessizce harekete geçti, sonra çığlık çığlığa geldi. Futbol topunun çevresine yerleşen 46 bin kadın, Fenerbahçe’nin Şükrü Saracoğlu Stadı’na devrimin bayrağını dikti.Türkiye’nin “mozayiği” bu devrim için bir araya gelmişti. En cesur halleriyle bir araya gelmişlerdi. Yaş farkı olmadan; türban, başörtüsü, mini etek, dar pantolon farkı gözetmeden, bunların hepsinin bir arada varolabileceği gibi, giyim farklarına rağmen insanların bu devrim için bir araya gelebileceklerini de gösterdiler. İnsanların tümüne iyi gelecek bir durum için sınıf farklarının da bazen önemsiz kalabileceğini gösterdiler.***Kinlerin, nefretlerin, öfkelerin bazen ne kadar anlamsız olduğunu da gösterdiler. Fenerbahçeli olmayan kadınlar da geldi, bunun bir kadın tavrını kanıtlayacağını hissedenler de geldi.Binlercesi bir stada ilk kez ayak basıyordu, ama orada olmanın, orada bulunmanın maç izlemekten çok daha büyük anlamlar ifade edeceğini hissetmiş gibi, önemli bir görevi yerine getiriyor edasıyla geldiler, tribüne oturdular.Bir süredir çirkinliklerle anılan futbolun kaderi de bu devrimle değişmiş oldu.O 46 bin kadın, çirkinliklerin de giderilebileceğini, temiz bir başlangıç için orada olmaları ve seslerini duyurmaları gerektiğini görmüştü. Bunun toplum hayatımızın birçok alanındaki “kadın eksikliği” ayıbının giderilmesi için de ciddi bir adım olacağını hissetmişti.***Kadınların, 46 bin gibi bir sayıyla bu devrime katılması, futbolun güzelliklerini bozanlar, futbolu başka bir şeye çevirenler için de herhalde ders olmuştur.Futbol sadece futbol değildir, ama futbolu çirkinlikler dünyasının yansıması haline getirmeye de kimsenin hakkı yoktur.Bunu da o 46 bin kadın fena halde göstermiş oldu.Böyle bir devrimin Fenerbahçe’nin stadında gerçekleşmiş olması, bütün Fenerbahçeliler için büyük bir onurdur.Bu fikri bulanlar da kuşkusuz böyle bir sonuç beklemiyordu.Türkiye’de bundan sonra kadın meselesi her konuşulduğunda Fenerbahçe’nin stadındaki devrim anılacak, futbola çirkinlik bulaştırmaya kalkışanlar da karşılarında o 46 bin kadının yarattığı devrimci ruhu bulacak...

Devamını Oku