BDP’lilerin, PKK eylemlerinin yoğunlaştığı bir dönemin ardından “Abdullah Öcalan’sız barış olmaz” eylemlerine girişmeleri mevcut koşulları doğru okumakta hâlâ zorlandıklarını gösteriyor.Öncelikle “görüşme” kelimesinin içeriğinin net bir şekilde aydınlanması gerekiyor.“Görüşme” bir orta yol bulmak için yapılır. “Görüşme” kelimesini bol bol kullanmakla, bu kelimeyle kastedilen “ben doğrudan yüzüne karşı bir talepte bulunurum o da kabul eder” şeklinde anlaşıldığı sürece, herhangi bir fayda sağlamak mümkün değildir.“Görüşme” halinde, taraflar taleplerini doğrudan, birinci elden karşıdakine iletir, iki taraf da talep edilenden mümkün olduğu kadar azını kabul etmek, kendi taleplerinin ise mümkün olduğu kadar çoğunu kabul ettirmek için uğraşır.Amaç da bir “orta yolda buluşmak”tır.Şu anda tarafların buluşulacak orta yol konusundaki fikirleri iyice bulanık hale gelmiş olduğu için “görüşme” kavramı da yıpranmış durumda.***Meselenin temelinde Türkiye toplumunun bütün unsurları için en gelişmiş eşit vatandaşlık hakları, kendi kimlik ve inancıyla özgürce yaşama hakkı varsa, bunun zaten “görüşme”si, “pazarlığı” olamaz.Mevcut siyasi yapının bunlar üzerinden pazarlık etme hakkı çoktan ortadan kalkmıştır.Şu anda “görüşme” konusu, silahların susacağı koşulların nasıl hazırlanacağıdır.BDP, tekrar ve çok kuvvetli bir şekilde İmralı’yı, Abdullah Öcalan’ı gösterdiğinde kendi yapabileceklerinin sınırını da çizmiş oluyor.Öcalan’ın en uzun ve etkili Kürt isyanının lideri olması, onun etkinlik alanının genişliğini gösteriyor.Kürt siyasetinin, Öcalan’ın hapishane koşullarının iyileştirilmesi, dolayısıyla eğer barış sürecine katkıda bulunacaksa, buna imkân hazırlanması her zaman konuşulabilir.BDP ise daha ötesine geçiyor ve “tek adres” olarak Öcalan’ı gösteriyor.Bunun olabilmesi için mevcut kanlı manzaranın gözler önünden kalkması gerektiğini görebilen Kürt siyasetçiler var, ama onların uyarıları da yine büyük gürültü ve silah sesleri arasında kayboluyor.***Kürt siyaseti, silahların susması sürecinde tek unsur olarak Öcalan’ı görmek ve göstermekle, aslında “görüşme” kavramını en tıkalı olacağı noktaya götürüyor. Bunun karşılığı Öcalan’ın tecrit koşullarında ısrar etmek olunca da tıkanma perçinlenmiş oluyor.BDP Meclis’e gelerek ve yemin ederek havanın yumuşamasına sağladığı katkının ardından “benden bu kadar” diyerek kendi siyaset alanını daralttığı sürece de kendinden yemekte ve “Kürt siyaseti eşittir terör” denklemini güçlendirmektedir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila’ya yaptığı açıklamalar anayasa çalışmasına ek bir boyut getiriyor.Kılıçdaroğlu, anayasa çalışmasıyla paralel olarak dört yasal değişikliğin yapılmasını talep edeceklerini söylüyor. Bunların dördü de, yeni anayasayla kurulması amaçlanan yapıya uygundur:1- Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması.2- Siyasi Partiler Yasası’nın değişmesi.3- Tutuklu vekiller sorununun aşılması.4- Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması.***CHP’den daha önce yüzde 10 seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesini öngördüklerine ilişkin açıklamalar yapılmıştı.Kılıçdaroğlu bu kez bir oran vermiyor, ancak AKP’nin de seçim öncesi açıklamaları dikkate alınırsa yüzde 5’lik bir oranda anlaşma sağlanması muhtemeldir.Siyasi Partiler Yasası, Türk siyasi hayatının birçok anti-demokratik hastalığının temel unsurudur. Bütün siyasi partiler, muhalefet hayatlarında bunun değişmesi gerektiğini belirtir, ama iktidar olunca unuturlar. Bu yasanın da demokrasi ve şeffaflık hedefiyle değiştirilmesi zaten şarttır.***Tutuklu vekiller sorunu, yaşamakta olduğumuz birkaç boyutlu siyasi gerilimin bir sonucudur ve çözülmesinin barışçı bir katkı sağlayacağı açıktır.Sorunu gerilimleri azaltıcı, siyaseti güçlendirici bir yaklaşımla gidermenin kolay yolları da bulunmaktadır.Özel yetkili mahkemelerin varlığı da yargı sistemimizdeki aksaklıkların bir sonucudur.Çağdaş hukuk ve adalet anlayışında hukuk fakültelerinde öğretilen ilkelerin geçerli olabilmesi için köklü bir reform hareketinin hâlâ şart olduğunda da bütün hukuk dünyası hemfikirdir. Nihayet “bir yerden” başlanmasına, ilk olarak da sorunun temelindeki zihniyeti değiştirmenin, yenilemenin hedef alınmasına da karşı çıkan olmayacaktır.***CHP Genel Başkanı’nın bu dört yasal düzenlemenin de anayasa çalışmasıyla eşzamanlı yürütülmesi önerisi dikkate alınmalıdır. Bu öneri hayata geçirilirse, önemli bir zaman tasarrufu sağlanabilir.Çağdaş anayasa nasıl bir pazarlık konusu olmamalıysa, bu tür düzenlemeler de pazarlık konusu edilmeden geniş bir siyasi iradeyle gerçekleştirilmelidir. Yeter ki siyasi iradenin değişik unsurları böyle önemli bir aşamada ortak irade sergileyebilsinler ve “malı kapıp kaçma” ya da “mal onun olacaksa ben zarar veririm” gibi ilkel anlayışları geride bırakabilsinler.
KCK operasyonu adı verilen gözaltı ve tutuklamalarda ulaşılan sayının anlamını önce siyasi irade düşünmelidir.İki yılda 7 bin 748 kişi gözaltına alınmış, 3 bin 895 kişi tutuklanmıştır.Bunların arasında BDP üyeleri, belediye yöneticileri, örgüt yöneticileri de büyük bir yer tutuyor.KCK operasyonlarının adeta “kampanya” şeklinde yürütülmeye devam edilmesi, belli bir hedef olduğunu gösteriyor.Bu hedef BDP’yi tasfiye etmek, açık ve yasal siyaset alanlarını iyice daraltmaksa belli bir başarı elde edilmesi mümkündür. Devlet her zaman güçlüdür. Bu gücünü, Kürtlerin çoğunlukta olduğu, BDP’nin yüksek oy aldığı şehirlerde yasal siyaseti imkânsız hale getirmekte kullanabilir.Ancak bu yolda karar alanlar, BDP’nin ve KCK’nın Türkiye’nin Kürtlerini temsil etmediğini düşünüyor, bu polisiye yollarla Kürt vatandaşlarla önce BDP’nin, dolayısıyla da KCK’nın ilişkisinin kesilebileceğine inanıyorlarsa, çok yanlış bir hesap içindedirler.Kapatılan onca partinin ardından, her seferinde anında yeni bir partinin örgütlenebilmesi bile “temsil” niteliğinin kuvvetini göstermektedir.***Türkiye Kürtlerinin yarısının BDP’ye yarısının da AKP’ye oy veriyor olmasından yola çıkarak, “BDP tasfiye edilirse AKP’ye yönelimin artacağı” hesabına ulaşmak, yaşanmış bunca olaydan ders almakta zorlananlar olduğunu gösteriyor.Mevcut meseleyi AKP ile BDP-KCK-PKK arasındaki mücadele düzeyine indirgemek, bu bakış açısı üzerinden “çözüm” aramak meseleye geleneksel devletçi bakışın yeni şeklinden başka bir şey değildir.Ankara “PKK’ya rağmen demokrasi”, “teröre rağmen en ileri vatandaşlık hakları”, “birikmiş öfke ve kuşkulara rağmen barış eli” bakış açısına girmekte bir kez daha zorlanarak, Kürt siyasetini de itiyor.Bu ufuk daralması, bugüne kadar defalarca denenmiş ve bir işe yaramamış yöntemlerin art arda tekrar ortaya çıkmasından da anlaşılıyor.Terör haberlerinin verilmesinin terörü teşvik ettiği, terörün propagandasını yaptığı kanaatinin bir kez daha ortaya çıkmış olması da ufuk daralmasını tekraren işaret ediyor.Bunları yeni fikirler zannedenler bir zahmet gazete arşivlerine bakarlarsa, geçen otuz yıl boyunca bu mantıkların kaç kez çökmüş olduğunu göreceklerdir.
CHP’nin Baykal’ın genel başkanlığı döneminde izlediği siyasi çizginin sol ya da sosyal demokrasi ile ilgisi olmadığı söylendiğinde CHP’lilerden büyük tepki gelirdi. Meğerse CHP’lilerin yarıya yakını, yüzde 43’ü de CHP’nin sosyal demokrat seçmeni temsil etmediği kanaatindeymiş.Andy-AR, CHP’ye oy verenlerin bugün partiye, partinin liderliğine nasıl baktıklarını araştırdı.Bizce en önemli sonuç, bu partiye oy verenlerin yüzde 43’ünün aslında CHP’nin solcu ya da sosyal demokrat olduğuna inanmıyor oluşu. Belli ki kendilerini solcu, sosyal demokrat olarak nitelemekle birlikte kendilerini temsil etmeyen bir partiye oy vermeyi “mecburiyet” olarak hissediyorlar.Bunun bir nedeni “alışkanlık” olabilir, bir başka nedeni de AKP’ye ilişkin katı kanaatler.***CHP’ye oy verenlerin yüzde 55’i yeni yönetimi başarısız buluyor.Yüzde 52’si parti politikalarının değişmediğini düşünüyor.Bu cevaplar temeldeki beklentileri de ortaya koyuyor.Demek ki CHP seçmeninin yarısı, parti politikalarının, iktidara aday olmayı sağlayacak şekilde değişmesini bekliyor.1965 yılında İsmet İnönü’nün “CHP ortanın solundadır” demesi, daha sonra o güne göre “sol” olarak nitelenebilecek bir kadroyu öne çıkarması ve Ecevit hareketi, CHP içinde, bütün yapıyı değiştirmese de belli bir “sola açık” kanadın var olmasını sağladı. Kendisini solcu zanneden ama klasik muhafazakâr-devletçi üslubun içinde siyaset yapan kadrolarla kendisini solcu olarak görenlerin CHP içinde bulunabilmeleri temin edildi.Sosyalizm ile “millicilik” adı verilmiş milliyetçiliğin bir araya getirilmesinde başarılı olunması da CHP’ye ideolojik karmaşa olarak yansımaya devam etti.Bu karmaşa, söz konusu araştırmaya “kim lider olmalı” sorusunun cevabı olarak yansıyor.Seçmeninin yarısı CHP’yi sosyal demokrat olarak görmüyor, yeni genel başkanı başarısız buluyor, ama lider olarak Sarıgül ve Baykal adlarını öne çıkarıyor...***Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’ye oy verenlerin, oy vermek isteyenlerin zihninde bir açıklık sağlanmış olmadığı; tam tersine, fikri karmaşanın devam ettiği açıkça görülüyor. CHP yönetiminde hâlen bu karmaşayı ve belirsizlikleri giderme yönünde çabalar, eğer varsa bile seçmenine ulaşamadığı ortadadır.Önümüzdeki yerel seçime CHP’nin bu yapı ve zihinsel karmaşa içinde gideceği anlaşılmıştır. Dolayısıyla kendi seçmeninde bile CHP’ye yönetme ehliyetini teslim etmekteki tereddüt devam edecektir.Demokratik sistemin temel mantığına uygun işlemesinin önemli bir koşulu, farklı siyasi kanatlarının varlığı ve birbirini denetlemesidir. Bizim sistem şu anda tek kanatlıdır, bunun sakıncalarının yaşanması da kaçınılmazdır.
Terör ve Kürt meselesinde 90’lı yılların egemen mantığında “dış destekler olmasa hallederiz” kanaati egemendi.Dış destekler kesilecek, örgütle ilişkili olduğu kuşkusu olan herkes içeri alınacak, sınır ötesi operasyonlarla örgütün “beli kırılacak“tı.Olmadı. Sorunun da içeride, sorunun kaynaklarının da içeride olduğuna inanmak istemeyenler, meseleyi algılamamakta direnenler, ne kadar çok adamı hapse tıkar ne kadar çok militanı öldürürse meseleyi o kadar kolay çözeceğini zannedenler kan dökülmesinin yollarını sonuna kadar açtı.***Bugün konuşulanlara da bakılınca, 90’ların umarsız ruhunun neredeyse hortlamak üzere olduğu kaygısına kapılmamak mümkün değil.Terör eylemleriyle doğrudan ilişkisi olup olmadığına bakmadan çok sayıda kişiyi tutuklar, sınır dışını bombalar, “dış destekler yüzünden çözemiyoruz” kanaatini yaymaya çalışırsan 90’ların ruhunu hortlatmak işten bile değildir.KCK operasyonu adı verilen faaliyetler artarak ilerliyor, anlaşılan o ki daha da ilerleyecek; PKK ile ilişkisinden kuşkulanılan herkes toplanmaya çalışılacak. Şu anda 3 bin diye bir sayı var.Operasyonlarla sonuç alınabileceğini zannedenler bu sayı 6 bine, 8 bine, 10 bine çıkarsa bütün örgütü çözeceklerini de sanabilirler. Sanmasınlar; bu yolla elde edilecek olan, daha büyük öfke, daha büyük güvensizlikten başka bir şey olmayacaktır.***En yetkili kişi tarafından ortaya atılan “Alman vakıfları” konusu da yeni olmadığı gibi, yine 90’ların mantığında çok tekrar edilmiş, kamuoyunu “dış destekler”in kuvvetine inandırmak dışında somut bir sonuca da ulaşmamıştır.Söz konusu vakıfların çalışmaları bellidir, PKK’ya açık destek verdiklerine ilişkin herhangi bir kanıt da bulunmamıştır. Bunların ayrıca “istihbarat” faaliyetlerinde bulunduğuna ilişkin iddialar da ortaya atılmış, bu konuda çalışma yapmış bir profesörün cinayeti de halen aydınlanmamış olaylardan biri olarak kalmıştır.***Sınır ötesi askeri operasyon tezkeresini de Meclis kabul edecektir. Yıllardır yapılan sınır ötesi operasyonlarda ne sonuç alındığı ortadadır ve bunu “çözüm” gibi görenler bugüne kadar sağlanan “askeri” başarıların tam bir bilançosunu verirlerse, en azından kendileri bu sonuçları gözden geçirirlerse 90’ların ruhunun çaresizliğini de belki görebilirler.
Meclis Başkanı’nın yeni anayasa çalışmaları başlarken, genel eğilimin işe “sıfırdan başlamak” yönünde olduğu anlaşılıyor.“Çalışmaya sıfırdan başlamak” bir “akademik yöntem” olarak önerilmiş olabilir.Çok acil siyasi ve toplumsal beklentiler ortadayken “sıfırdan başlamak”, öncelikle yeni anayasanın her durumda bir “AKP anayasası” olacağına inanmış ve birinci dertleri de bunu engellemek olan çevrelerin işine gelecektir.İşe sıfırdan başlandığı takdirde, “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeler gündeme geldiği anda kavga çıkması kaçınılmazdır.Yeni anayasanın Ne olmaması gerektiğini gösteren bir metin, 1982 Anayasası olarak eldedir.1961 Anayasası‘nın, kudretlilerin zamanına göre fazla buldukları kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen maddeleri de eldedir.Prof. Ergun Özbudun’un hazırladığı ve siyasi oyunlar yüzünden içeriği doğru dürüst tartışılmamış olan metin de eldedir. Bazı Batılı ülkelerin, anayasa hukukçuları tarafından “örnek” olarak gösterilen anayasaları da eldedir.***Sıfırdan başlamamak için gereken her şey, otuz yıllık tartışma birikimi, toplumda oluşmuş ana eğilimler ve ‘olmazsa olmazlar‘ da ortadadır.Bunlara rağmen, “sıfırdan başlamak” yönünde bir siyasi iradenin ortaya çıkmış olmasının yine siyasi nedenleri olması gerekir.Bu anayasanın getireceği en büyük yeniliklerden biri, “Türklük”ün yerini “anayasal vatandaşlık, Türkiye vatandaşlığı”nın alması olacaktır.Bu değişikligin Kürt meselesinin kilit noktalarından biri olduğu ortadadır. Eğer siyasi irade bu “devrimci” adımı “erken“ atarak kendisini büyük bir taviz vermiş konumunda görmek istemiyor, o nedenle de yeni anayasa yapımının sarkmasını tercih ediyorsa yanlış yapıyor.Her türlü “ırkçı” vurgudan arınmış, bütün farklılıkları içeren ve kapsayan bir vatandaşlık kavramı bugün demokrasilerin temel unsurlarından biridir ve toplumu göstermelik bir birliktelik değil, farklılıklarıyla birliktelik olarak algılayan çağdaşlığın gereğidir.***Yeni anayasayı toplumun yaklaşık yüzde 95’ini temsil eden bir Meclis yapacaktır, ama yine toplumun yüzde 15-20’lik bir kesiminin korkuları da tam olarak giderilmiş değildir.Anayasa çalışmalarını yavaşlatmadan hem kendi kuşkularının üstesinden gelmek, hem toplumun bir kesiminin endişelerinin yersizliğini anlatmak da siyasetin; AKP, CHP ve BDP’nin görevidir.
Yirmi yıl önce Kürtler, varolan siyasi partilerin içinde kendilerini gizleyerek değil, ilk kez kendi kimlikleriyle Meclis’e girmişlerdi. Bunu “aşırı” bulunabilecek bir gösteriyle herkese göstermek istediler.“Aşırıydı” ya da değildi. Ama o gün karşılığı çok sert oldu.Yirmi yıl geçti, 30 bine yakın insan daha hayatını kaybetti.Acılar acıları doğurdu. Öfke ve nefret içinde, savaş halinde büyüyen kuşaklar birbirini izledi.Bu manzaranın bir kayıp zaman manzarası olduğu, 1 Ekim’de, Meclis’in açılış oturumunda gözler önüne serildi.***Yirmi yıl önce siyasetin başında olanların ne kadar ufuksuz, öngörüsüz, beceriksiz olduklarını bugün herkes görebiliyor.Yapılan yanlışlar silsilesini, ufuksuzlukları içine hapsolmuş muhterislerin yarattıkları ortamın on binlerce insanın canına mal olduğunu siyasi yapı da bütün açıklığıyla gördü.Yirmi yıl öncesinin yanlışları bugün nasıl bütün açıklığıyla görülüyorsa, bugünün yanlışları da gün gelecek ortaya serilecektir.***Yirmi yılın büyük bir zaman kaybı olduğunu söyleyenlerin bir gün bile zaman kaybedilmesine tahammülleri olmaması gerekir.Bunun için yeni anayasanın çok hızlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Yeni anayasayla Türkiye’nin iç barışının sağlanması yolundaki birinci ve en büyük adımının atılmış olacağına kimsenin kuşkusu kalmamıştır. Kimse derken, yirmi yıl öncesinin ruhunu yaşatmaya uğraşan siyasi yapıları elbette ki kastetmiyoruz. Onlar direnmeye devam edip eski yüzyılın kalıntıları olarak varolmaya çalışacak, bu ülkenin insanlarına verdikleri zararı gizlemek için de büyük laflar etmeye devam edeceklerdir.***Yeni anayasa çalışmaları başlarken, ortaya atılabilecek uzun ve karmaşık yöntem ve usul tartışmalarını kamuoyunun hoşgörmesi de beklenmemelidir. Mümkün olan en kısa sürede yeni anayasanın ortaya çıkmasıyla kazanılacak zaman bugün sıkıntı yaratan meselelerin de daha sağlıklı olarak ele alınmasına imkân verecektir.Türkiye’nin ilk ve acil işinin, cumhuriyet devriminin ardından ilk sivil, çağdaş, demokratik anayasa olduğunda bütün toplum birleştiğine göre, 1 Ekim’deki görüntüyü veren Meclis’te kimsenin de bir mazereti olamaz.
Bir CHP’li milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın yeni anayasanın altı ayda yapılması görüşüne verdiği cevapla anayasa çalışmalarında küçük oyunların, ipe un sermelerin devam edeceğinin işaretini de vermiş oldu.CHP’li milletvekiline göre, anayasanın altı ayda yapılması, özgürlükçü bir anayasa olmayacağını gösterirmiş. Bu mantığı açıklamakta sözün sahibi de bir hayli zorlanır, ama böyle bir yaklaşımın anayasa çalışmalarına hiçbir faydası, katkısı olmayacağı bellidir.***Türkiye, 1982 Anayasası’nı tartışmadan kabul etti. Tartışmak ve karşı görüş bildirmek yasaktı. Biraz eleştirel bir yayın olursa sıkıyönetim makamları hemen uyarıda bulunurdu; açıkçası, tehdit ederlerdi.Askeri yönetimin ardından, askeri yönetimin desteklemediği Turgut Özal’ın Anavatan Partisi‘nin kazandığı ilk seçimle birlikte anayasa tartışılmaya başlandı. O günlerden itibaren siyaset sahnesine çıkan bütün siviller ve partileri 1982 Anayasası’nı eleştirdiler, maddelerde yirmiye yakın değişiklik yapıldı, ama hiçbir siyasi parti, tümden yeni bir anayasa için harekete geçmedi.Tam 28 yıl boyunca, 1982 Anayasası’nın tartışılmadık bir yanı kalmadı. Sivil, demokratik, çağdaş bir anayasanın nasıl olması gerektiği de bütün ayrıntılarıyla konuşuldu, tartışıldı. Böyle bir anayasanın temel ilkeleri ve yönü üzerine yapılan tartışmaların ardından gidilen referandumlarda da seçmen aynı şekilde irade beyan etti.***Son genel seçimler öncesinde CHP Genel Başkanı ve sözcüleri de özgürlükçü, çağdaş bir anayasa için vaatte bulundu.Üstelik ortada AKP’nin ve birçok sivil toplum kuruluşunun, akademik çalışma gruplarının yapmış olduğu çalışmalar ve taslak metinler de var.Bütün bunların üzerine “altı ay yetmez” diye lafa girmek, Ankara usulü engelleme faaliyetinden başka bir şey değildir.Tam tersine, altı ay bile uzun bir süredir. Meclis komisyonu eğer işe sıfırdan başlamaya kalkışmaz, etkili bir çalışma yürütürse çok daha kısa sürede bir metin ortaya çıkabilir. Çıkmalıdır da, çünkü bu anayasayla birlikte çok önemli reformların gündeme gelmesi gerekiyor.Kürt meselesinin çözümü yolunda bu anayasanın önemini de herkes biliyor.Meclis’e ve Türkiye’ye zaman kaybettirecek oyunlara girmeyi düşünenler, Türk toplumundan, toplumu oluşturan kesimlerden destek göremeyeceklerini fark etmezlerse bu anayasayla tasfiye edilecek eskimiş yapının içine kendilerinin de dâhil edildiklerini göreceklerdir.