Şiddet sarmalı Türk toplumunu maddi ve manevi olarak her gün biraz daha dibe çekiyor. Manzara 90’lı yıllardaki en küçük bir ışığın görülmediği karanlık günlerine dönüş korkusunu tırmandırıyor.Eğer PKK, Ankara’yı hareket edemez hale getirerek masaya dönüşü bir tür “teslimiyet” haline getirmek stratejisini uyguluyorsa böyle bir stratejinin hiçbir başarı şansı yok.Ankara, zaten KCK operasyonlarını sürdürerek kendi hareket alanını daraltıyor.Şiddetin tırmanmasının hedefi sadece ya da ilk adımda Öcalan’ın tutukluluk koşullarının değişmesini sağlamaksa, Ankara’nın buna sıcak bakmayacağı da belli.Sonuç şiddet sarmalı içinde her gün biraz daha tıkanmak, biraz daha dibe inmektir.***Bu savaş, çoktan ve fazlasıyla kirlendi. Bebek ölümleriyle daha da kirlenecek, Dağlıca baskını gibi çok şehit verilmiş olayların arkası açıklandıkça daha da kirlenecektir.Görüşmelerin tekrar başlamasını sağlamanın yolunu bulmak bir yanda Hükümete diğer yanda da BDP’ye düşüyor.Siyaset alanı daralmış, temsil niteliği sürekli sorgulanan, örgütleri ve elindeki yerel yönetimler KCK operasyonlarıyla hırpalanan BDP’nin bir kenara itilmiş olması olumsuzlukları daha artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.***Bir süre önce CHP’den gelen ve işlevi diyalog ortamı yaratmak olacak “akil adamlar”ın devreye girmesi önerisi AKP çevrelerinde de konuşuluyor.AKP ve CHP, Meclis grupları olarak böyle bir girişimde bir araya gelebilirse, bu, kımıldamadan seyretmek yerine, en azından “diyalog” yolunda belki bir adım atılmasını sağlayabilecek bir girişim olabilir.Bu aşamada ortada sadece sorular birikiyor.PKK bu saldırılarla nereye varmak istiyor? Bilinmiyor.AKP Hükümetinin, KCK operasyonları dışında bir planı var mıdır? Bu da bilinmiyor.Bu iki soru ortada olunca da ortamın değişmesi için iki talep söz konusu oluyor: KCK operasyonları dursun, PKK eylemlerini durdursun. Bunlar için görüşmeye de gerek yok.Şiddet sarmalı herkesi biraz daha içine çekerse bunları söylemek de güçleşir ve o zaman felaket senaryoları devreye girer.
Başbakan Erdoğan’ın, partisinin Kızılcahamam toplantısındaki kapanış konuşması genel çizgileriyle bir “balkon konuşması”ydı.CHP’nin bazı yolsuzluk iddialarına cevapların dışında, iki seçim başarısının ardından yaptığı balkon konuşmaları gibi, bütün ülkeyi, bütün farklarıyla kucaklamak, herkesin beklentilerini gerçekleştirmek iradesini tekrarladı.Erdoğan’ın yeni anayasayla ilgili olarak söyledikleri de toplumsal ve siyasi uzlaşma vurgusunun yanında 1982 Anayasası’nın mantığının tam tersi bir mantığa sahip olacağına ilişkin iradenin tekrarı da diğer siyasi partilere ve sivil topluma da sorumluluk yükleyen bir iradedir.***Başbakan’ın konuşmasındaki “verdiğimiz bütün sözleri yerine getirdik” şeklindeki cümle, belki kendi gündemindeki öncelikler açısından doğru bir ifade olabilir, ama biraz açılması ve birçok konunun hatırlanması gereğini doğuran bir ifadedir.Daha birkaç gün önce, Başbakan’ın BDP’nin Meclis’te baş örtüsü serbestliği talebiyle ilgili girişimine verdiği cevaptaki “sen Zerdüştsün sana ne başörtüsünden” cümlesi, verilmiş sözlerin gerçekleştirilmesindeki eksikliklerin alanını gösteriyor.İfade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü alanında, yaklaşık on yıldır Başbakan’ın çoğu kendi ağzından ve parti sözcülerinin ağzından verilmiş sözler yerine getirildiği zaman Erdoğan’ın dünkü sözü gerçekleşmiş olacaktır.Terörle Mücadele Yasası‘nın ele alınacağını Başbakan defalarca söyledi. Yüzde on seçim barajı da ele alınmadı. İfade özgürlüğünün güvencelerini güçlendirecek, iletişim özgürlüğünün temel insan haklarından biri olarak korunması da hâlâ sağlanmış değildir.***Başbakan’ın eski sözleri arasında yer alan ve hâlâ vatandaşı rahatsız eden bir konuya, milletvekili dokunulmazlığının yeniden düzenlenmesine ilişkin olarak da herhangi bir adım atılmamıştır.AKP’nin iktidar döneminde “demokratik reform” alanına girecek çok önemli adımlar atılmış olduğunu ortadadır. Bu adımların tam hedefe ulaşılabilmesi için hiçbir gedik kalmaması gerekiyor. Şu anda kapanmamış gediklerin yarattığı sonuçlar ortada olduğuna, demokrasi ve özgürlükten kimseye zarar gelmeyeceğini de öğrendiğimize göre, bunların da kapatılmasında herhangi bir zorluk görünmüyor. O gedikleri kapatacak adımlar da atıldığında Erdoğan’ın cümlesi tamamlanmış olacaktır.
CHP’nin anayasa çalışmasına ilişkin açıklamalar, ilk aşamada AKP ve BDP ile uzlaşma sağlanabileceğinin işaretlerini veriyor.Meclis uzlaşma komisyonunda CHP adına yer alacak vekillerden Süheyl Batum’un verdiği bilgilere göre “Türklük” tanımının yerine “yurttaşlık” kavramının gelmesi konusunda bir sorun bulunmuyor.Batum’un açıklamasına göre CHP’nin yeni anayasada yer almasını savunacağı ilkeler şöyle özetlenebilir:- Türkçenin resmi dil olmasının yanında, devlet okullarında ana dilde eğitim imkânı sağlanmalı.- Seçim barajı yüzde 5’e çekilmeli.- YÖK kaldırılmalı.- Milli Güvenlik Kurulu anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı.- Sadece bir bölge için değil, bütün ülke için yerel yönetim reformunun yolu açılmalı.- Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi yeniden düzenlenmeli.- Askeri Yargıtay kaldırılmalı.- Özel yetkili mahkemeler kaldırılmalı.***CHP’nin hukukçu vekillerinin hazırladığı taslakta yer alan bu ilkelerin bazıları zaten AKP’nin geçen yıl hazırlattığı taslak metinde de yer alıyor.Önerilen ilkelerin bazıları ise, anayasada yer alması şart olmayan, yasayla düzenlenebilecek hususlardır.Bu taslakta yer verilen seçim barajının yüzde 5’e düşürülmesi konusunda AKP’nin tavrı belli değil.Hükümet partisinin özel yetkili mahkemeler konusundaki niyeti de bilinmiyor.Öte yandan, bu ikisi de dâhil olmak üzere, CHP taslağında yer aldığı bildirilen ilkeler üzerine hem Meclis’te hem de sivil toplumda geniş bir uzlaşma sağlanması kolay olacaktır.Ne var ki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde bu ilkelerde uzlaşma sağlanması daha güçtür. Anayasa çalışması sürecinde CHP içinde farklı sesler çıkması muhtemeldir.***Böyle bir tartışma CHP’nin kendi içindeki “değişim” süreci açısından da belirleyici olabilir.Eğer parti yönetimi, kendi iç uzlaşması uğruna anayasa çalışmasında kararlı davranmazsa yara alacak olan, doğrudan Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve kadrosudur.CHP’den gelen anayasayla ilgili ilk işaretlerin yönü önemlidir ve CHP’den bu yönü terk etmemesi, ucunda parti içi hesaplaşma, hatta bölünme olsa da, bu yönde kararlı bir “demokratik irade” beklenecektir. CHP, bu iradenin güçlü olması halinde “değişim” sürecine gerçekten girebilir.
AKP, Kızılcahamam’da bir toplantı yapıyor. Partinin önde gelen kadroları hem hükümeti dinleyecekler hem de kendi aralarında ve bakanlarla tartışacaklar, fikir üretecekler.Hafta sonu olduğu için aileleri de yanlarında olacak, onlar da kaynaşacak.Siyasi olarak önemli ve güzel bir faaliyet. Parti içinde demokrasiye katkıda bulunacağı gibi, çeşitli kademeler arasında iletişim sağlayacak ve kuşkusuz hem siyasi hem örgütsel güçlenme sağlayacak.Bu toplantıyla ilgili haberi izliyoruz. Şunlar var haberde: Olağanüstü güvenlik önlemleri... Bir güvenlikçiye kimlik göstermek yetmiyor, bir partili de onaylıyorÖ Partililer gelmeden önce binada “böcek araması“ yapılıyor, bu “böcek“ denilen şey, gizli dinlemeler için kullanılan bir alet.Bir yanda uygar bir siyasi çalışma diğer yanda ise bunlar, olağanüstü güvenlik, böcek aramaları falan.***Ülkenin geleceğiyle ilgili tartışmalarda, fikir beyanlarında hep “normalleşme” diye bir kelime kullanılıyor.“Normalleşme” sözcüğü medeni ya da gelişmiş sıfatı kazanmış ülkelerdeki gibi bir “hayat”ı ifade eder.Bu ülkelerde başbakanlar iki koruma aracıyla gezer (kendi ülkelerinde), bakanlar bazen korumasız gezer, sokakta dolaşır, herkesin gittiği kahvelere, lokantalara elini kolunu sallayarak girer çıkar. “Normal” yaşar.Biz de böyle ülkelerde önemli kişilerin hep bisikletle dolaştığını, herkes gibi sokakta yürüdüğünü gördükçe hayret ederdik. Bu “normal” hayat bize oldukça uzak gelirdi.Şimdi de çok uzakta. AKP’nin Kızılcahamam toplantısında alınan güvenlik önlemleri, birilerinin gizli dinleme yapma ihtimalleri, normal yaşamaktan ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyor.Bir yandan da “böyle bir toplantıda ne konuşulacak ki birileri dinleyecek” denebilir, ama bu da normalleşmeden ruh olarak da ne kadar uzakta olduğumuzu gösteriyor.***“Normal” bir ülkede asla olmayacak kadar çok sayıda kişi hâlâ tehdit alıyor, binlerce kişi korumayla geziyor.Bu ülkede gerçek bir “normalleşme” olacak mı?Herhalde olacak. Ama gerçek anlamda “normalleşme”ye ulaşabilmek için daha çok fırın, o fırınlarda yenmesi gereken daha çok ekmek var. Ye ye bitmez...Belki de bir gün biter, “normalleşme” geliverir.
Kadına yönelik şiddet olayları bütün tepkilere rağmen devam ediyor; hatta belki de azalmıyor, artıyor.Bu hastalık, toplumsal hastalıklarımızın bir ucu, en fazla görünen ucu olarak nefret topluyor.Artık iyiden iyiye göze batan bu hastalıklı ucun gerisinde şiddetten, hoyratlıktan kurtulamamış bir toplumsal doku var. Sosyologlar, psikologlar, şiddetin, hoyratlığın, hatta kabalığın bu kadar yaygın olmasının kaynaklarını araştırıyor.Kaynağı her ne olursa olsun, böyle bir hastalık dört bir yanımızı sarmış durumda.Evde şiddet vardır ve gizlenir.Okulda şiddet vardır ve ancak ana baba hassasiyet gösterirse öğrenilir.Yıllar boyunca “cumartesi anneleri” İstanbul’un göbeğinde, herkesin gözü önünde her cumartesi polis dayağı yedi. Hiç şüphe yok ki, milyonlarca kişi de “hak ettiklerini” düşündü, umursamadı...***İster haklı olsunlar ister haksız, herhangi bir konuda protesto hakkını kullanan gençlerin susturulma tarzı, onlara verilen ağır cezalar, en başta devletin şiddet ve hoyratlığın merkezi olduğunun kanıtıdır.Gösterilerde olay çıktığı zaman birinci görevinin vatandaşını korumak olduğunu unutmuş kamu görevlilerinin şiddeti değil orantısız, en abartılı haliyle kullanması devletin bu ruh halinin en açık ifadesidir.Askerlik görevini yapanların üstlerinden dayak yemeleri hâlâ olağan karşılanıyorsa, bu da yine hastalığın ne kadar kökleşmiş olduğunu gösterir.Bunların tedavisine başlamak; göstericinin kafasına kıyasıya vuran polisi, asker döven rütbeli kişiyi, çocuğunu döven babayı, öğretmeni durdurmak bu ülkeyi yöneten, geleceğini belirleyen hiç kimse için dert olmadı.O kadar olmadı ki, ruhsatlı ruhsatsız yüz binlerce silahın ortada dolaşması, şiddet hastalığının bir ürünü olarak görülmedi. O yüz binlerce silahın toplanması, ülkeyi yönetenlerin asla akıllarına getirdikleri bir mesele değildir. Bu kadar çok silahın dolaşımda olmasının her türlü şiddeti teşvik edeceğinin bilincinde olmayanların kadına şiddet olaylarında tepki göstermek zorunda kalmaları sadece bir ikiyüzlülük görüntüsüdür.***Şiddetle bu kadar iç içe yaşamak zorunda kalmış bir toplumda barıştan, ileri demokrasiden, en gelişmiş toplumlar arasında yer almaktan söz etmek tuhaf oluyor. Hayatın her alanındaki şiddetin, hoyratlığın yaygınlığını yok etmeden ileri demokrasi epey uzakta durmaya devam edecektir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye ilerleme raporuna Ankara’dan tepki geldi. Bu tepkilerin gösterilmesi âdettendir. Ama tepkiyi gösterenler gerçek durumun ne olduğunu da bilirler.Son raporda, demokratik gelişmeler ve demokratik bir anayasa yapma iradesi, beklendiği gibi övülüyor ve destekleniyor.Ancak Avrupa Birliği’nde geçerli standartlara uymayan hususlar da açık olarak belirtiliyor. Bunlardan biri, bütün demokratik girişimlere rağmen hapiste gazeteci olmasıdır.***Sorumlu Bakan Egemen Bağış, gazeteci kimliği taşısa da gazetecilik faaliyeti nedeniyle hapiste bulunan kimse olmadığını söyledi. Bunun doğru olmadığını herkes biliyor.Kuşkusuz kendileri de biliyor.Terörle mücadele yasasına hâlâ el sürülmediği ve ilgili maddeleri bol kepçe uygulanma alışkanlığı devam ettiği için şu anda hapisanede, sadece yazı yazmış olmak, yayıncılık yapmış olmaktan dolayı hapis yatanlar var.Aynı durumdakilerin sayısının eskiden çok daha fazla olduğu söylenebilir, ama bu bir mazeret olamaz. Silaha el sürmemiş, herhangi bir terör eylemine karışmamış, yayın yoluyla fikir beyan etmiş bu kişiler gazetecilik faaliyetlerinden dolayı hapistedir.Ahmet Şık ve Nedim Şener de gazetecidir ve gazetecilik faaliyetinden başka bir şey yaptıklarına ilişkin herhangi bir kanıt da ortaya çıkarılmamıştır. Yine, bu gibi olayları çok yaşamış, görmüş olmamız da bir mazeret teşkil edemez.***Bu sorunu; hâlâ yazı, basın ve gazetecilik faaliyetlerinin, kimseyi inandırmayan gerekçelerle kovuşturulmasını Ankara dünyaya açıklayamıyor. Açıklaması da mümkün değildir.Avrupa Birliği standartlarına kendimiz için ulaşmamız gerektiğini de sürekli olarak siyasiler söylüyor.O standartlara ulaştığımız gün, yazısı, yayını dolayısıyla kovuşturulan, tutuklanan tek bir kişinin bile kalmadığı gündür.***Avrupa Birliği’nin raporunda dikkat çeken bir başka tespit de, geçen bir yıl içinde müzakerelerde hiçbir ilerleme sağlanmamış olmasıdır. Ankara bu konuda da hiçbir özeleştiri yapmaz, durumu sadece Avrupa’daki “karşıt kuvvetler”in faaliyetlerine bağlar.Oysa sadece Avrupa Birliği için kurulmuş bir bakanlık olmasına rağmen bir yıldır “tık” olmamasını açıklamak durumunda olan da herhalde Ankara’dır.
Adına “uzlaşma komisyonu” denilmiş olan, Meclis’te anayasa çalışmasını başlatacak olan komisyona dört partinin verdiği üyeler belli oldu.Yeni anayasanın niteliğinin, Türkiye’nin birçok önemli derdinin deva yollarını açacağı konusunda kimsenin kuşkusu yok. Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin de çalışmalara bu bilinçle katılmaları birinci beklentidir.AKP’nin daha önce yaptırmış olduğu anayasa çalışmalarının niteliği, iktidar partisinin bu çalışmadaki yönünü göstermektedir.Ana muhalefet partisi CHP’nin, Genel Başkanı’nın son seçim öncesi anayasa konusunda açıkladığı görüşleri bu çalışmada geçerli olursa Meclis’in büyük çoğunluğunun ve toplumun beklentilerini tatmin edecek bir anayasaya yaklaşmak çok daha kolay olacaktır.***BDP’nin üzerinde duracağı, durmak zorunda olduğu maddeler de bellidir. Bunlardan birincisi olan “vatandaşlık” maddesinin yeni şekli üzerinde üç partinin anlaşması, CHP’deki “ulusalcı damar”ın dizginlenmesi koşuluyla zor olmayacaktır.MHP’nin ise, bütün siyasi geçmişi ve açıkladığı direnç noktaları dolayısıyla temel demokratik gelişmeler üzerine yapılacak tartışmalarda yalnız kalması da muhtemeldir.Ancak yeni anayasa yapması beklenen Meclis şu anda daha işin en başındadır. Uzlaşma komisyonu oluşurken “ön koşulsuz” sözü ortaya atılmış ve herkes tarafından da kabul edilmiştir.Şu durumda ilk komisyonun asli görevi de ortaya çıkmış olmaktadır. Yeni anayasanın dolaylı dolaysız engellemelerin hızla aşılarak en kısa zamanda halkın önüne konulmasının sayısız faydası defalarca tekrarlandı. AKP bu konuda “hız yapılması” gerektiği görüşündedir. CHP sözcülerinden gelen açıklamalardan bu partinin hız konusundaki görüşünün ortaya çıkmadığı anlaşılmaktadır.Uzlaşma Komisyonu, eğer çalışma yönteminin en az zaman kaybına yol açacak şekilde belirlenmesini sağlarsa asli görevini de yerine getirmiş olacaktır.***Siyasi partilerin bu komisyona verdikleri üyelerin en hızlı yol ve yöntemlere ilişkin bir uzlaşmaya varmaları bu Meclis’in sivil, demokratik, çağdaş bir anayasa yapma kabiliyeti olup olmadığının da ilk göstergesi olacaktır.Bu çalışmayı yavaşlatan her girişim, sahibi olan siyasi partinin “ipe un serme” çabası olarak görülecek, beklentilerini çok açık olarak tekrarlayan halktan da tepki alacaktır.
Her gün bütün gazetelerde ‘asıl mesele‘yle ilgili onlarca yazı, yorum yayınlanıyor. Hemen hepsinin üzerinde birleştiği bir tespit var: Türkiye bu meseleyi demokratik ilkelerle çözebilir; barış egemen olursa bu topraklar büyük bir maddi ve manevi sıçrama yapacaktır.1925’teki “Şark Islahat Planı”nda Kürtçe konuşmanın yasaklanması, bugünkü durumuna gelen Kürt sorununun başlangıç noktası olarak kabul edilebilir. Daha sonra yapılan her şey kambur üstüne kambur eklemiş, büyük maddi ve manevi kayıplar birkaç kuşak insanımızın sırtına yüklenmiştir.Günlük gelişmeler içinde yapılan yorumlarda bazen insan unsuru öne çıkıyor, bazen meselenin ayrılmaz unsurları farklı boyutlara taşınıyor.Sorunun son kırk yıllık gelişmesini bizzat izlemiş bir gazeteci olarak Hasan Cemal “Barışa Emanet Olun” adıyla yeni bir “Kürt kitabı” yayınladı.Bu kitap, günlük iniş çıkışların ötesinde meselenin bütün boyutlarını, hiçbirini fazla öne çıkarmadan ya da geride bırakmadan yan yana getirmekle, herhangi bir boyutunun gözden kaçırılması tehlikesini giderme işlevini büyük ölçüde yerine getiriyor.***İnsanlar var; 80 yılda kökleşmiş önyargıların sağa sola savurduğu insanlar. Bu insanlar ülkenin her tarafında. En az etkilendiğini sanan bile, bu meselenin yarattığı travmalardan uzak kalamıyor.Devlet var. Seksen yılda kaskatı hale getirdiği çerçevenin aslında çoktan berhava olduğunu kabul etmekte zorlanan “devlet” var.Çocuğunu askere gönderenler, şehit cenazelerinde gözyaşı dökenler, çocukları için korkanlar, korkmaktan bıkanlar var.Dağdaki genç insanlar var. Ölüme bile bile giden genç insanlar var. Dağda silahla dolaşmanın ucunda ölüm olduğunu bile bile birkaç kuşaktır aynı şeyi yapan insanlar.Otuz yılı aşkın süredir yürüttüğü faaliyetler, döktüğü kanla, dökülen kanıyla Türkiye’nin Kürtleri üzerinde ciddi bir egemenlik kurmuş olan, bu egemenliğine hiçbir “demokratik gedik” açmamakta kararlı bir PKK var.***1925’ten bu yana kayda geçmiş ve adına “isyan” denilmiş Kürt hareketlerinin en uzununu, en kanlısını başlatmış, geliştirmiş bir Abdullah Öcalan var.Kürt siyasetinin, PKK ile yakınlığı açık kesimleri de var, PKK’dan uzak durmuş, hatta PKK saldırılarına uğramış Kürt aydınları da var.Bütün bunlar bir arada. Ve bütün bunların bir yanında da Kandil var.Hasan Cemal’in “Barışa Emanet Olun” kitabında bütün bunların ne kadar iç içe geçmiş olduğunu en açık haliyle görmek mümkün. Ama bu yumağın içinden şu anda yükselen en kuvvetli ses “barışa yaklaşma” umutlarını tekrar ediyor.Hasan Cemal’in “Barışa Emanet Olun” kitabını, bu insanlar ve acılar yumağının bütün unsurlarını görebilmek için herkesin okuması gerekiyor; en başta da her şeyi bildiğine inanmış siyasilerin...