Van depreminin ardından, toplumun bütün kesimlerinden gelen açık bir talep var. Bildiğimiz bir talep, silahların susması talebi.Bu talebi, insani çerçevede kuvvetle tekrarlamak için Van depremi bahane oldu. Yerinde bir bahane oldu. İnsanlar hem dayanışma hem kardeşlik duygularını ifade etme imkânı buldu.Kürt siyasetinin bazı önde gelen isimleri bu mesajların alındığını belirttiler.Kuşkusuz o mesajların alınmasının ötesinde, gereğinin yapılması da beklenecek.***Yaşanmakta olan ortam bir sonuç değildir, ancak başlangıç noktası olabilir.Duygusal ortam geçecektir; siyasi ve toplumsal gerçekler yine önümüze gelecektir ama bu başlangıç noktasının doğru kullanılması, “açılım” kavramının tekrar anlam kazanmasını sağlayabilir.Bu, gerçekçi bir beklentidir ve bütün toplumun beklentisidir.Başlangıç noktasından bir aşama ileriye gidilebilmesi için temel bir araç olarak anayasa vardır.Anayasa çalışmasının ilk adımı olarak da Meclis komisyonunda “vatandaşlık” maddesinin değişmesiyle “kardeşliğin” yanına “eşitlik” konulduğunda bir aşama daha ileri gidilmiş olacaktır.***Siyasi iradeler, deprem gibi acı bir olay dolayısıyla ortaya çıkan fırsatı değerlendirme sorumluluğu altındadır.Toplumun bu kadar kuvvetli bir şekilde ortaya koyduğu taleplerin muhatabı sadece AKP ve hükümetiyle BDP değil, onlarla birlikte CHP ve MHP’dir.MHP liderinin ırkçı tepkileri “soysuzluk” olarak nitelemesi, BDP’den ona teşekkür gelmesi toplumun mesajının siyaset tarafından alındığına ilişkin olumlu işaretlerdir.Kardeşlik ölmemiştir, yanına eşitliğin gelmesini, herkes için demokrasinin gelmesini beklemektedir. Bunun karşılığı da barıştır.***Van’daki, Erciş’teki enkazların altında, şehit öğretmen acılarından umutlu bir beklentinin ortaya çıkmış olmasının değeri, hemen önce yaşananlar düşünüldüğü zaman daha da iyi anlaşılmalıdır.Siyasi iradeler bunun gibi başlangıç noktalarını bugüne kadar defalarca kullanamadı.Bu kez kullansınlar, sonuna kadar kullansınlar.Türk toplumu onlardan bütün içtenliğiyle ve çok güçlü bir şekilde bunu bekliyor.
Son deprem faciasının ardından Başbakan’ın söylediği “seçim kaybetsek de yapacağız” sözü, aslında merkezinde “inşaat” olan büyük bir yapının değiştirilmesinin şart olduğunu gösterdi.Nüfusu hızla artan, sürekli iç göç hareketlerinin yaşandığı bir ülkede yeni “yapılaşma”nın büyük boyutlarda olması da kaçınılmazdır. Burada, yarım yüzyılı aşkın bir süredir yaşanan toplumsal hareketlilik içinde örülmüş “inşaat”ın çevresindeki dev yapılanma ortaya çıkıyor.Gecekondular, çürük binalar, çürük kamu binaları aslında bu sistemde doğan katillerdir. Bu sistemin temelini çıkar paylaşımıyla birlikte popülist siyasetler oluşturuyor.***Popülist siyasetler, Başbakan’ın da söylediği gibi, vatandaşın günlük çıkarına göz yummaktır. Bu sayede vatandaşın, tabii ki esas olarak yoksul vatandaşların derme çatma binalarda yaşamalarına izin verilir.Ama diğer yanda da hâlâ varlığını sürdüren ve bir ucunda siyasi yapının bulunduğu bir “nema sistemi” var. Bütün siyasi partilerde “müteahhit” sıfatı taşıyanların bolluğu, bu sistemin açık kanıtıdır.Müteahhitler partilere girerler, partilerle yakın ilişkiler kurarlar ve menfaat çarkları herkes için işlemeye başlar. Müteahhitler, en masum durumda, iş yapabilmek için partilerden “desteklerini“ esirgemezler.Bu “destekler” sayesinde daha iyi çalışmalarını sağlayacak maddi imkânlara kavuşurlar.“Destekler”in bir kısmı şahıs ceplerine girer. O “kısımların” büyüklüğü parti içi denetimlerin durumuna göre değişir.Yerel yönetimler, en masumane durumlarda, bu “destekler” sayesinde vatandaşa daha çok hizmet verebilirler. Sağlanan “destekler”in büyük kısmını vatandaşa hizmete ayırdığına inanılan yerel yönetimler de vatandaş tarafından sevilir.***Bunlar herkesin bildiği gerçeklerdir ve parti ayrımı olmaksızın yapının tümünü besleyen düzenli bir sistem olarak işlemektedir. Ama sonuçta sistem bir “çıkarlar sarmalı” olduğundan gün gelir, bir yerden çöküverir. Örneğin, bütün depremlerde açığa çıkar.Başbakan “seçim kaybetsek bile” derken bu sistemin değişmesinin şart olduğunu söylüyorsa, sistemin değişmesi umudu ortaya çıkacaksa buna bütün vatandaşların, bütün sivil toplumun destek vermesi gerekir.Eğer sistem değişmezse de uzaktaki Van gibi yakındaki İstanbul da bu çıkar sarmalının kurbanı olacaktır.
Adına “sosyal medya” denilen teknoloji hiçbir sorumluluk taşımayan, bilgisi ve görgüsü sıfır düzeyinde birçok kişiye ağzına geleni yayma imkânı verdi.Son günlerde bu yolla insanlık suçu işleyenlerin sayısı da dikkati çekecek ölçüde arttı.İnsanlar arasında kin ve nefret yaymak ağır bir suçtur. İnsanlık suçudur, uygarlık suçudur.Bu suç ekranlarda da işleniyor.Son olarak iki sunucu da aynı suçu işledi.Birkaç gün önce medyanın bu açılardan ciddi ayara ihtiyacı olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Gerçi yazıdaki “ayar” kelimesini, kendisini gazeteci addedenler arasında “Başbakan’a destek oldu” şeklinde anlayanlar da oldu.Yine tekrarlayalım; bu iki sunucu bayan medyanın ciddi şekilde ayara ihtiyacı olduğunu kanıtlamış oldu. Hem de bizim yazımızın yayımlandığı gün.***Bu olayla ilgili tartışmalara bakınca, genel eğitim düzeyimizin vahametini de görmemek mümkün değil. Bunun insanlık suçu olmadığını bilmeyen, anlamayan diploma sahiplerinin bu kadar çok olduğu bir toplumda ciddi bir eğitim sorunu var demektir.Dünyanın gelişmiş medyaya sahip her ülkesinde, kendisini bu camia içinde gören herkes, insanlık suçlarına hoşgörü göstermenin, mazeret bulmanın bu suçların tekrar tekrar işlenmesine yol açacağını bilir.Ne yazık ki bizde kendini gazeteci olarak niteleyen, medya mensubu birçok kişi tam tersini yapmaya çalışıyor.Türk medyasında birçok bakımdan ayar ihtiyacı gerçekten de zirve yapmıştır. Genel eğitim, meslek eğitimi, hakkaniyet eğitimi, adalet eğitimi, temel hukuk ve insan hakları eğitiminde medyanın toplumdaki geriliğin aynası olması, sadece o toplumu biraz daha geriletir.***İnsanlık suçu işleyen iki sunucu, “medya mensubu” olmaya devam ederse, tekrar insanların karşısına çıkmaya devam ederlerse, onlara bu hoşgörüyü gösterenler de insanlık suçuna katılmış olurlar.Medya da kendi ayarlarını kendisi yapamadığı zaman başkalarının gelip o ayarları ve istenmeyecek her türlü ayarı yapmasına alan açmış olur.Böylece de hep birlikte biraz daha aşağıya gideriz.Belki de önce, medyanın her konuda toplumu ileriye götürmek gibi bir işlevi olduğunu öğrenmekten başlamak gerekiyor.
Her defasında aynı şey oluyor, aynı şeyler söyleniyor. Gerçek ise acıdır, ama gerçektir. Suç da kimsede değildir, doğada hiç değildir. Suç bizdedir.Ülkemiz coğrafyasının hemen hemen bütününde yıkıcı deprem riskleri barındırdığını biliyoruz.Hangi bölgelerin en yüksek risk altında olduğunu da biliyoruz.Ona rağmen, binalar kâğıt gibi dağılıyorsa bunun tek sorumlusu biziz: O binaların yapılmasına izin verenler, göz yumanlar, üç kuruş menfaat için o binaları bile bile yapanlar.Ve tabii bu yapıyı değiştiremeyen bütün sorumlular...***Van yıkılırken acı üstüne acı ekledi.Ama gerçek değişmedi.Van’ın, Erciş’in neden yıkıldığını biliyoruz.Köylerin neden haritadan silindiğini biliyoruz.Fakat büyük Marmara depremini aynı atalet içinde beklemeye de devam ediyoruz.Hiçbir şey yapılmadı demek haksızlık olur elbette ama yapılması gerekenlerin çok önemli bir bölümünün yapılmadığını, örneğin büyük bir nüfusun barındığı riskli yapı stoğunun olduğu gibi durduğunu da biliyoruz.***Uzmanlar durmadan konuşuyor. En azından 12 yıldır aynı şeyleri söyleyip duruyorlar.Onlar aynı bilgileri, aynı uyarıları anlamaktan bıktı, biz aktarmaktan bıktık.Doğanın bu gerçeğine karşı nasıl korunulacağını pekâlâ biliyoruz. Ama yine Marmara depremini ve ülkemizdeki diğer her an olabilecek yıkıcı depremleri aynı atalet içinde beklemeye devam ediyoruz.Bugün de hepimiz, her depremden sonra olduğu gibi yine uzman kesileceğiz.Ve yine, her defasında olduğu gibi, bari bu bize ders olsun, yapılacak ne varsa bu kez yapılsın diye temenni etmekle kalacağız.***Ülkemiz büyük, şehirlerimiz sürekli büyüyor, çok kötü bir yapılaşma mirasımız var. Van gibi bir şehrimiz gözümüzün önünde yıkılabiliyor.Yine de bu seferinde birinci teselli, deprem haberinden itibaren devletin refleksinin, 1999’a göre çok gelişmiş olması.İkinci tesellimiz de “sivil” dayanışma ve yardım refleksinin çok hızlı işlemesi.Bu teselliler de az şey değildir, ama esası, esas gerçeği değiştirmez.Yardım ve dayanışma çabalarının arasına bazı hesapların karışmış olduğunu düşünsek bile, böyle hızlı bir sivil destek yine de çok önemlidir.Sorun insandır, hep insandır. Van gibi bir şehri yıkan insandır.Eğer İstanbul’un başına bir şey gelirse onun sorumlusu da insan olacaktır.
Terörün yarattığı travmanın sonuçlarından biri yine bir bilgi ve mesnetsiz yorum kirliliği oldu. Ekranlarda ne uzmanı olduğu meçhul, neyi nereden bildiği meçhul onlarca, belki yüzlerce şahıs askeri yorumlar da yapıyor, en ucuz formülleri tekrarlayarak parmak da sallıyor.Geçen hafta Başbakan’ın medya patron ve yöneticileriyle yaptığı toplantıyla ilgili yazılar okunduğunda medyanın gerçekten de ayara ihtiyacı olduğu ortaya çıkıyor.***Bütün siyasi iktidarlar, hatta bütün siyasiler medyadan şikâyetçidir. Aralarındaki fark, bu şikâyetlerini dile getirme biçimlerinde ve tepkilerde ortaya çıkar.ABD’li siyasetçiler Vietnam savaşının basın yüzünden kaybedildiğini düşünür, ama bunu pek ulu orta söylemezlerdi. De Gaulle en çok kendi kurdurduğu Le Monde’dan şikâyetçiydi, o da bunu ortalıkta söylemezdi. Böyle sayısız örnek verebiliriz.Türkiye’nin Başbakanı da medyanın belli bir yayın politikası izlemesini ister, bunda hiçbir gariplik yok. Ama bizde başka bir gariplik ortaya çıktı, o da kısıtlamaya fazla gönüllü medya mensuplarının mevcudiyeti.Basına dönük her türlü kısıtlamanın tersine teptiğini, buna girişen her siyasi iktidarın başarısız olduğunu ve en başta kendi toplumuna zarar verdiğini artık dünyanın bütün sağır sultanları biliyor.Ancak en sıcak günlerde, en heyecanlı ve duygusal ortamlarda en serinkanlı olması gereken kurumların başında medyanın gelmesi de bir zorunluluktur. ***Doğru, Türk medyasının bazı ayarlara ihtiyacı var.Birinci ayar, her durumda ve söz konusu olan kim olursa olsun asla düşmanlık ve nefretleri beslemeyecek, bir tek kişinin bile korkmasına, huzursuz olmasına yol açmayacak bir yayıncılık anlayışıdır.Düşmanlıklar üzerine kurulu, sadece bağıran, hakaret eden gazeteciliğin gazetecilik olmadığı her sabah tekrar hatırlamak gerekiyor.Siyasiler ne düşünürse düşünsün, şu anda medyamızın ihtiyaç duyduğu ayar budur.Bu ayarın bir ucu da, hakkaniyettir, yani farklı insanlara farklı muamele etmemek, her olayı aynı hak ve hukuk ruhu içinde ele alma cesaretini göstermektir.***Günlük bir ayar daha var; o da, ekranı ve sayfaları gerçekten bilgi ve fikir sahibi olanlara açmak yani bilgi kirliliğini önlemek.Bu ayarları da medya kendi kendine yapabilir, ayar için hiç kimsenin tedbir düşünmesine asla gerek yok...
Bir kısım siyasi, sokağa oynama alışkanlığını sürdürüyor ve en kolayını yaparak BDP’ye saldırmaya devam ediyor. BDP el altında, göz önünde, tabelaları asılı.Bugün yapılanın aynısı 90’lı yıllarda önceki yasal Kürt partilerine yapılmıştı. Bundan, sokağı kışkırtmak dışında fayda umanların bekledikleri olmadı.Partileri kapatmanın da bir faydası olmadı. Bu çizgideki her parti kuvvetli bir halk ve oy desteğiyle tekrar geldi.Bugün BDP’ye parmak sallayarak, terörü daha kuvvetli bir şekilde kınaması isteniyor. Olabilir. Günün duygusal ortamında BDP’nin kendisini terörden ayrıştırmasını beklemek doğaldır.Ama doğru olan, BDP’nin terörü çok kuvvetle kınamaktan başka şeyler yapmasıdır.***BDP’nin, PKK gibi 33 yıl önce kurulmuş ve en uzun isyanı yürütmeye devam eden bir örgütle arasına koyabileceği mesafe bellidir.BDP, PKK, KCK ve yerel yönetimlerdeki yapıların iç içe geçmemesi de zaten mümkün değildir. Buna rağmen BDP, geçen seçimde bir anlamda dışarıya açılarak diğer yapılanmaların üzerine çıkabileceğini, böyle bir iradenin var olduğunu göstermiştir.BDP’lilerden bazıları şu anda yeni ve kitlesel nitelikte, farklı siyasetleri bir araya getirebilecek bir sol parti çalışmasının içinde de yer alıyor.Bütün bu çabaların sonucu kaçınılmaz olarak PKK ile mesafenin açılmasıdır.***Terörün tırmanmasından, savaş ruhunun zirveye çıkmasından ülkenin tümü gibi, Kürt vatandaşların memnun olmadığı ortadadır.Savaş ruhu egemen olduğunda bütün toplum gibi onlar da ağır maddi ve manevi bedeller ödemektedir.BDP’nin de bu gerçeği gördüğü sözcülerinin çeşitli beyanlarından anlaşılıyor. Bu da BDP’den barış yolunda ciddi katkı beklentisini artırıyor.BDP’nin, barış sürecine katkı iradesini ortaya koyabileceği birçok alan vardır. Meclis’teki anayasa çalışması süreci BDP’nin barışa katkı iradesini ortaya koyabileceği, koyması gereken önemli bir alandır.***Siyasette ve toplumda, son saldırıların yarattığı haklı tepkiler, büyük üzüntüler dolayısıyla akıl tutulmaları artabilir.Her şeye rağmen akıl tutulmasına maruz kalmamak durumunda olduklarını kavrayanların çoğalması ve bunların arasına BDP’nin de bir an önce katılması gerekiyor.
Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi ve toplumsal kriziyle karşı karşıya gelinirken muhalefet partileri siyasi olarak tam bir dökülme halinde.1925 yılında, Şeyh Sait isyanının ardından Kürtçe konuşmanın yasaklanmasıyla başlayan sorunda bugün tepe noktaya ulaşılmıştır.Son terör saldırılarının niteliği bunu açık olarak gösteriyor.Böyle bir durumda muhalefet partileri, ülkenin bu krizle baş etmesi için katkıda bulunma, siyaset üretme, krizin büyümesini engelleme yolunu benimsemediler.CHP Genel Başkanı daha ilk dakikada çıkıp hükümet istifa etsin demekle belki bir kısım partiliden alkış alabilir, ama söylediği, gerçekte krizin üzerine kriz eklenmesi talebinden başka bir şey değildir.***Muhalefet partileri, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın, yaşananların demokrasi sürecini engellemeyeceğine ilişkin sözlerine de destek vermediler.CHP Genel Başkanı, kendisine sorulan “olağanüstü hâl ilanı” sorusuna cevap olarak bütün çözümlerin demokrasi ve hukuk çerçevesinde bulunması gerektiğini bile söyleyemedi.Olağanüstü hâl ilan edilmesini isteyen MHP, buna karşı çıkmayan CHP, aynı uygulamanın geçmişteki sonuçlarını hatırlamıyor, o durumun aslında savaş halinin yasal tescili olduğunu da görmüyor olmalı.***Demokratik açılımın en başından itibaren barışçı bir sürecin başarısızlığa uğraması için uğraşan, bu süreçte yaşanan aksamalara sevinen muhalefet partileri sözcülerinin sokağı kışkırtmaya yönelik beyanları da tarihin kayıtlarına geçmiştir.Kışkırtmalardan sonuç alınmasına elverişli bir duygusal ortam vardır. Bu duygusal ortamı bazı hedeflere yönelterek, BDP’yi hedef göstererek yapılan açıklamaların bütün toplumdaki gerginliği tırmandırmasının doğurabileceği vahim sonuçları da bu beyanların sahipleri görmüyor olmalı.***Kriz, muhalefetin sunduğu gibi hükümeti değil bütün ülkeyi yıpratan, gerileten bir krizdir. Bu düşüşü tersine çevirmek için muhalafet partilerinin de desteğine ihtiyaç vardır. Eninde sonunda barış olacaktır, silahlar susacaktır. Bunun herkes için en az kayıpla sağlanmasının yollarını düşünmek onların da birinci görevidir.
Son saldırılar, terör kavramını da aşan, “topyekûn savaş” saldırılarıdır. Böyle bir saldırıya uğrayan kim olursa olsun, bunu başka türlü algılayamaz.Bir süredir, 90’lı yıllara dönüş kaygısını hatırlatıyoruz. Kimsenin sözünün olmadığı, sözü olanın konuşamadığı; topyekûn savaşın tek ihtimal, tek gerçek olarak görüldüğü o yıllarda ne kadar kirlendiğimizi de şimdi görebiliyoruz.Bunu görmemekte ısrar edenler hâlâ var.Hatta sorun sanki dünkü saldırılarla başlamış gibi davrananlar, konuşanlar da var.90’lı yılların en düz ve sahte duygusal nutuklarıyla ilgi toplamaya çalışanlar da var.***PKK’nın topyekûn saldırısının amaçlarını anlayabildiğimiz zaman ne yapmamız, ne yamamamız gerektiğini de görebiliriz.Bu saldırılarla Türk toplumunun ve Türkiye’nin Kürtlerinin barış umutlarının kırılması, tekrar ağır bir savaşçı ruh haline girmeleri amaçlanıyor. O zaman bütün Türk toplumunun ve Türkiye vatandaşı Kürtlerin bu savaş ruhundan, umutsuzluk karanlığından çıkmaları için gereken her şeyi yapmalıyız.Bu saldırılarla, barışçı dillerin susması, savaş dilinin en ağır şekilde egemen olması isteniyor. O zaman her şeye rağmen; bu oyuna düşmeye pek hevesli olanlara rağmen barış dilinin egemen olmasını sağlamalıyız.***Bu saldırılarla, öncelikle anayasa çalışmalarında beklenen “demokrat” tavırların tereddütlü hale gelmesi, böylelikle Türkiye Kürtlerinde “Ankara yine demokrasiden caydı” inancının yerleşmesi amaçlanıyor. O zaman bu saldırıların yarattığı bütün duygusal dalgalanmalara rağmen, yeni anayasanın demokratik ve çağdaş nitelikleri hakkında ısrarlı olmakta asla tereddüt etmemek gerekiyor.PKK’nın topyekûn saldırısının, kendisi için intihardan başka bir şey olmaması için, kurulan tuzakların hiçbirine düşmemek gerekiyor. Bu tuzaklara düşmeye hevesli olanlara rağmen, bugün ne olduğunu anlamamakta, dün ne olduğunu öğrenmemeke ısrar edenlere rağmen düşmemek gerekiyor.***Bazen barışa en uzak olduğumuzu sandığımız nokta, belki barışa en yakın olduğumuz noktadır. Bunun için de sözün bitmemesi gerekiyor. Bu saldırılarla önce sözün bitmesi amaçlanıyor: O zaman söz bitmez, bitemez.