Kişiye göre sistem

8 Mayıs 2012

Başkanlık sistemi konusu bir süredir unutulmuş gibiydi. Aniden tekrar ortaya çıktı. Çünkü, Meclis Komisyonu yeni anayasa çalışmalarında yazım aşamasına geldi.Komisyon mantıklı bir yöntem benimsedi. Önce herkesin üzerinde mutabık olduğu maddeler kâğıda geçirilecek, sonra tartışmalı konular ele alınacak.Böylece başkanlık sistemi tartışması tam zamanında gündeme geldi, ilk tepkiler de beklendiği gibi oldu:Başbakan “tartışılsın” dedi, CHP ve MHP hemen karşı tavır aldı.***Başkanlık sistemi konusu daha önce iki kez ortaya atıldı. Her ikisinde de tartışmanın odağında “kişiler” bulunuyordu.Turgut Özal’ın girişimi, partisi ANAP’tan destek gelmeyince hızla buharlaştı.Süleyman Demirel’in, 28 Şubat krizi devam ederken, hem kendi görev süresini uzatacak hem de cumhurbaşkanı yetkilerini artıracak girişimi de herhangi bir destek bulmadan söndü.Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi daha yakın dönemde de aslında “kişi üzerinden” tartışılmıştı ve bugün de yine öyle oluyor: Destek veren de karşı çıkan da önce kafasında Tayyip Erdoğan’ı “başkanlık” koltuğuna oturtuyor, ondan sonra görüş açıklıyor.***Mevcut sistemimiz “klasik” parlamenter sistem. Serbest seçimlerin yapıldığı 1946 yılından beri parlamenter sistemi yürütmeye çalışıyoruz.Bu sistemi tartışmaya açacaksak, başlamamız gereken nokta, sistemin aksadığı alanlardır.Başkanlık sisteminin Türkiye’ye daha uygun olduğuna ikna olmamız için önce mevcut sistemin nerede aksadığını bilmemiz gerekiyor.***Hâlihazırdaki cumhurbaşkanı yetkileri de “kişiye özel” olarak, dönemin Cumhurbaşkanı Evren’in “sorumsuz” kalması ama belli kurumlarda söz sahibi olması; gerektiğindeyse yürütmeyi sıkıştırma imkânını elinde bulundurması mantığıyla belirlenmişti.Şimdi başkanlık sistemiyle bu aksaklıkların nasıl giderileceğini öğrenmemiz gerekiyor ki, gerçekten bir görüş oluşturabilelim.***Şu anda ve önümüzdeki günlerde bu tartışmanın yine tek eksenli olarak yürüyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.Buna alışmışız, vazgeçemeyiz.Yine de, başkanlık sistemi taraftarı olanlar, başkanlık sayesinde mevcut sistemin hangi sakıncalarından kurtulacağımızı anlatıp halkı ikna ederlerse, neden olmasın...

Devamını Oku

“Normal” bir başkan

7 Mayıs 2012

Fransa’da devlet başkanı seçiminde sürpriz olmadı, Sosyalist Parti’den François Hollande 4 puana yakın bir farkla seçildi. Hollande’a Komünist Parti’yle birlikte diğer sol partiler ve çevreciler de oy verdi.Sonuç açıklandıktan bir süre sonra Paris’in Bastille alanında bir kutlama yapıldı ve Fransa’nın yeni başkanı konuştu.Kravatının düğümü kaymıştı, çok heyecanlıydı, sahneye yanında “kız arkadaşı” ile çıktı; seçilişini, eski “kız arkadaşı” Ségolène Royal ile kucaklaşarak kutladılar. Ségolène Royal geçen seçimde Sosyalist Parti’nin adayı olmuş ve Sarkozy’ye karşı kaybetmişti.***Hollande’ın konuşması esas olarak bizim “balkon konuşmaları” gibiydi, somut olarak “halka kemer sıktırma” politikasının değişeceğini söyledi.Kampanya sırasında son krizin faturasının alt sınıflara ödetildiğini, seçilirse faturanın varlıklı sınıflara yükleneceğini vaat etmişti.Meclis çoğunluğu halen Sarkozy’nin partisinde olduğundan kendi politikalarını izleyebilmesi için gelecek genel seçimde çoğunluğu elde etmesi gerekiyor.***Hollande’ın konuşmasında bir cümle dikkatimi çekti, Fransa’nın yeni başkanı “normal bir başkan olacağım” dedi.Kravatı kaymış yeni başkanın “normal” sıfatını kullanmakla öncelikle ‘Sarkozy gibi olmayacağım’ demek istediğini düşünebiliriz.Kartal bakışlı ve parmağı havada bir başkan olmak istemediğini de varsayabiliriz.Hollande’ın boyu uzun değil, oldukça “efendi” bir görüntüye sahip.Fransa’nın her kentinin her sokağında Hollande’a benzeyen birkaç “normal” kişi görülebilir.Sarkozy’nin kabarttığı ırkçı havayı değiştirmesi ekonomi politikalarını değiştirmesinden daha kolay olacaktır.***Kendisi için “normal başkan” dediği konuşmada hiçbir düşmanlık ya da intikam duygusuyla hareket etmeyeceği sözünü de verdi.Kaşları çatık değildi, parmağı da havada değildi.Belki önceki gecenin heyecanı içinde artık dünyanın en kuvvetli şahsiyetlerinden biri olduğunun hâlâ farkında değildi.Yine Sarkozy’yi anarsak, o daha ilk anda bakışlarını kartallaştırmış, parmağını kaldırmıştı, dört yıl boyunca da indirmedi.Hollande’ın da bakışları değişir, parmağı havaya kalkar ve giderek daha uzun süreler o parmağı sallarsa “normal bir başkan” olma sözünü tutmamış olur.Ama “normal” kalırsa Fransızlar için de dünya için de daha iyi olur.

Devamını Oku

Kitabın kurtuluşu

6 Mayıs 2012

Adalet Bakanı Ergin’den iyi bir haber geldi. Artık hayatımızda “yasak kitap” diye bir kavram kalmayacak. Hâlâ “yasaklanmış” yayın sayısı binlerle ifade ediliyor, artık bütün bu yayınlar özgürlüklerine kavuşacak.Hiçbir yayının, ırkçı aşağılama, kin ve nefret yayma veya bir suçun açık övgüsünü ihtiva etmedikçe “sakıncalı” olamayacağını öğrenmemiz oldukça uzun bir zaman aldı. Yine de bu öğrenme sürecini tamamlamış sayılmayız.***Yasakçı kafa her an her köşeden çeşitli kılıklarla çıkabiliyor. Bu kafanın ortadan kalkmasının vazgeçilmez şartı da hukuk düzeninin tümüyle özgürlükleri güvence altına alan bir yapıya sahip olması.Adalet Bakanı’nın açıkladığı iki “paket” de bu açıdan önemli değişiklikler getiriyor. Paketler henüz Meclis gündemine gelmiş değil. Neden beklendiği de açıklanmadı. Bu değişikliklere sahip çıkması gereken CHP’de ise bunların bir an önce yasalaşması için herhangi bir çaba görülmüyor.CHP’nin Meclis’te görüşülürken paketlerin içeriğini geliştirme yönünde çalışması, “ileri demokrasi”de siyasi mutabakat kuşkusuz toplumdan geniş bir destek bulacaktır.***Yeni anayasa için kurulmuş komisyonun yazım aşamasına geçtiği sırada Meclis’ten bu reform paketlerinin “ileri” bir ittifakla çıkması anayasa tartışmasında çıtanın yükselmesini de sağlayacaktır.Yeni anayasa konusunda ortaya çıkan görüşler toplumun geniş kesiminde “ileri demokrasi” talebinin yerleştiğini gösteriyor. Demokrasi korkusu yüzünden toplum olarak ödediğimiz ağır bedelleri her tartışmada biraz daha açık olarak görüyoruz.Yasak yayını olmayan, kimsenin kendisi gibi olmayanlardan korkmadığı, herkesin bütün özgürlüklere sahip çıktığı, farklı fikirlerin “düşman” ya da “vatan haini” olarak görülmediği bir toplumda yaşamanın değerini öğrendik.Adalet Bakanlığı’nın reform paketleri hemen çıksın, iktidar partisi de muhalefet partileri de bu reformun ortak sahibi olsun. Siyasiler bu reformları bir çekişme alanı gibi görmesin, daha “iyi”, daha “ileri” olanı arasın.

Devamını Oku

CHP’de yine kavga var

4 Mayıs 2012

On yıldır aynı siyasi parti iktidarda; “iktidar yıpranması” denilen durum ortaya çıkmadığı gibi, bu partinin hâlen oyunu artırdığı görülüyor...Bir siyasi iktidarın sandık yoluyla değişebilmesi için önce başka bir siyasi partinin iktidara aday olması gerekir.Ana muhalefet partisi olan CHP ise son iç kavgasıyla, bir kez daha iktidar adayı bir parti olmadığını gösterdi.***Genel Başkan değişikliğiyle birlikte bir “değişim süreci”ne gireceği umudu yaratan CHP’deki kavga “siyasi” bir nitelik taşımıyor.Genel Başkan Yardımcısı’nın istifasına yol açan kavganın konusunun İstanbul il kongresi olduğu anlaşılıyor. İstanbul il örgütünde son dönemde gerçekleşen yenilenme iç iktidar sorunu yaratmış, sonunda isteği kabul edilmeyen yönetici görevinden ayrılmıştır.***Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasından sonra, CHP’deki kemikleşmiş “ulusalcı” yapı bir ölçüde gerilemişti. Ancak CHP, ortada bir “değişim süreci” lafı dolaşmasına rağmen hâlâ kendi geleceğiyle ilgili açık bir tartışma ortamına girmiş değil.Bazı güncel konularda, örneğin Dersim olayı gündeme geldiğinde en kaba milliyetçi tepkilerle demokrat veya sol görüşler yan yana ortaya çıkabiliyor.Kendi siyasi kimliğini halka açık olarak anlatmayan bir siyasi partinin temel konularda birbirine zıt görüşlerle ortaya çıkmasının sonucu, hâlâ en fazla yüzde 25’lerde dolaşan bir halk desteğidir.***CHP’lilerin kendileri de önümüzdeki yerel seçimde İzmir, Antalya ve Trakya’daki bazı “kaleler”in AKP’ye geçeceğini açıkça söylüyorlar.2014’te yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde, AKP’nin adayını zorlayacak bir aday çıkarma ihtimalinin uzak olduğunu da yine CHP’liler söylüyor.İkinci sıradaki siyasi partinin iktidar adayı olamamasının kaçınılmaz sonucu fiili bir tek parti sistemidir.Bu sayede AKP, rahatlıkla önümüzdeki 13 yılı kapsayan planlar yapabiliyor.***Şu anda CHP’nin yüzde 25’lik oy desteğini belirleyen ağırlıklı unsur “AKP karşıtlığı”dır.Kendisine oy verenlerde bile iktidar olma umudu yaratmayan bir siyasi partinin “değişim süreci” beklentilerini söndürme süreci de, bugünkü gibi kavgalarla daha da hızlanıyor.

Devamını Oku

Kişisel bir yazı

2 Mayıs 2012

Kişisel alana giren konularda yazı yazmayı sevmem. Yazarının kendisini anlattığı, kendisini yahut yakınlarını övdüğü yazıları da okumam.Fakat bugün ben de kişisel bir yazı yazacağım, çünkü konu Fenerbahçe.Yarım yüzyılı aşkın bir süredir kendimi Fenerbahçeli hissederim. 50’li yıllarda radyodan maç dinlediğim sıralarda öyle hissetmeye başladım.Eski Fenerbahçe Stadı’nda, sahanın kenarında, taş tribünde, o günlerin efsane futbolcularını seyrederek büyüdüm. Saha kenarında “beleşçilik”le başlayarak (biz çocukken beleşçiliğin bu türlüsüne kızılmazdı, saha kenarına oturtulurduk) en ucuz biletle, sonra basın tribününde, en sonunda da sürekli bir koltukta Fenerbahçeyi izlemeye çalıştım. Son yıllarda ekran rahatlığını tercih ediyorum.Bu yıllar içerisinde Fenerbahçe’de yönetici, futbolcu, basketbolcu çok ağabeyimiz, çok dostumuz oldu. Modaspor ve Kadıköyspor’da basket oynarken de Fenerbahçe basket takımının maçlarını taraftar olarak izledik.Bu kişisel hikâyeyi yazmaktan kendimizi alamayışımızın nedeni de dün okuduğumuz, Fenerbahçe’nin son başkanının yeniden aday olduğunu açıklayan yazısı.***Önce şunu açıkça belirtelim: Aziz Yıldırım Fenerbahçe’ye önemli hizmetlerde bulunmuştur; en azından hiçbir Fenerbahçeli bunları inkâr edemez, etmez.Şu andaki tutukluluk hâlini de tasvip edemeyiz; bu hâlin ne olduğunu iyi biliriz.Dünkü açıklamaya gelince...- “Fenerbahçemizi ele geçirme senaryolarının son perdesini oynama hazırlığı...”Herhalde bölücüler ve irticacılar, harekete geçmiş, “Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçiremedik Fenerbahçe’yi ele geçirelim” demiş ve bir “senaryo” hazırlamışlar.- “Fenerbahçemiz başkanı, yöneticileri, taraftarı ve tüm değerleriyle ayrılmaz bir bütündür.”Bu Ankara havaları tarihte kaldı; kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisine oy vermeyenleri “bütünlüğü bozan hainler” diye baştan suçlayan anlayışın ne olduğunu herkes öğrendi.Açıklamada medyadan söz edilirken “korkusuz” ve “bağımsız” kelimelerinin yanına parantez içinde ünlem konulmuş ve şöyle denmiş:- “Medya, konu Fenerbahçe olunca kana susamış bir canavara dönüşüyor.”Gereğinden fazla üstümüze geliniyor, gibi bir şey söylenmek istenmiş. Ama spor basını eleştirilmek isteniyorsa, bu sözün altındaki imza sahibi, kendi yöneticilik anlayışının spor basınına yönelik eleştirilere yol açan durumlardaki payını görmüyor demektir.Ve bir başka laf:- “Şanlı geçmiş.”Ne oluyor? Fenerbahçe bir ordu falan değil, sadece çok taraftarı olan bir spor kulübü. Geçmişi, evet, başarılarla dolu ama “şanlı” sıfatının kullanılacağı bir alan değil.Ayrıca, futbolcu dövdürmek, adı mafyaya çıkmış kimseleri kulübe doldurmak da hiç de şanlı sıfatına uygun değil...***Önümüzdeki kongrede eğer Aziz Yıldırım tekrar başkan seçilirse Fenerbahçe’yi terk edeceğim. Bu hiç kimse için önemli bir şey olmayabilir ama benim için önemli.Önemli olduğu için de böyle kişisel bir yazı yazdım.Ama kimse bu beyanımı çarpıtmasın diye tekrar edeyim: Aziz Yıldırım’ın tutukluluk hâlinin çoktan sona ermiş olması gerektiğini ve Futbol Federasyonu’nun son kararlarının bu krizi atlatmak için doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum.

Devamını Oku

Bir korku daha bitti

1 Mayıs 2012

Neredeyse kırk yıldır 1 Mayıs korkusuyla yaşadık. Ondan önce her yıl 1 Mayıs arifesinde solcu bilinen kişiler siyasi polis tarafından toplanır, böylece bir eylem yapmaları önlenmiş sayılırdı.70’li yıllarda 1 Mayıslar büyük gösterilerle kutlanmaya başlandığında en başta gelen korkuya, “ülke komünizmin eline düşecek” korkusuna karşılık 1977’de kanlı bir oyun sahneye konuldu.Böylece her yıl 1 Mayıs’ta “büyük olaylar çıkacak, çok kan dökülecek” korkusu yaratıldı. İnsanlar yasal toplantılara gitmekten çekinir oldu.1977’de dökülen kanın hesabının kimden sorulması gerektiğini şimdi biliyoruz...O tarihlerde, dünyada 1 Mayısların nasıl kutlandığını gördükçe, bizde de aynı görüntüler olabileceğine ihtimal vermez, kendi korkularımıza hapsolmaya devam ederdik.Bugün 1 Mayıs’ı da “normal” kutlayabileceğimizi biliyoruz.***Herkesin, her siyasi topluluğun, en uç sayılan görüşlerin bile meydanda kendisini rahatça ifade etmesinden bir zarar gelmeyeceğini zor da olsa öğrendik.Çalışanları, alt sınıfları temsil eden örgütlerin taleplerini özgürce dile getirmelerinin de asla suç olamayacağını, bunlardan korkmanın abesliğini, zor da olsa öğrendik.Bütün özgürlüklerin aynı değerde olduğunu da yavaş yavaş öğreniyoruz.Özgürlüklerine sahip çıkanların, herkes için özgürlük isteyenlerin toplumları ileri götüren insanlar olduğunu, yavaş yavaş da olsa öğreniyoruz.1 Mayıs, özgürlüğün herkesin hakkı olduğunu simgeleyen gün olarak değerini buldu. Dün Taksim’de farklı siyasi görüşler taşıyanların yan yana yürüyerek kendi taleplerini, özlemlerini söylemeleri sayesinde 1 Mayıs, bir arada yaşamanın simge günü olarak da görülebilir.***Korkularının üstesinden gelme yolunda toplumumuz çok mesafe kaydetti.1 Mayıs korkumuzu da geride bırakırken bütün özgürlüklere sahip çıkma, herkes için özgürlük isteme, özgürlüğü sadece kendimize ve bizim gibilere ait bir ayrıcalık olarak görmeme yolunda da mesafe kaydedebiliriz.Aşmamız gereken korkularımız hâlâ var. Birbirimizden korkma halimiz hâlâ sıfırlanmış değil.1 Mayıs’taki görüntüler bu umutlarımızı da tazeledi.Kırıp döken “anarşistler”e gelince, onlar da bu işlerin tuzu biberidir...

Devamını Oku

Talimatla manşet

1 Mayıs 2012

Soruşturma ve tutuklamalar askeri kesimde devam ederken, 28 Şubat tartışmasının odağında hâlâ gazeteciler duruyor. Başbakan, hafta sonu yaptığı bir konuşmada, 28 Şubat’ın ekonomideki yansımalarına dikkat çekti, siyasi krizin devamındaki ekonomik krizden büyük çıkar sağlayanları da gündeme getirdi.28 Şubat operasyonunu planlayanların ve uygulayanların ekonomi alanında da belli bir hedefleri olduğu teşhisini inandırıcı kılacak kesinlikte kanıtlar bulunduğu tartışmalıdır.Öte yandan ‘28 Şubat mantığı‘nın ekonomi alanında ne kadar dar bakışlı olduğu da bellidir.Gazetecilik suçuBaşbakan, “talimatla manşet atmak, haber yayınlamak, yazı yazmak” gibi icraatların üzerine gidilmesi gerektiğini söyledi. Doğrudur. Bazı asker kişilerle, gazetecilik çalışmasının ötesinde ilişkiler kurmak, onlardan gelen taleplere göre haber yayınlamak, yazı yazmak kesinlikle bir gazetecilik suçudur. Gazetecilik ahlakının en temel ilkelerinin çiğnenmesinden başka bir şey değildir.Bunun bir somut örneği Ergenekon davasında yer alıyor.Darbe hazırlığı yapan bir generalin isteğiyle “genç subaylar rahatsız” manşeti atılmış; öncesinde ve sonrasında yapılmış görüşmeler de açığa çıkmıştır. Burada “hukuki” açıdan ceza gerektiren bir suç bulunup bulunmadığını yargı tespit edecektir. Ama yapılanın gazetecilik suçu olduğu kesindir. Bu suçu işleyenin de gazetecilik adına savunulması mümkün değildir.Özgürlük ve tehdit28 Şubat’ta bazı gazetecilere çeşitli taleplerin ulaştırıldığı biliniyor.Bu konu tartışılırken, bazı gazeteciler çeşitli dönemlerde başbakanlar dâhil, birçok kamu görevlisinin basından belli yönde yayınlar için taleplerde bulunduklarını hatırlattı. Doğrudur, bu da gazetecilerin her zaman karşı karşıya kaldıkları bir durumdur. Sadece devlet gücünü elinde tutanlar değil, çok başka çevreler de gazetecileri etkilemeye çalışır ve kendilerine uygun yönde yayın yapılmasını çeşitli şekillerde isterler.Belli bir gücü ellerinde tutanların isteklerini yerine getirmek veya getirmemek gazetecinin beynine ve vicdanına bağlıdır. Gazeteci, kafasına uymazsa o isteği yerine getirmez. Eğer yerine getirmediği zaman başına bir şey gelmeyeceğini biliyorsa, o ülkede basın özgürlüğüvar demektir.28 Şubat ve benzeri durumlarda ise mesele, siyasilerin beklenti ve talepleri açısından “normal” dönemlere göre çok farklıdır.28 Şubat’ta belli bir kesimi, bazı kişileri hedef alarak; onları itibarsızlaştırma, görevlerini yapamaz hale getirme yolunda talepler söz konusudur.“Olağan” hâllerde basın mensubu kendisine dönük yönlendirme çabasına karşılık vermeyebilir, istenilen yönde yayın yapmaz, yazı yazmaz. 28 Şubat ve benzeri durumlarda ise “talebin yerine getirilmemesi durumunda “başına bir şeyler gelebileceği” tehdidi söz konusudur.Esası kaçırmakGerçek dışı olduğunu bilerek, talep üzerine bazı kişilere zarar verecek haber yayınlamak gazetecilik suçlarının en büyüğüdür. O haberi gerçek dışı olduğunu bilmeden yayınlamak ise sadece gazetecilik yanlışı veya suçudur.Bazı gazetecilerin itibarını yok etmek, onları hedef haline getirmek için hazırlanmış meşhur andıcı gerçekleri ihtiva etmediğini;psikolojik savaşın bir parçası olduğunu ve basının Kürt meselesinden uzak tutulmasını sağlamak için düzenlendiğini bilerekyayınlamak da ağır bir gazetecilik suçudur.Hukuken suç olup olmadığı, yargıda tespit edilecektir.28 Şubat’ın odağına basının yerleştirilmesinin asli faillerin sorumluluğunu arka plana itebileceğine dikkat çekmek istediğimiz için“talimatla manşet”in nasıl ayırt edilmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz.Ayrımlar doğru yapılmadıkça, bu ayrımları kim küçümserse küçümsesin, davanın asıl amacından sapması, sulanması, kaba intikam duyguları içine sıkışması tehlikesi var olacaktır.

Devamını Oku

İki beş senaryosu

29 Nisan 2012

Ankara’da önümüzdeki dönemin siyasi yapılanması artık daha açık bir şekilde konuşulmaya başlandı.Başbakan Erdoğan, ‘yalnız üç dönem mlletvekili adayı olunabilir’ kısıtlamasında taviz vermeyecek.AKP’nin kurucu kadrosundan üç dönem Meclis’e girmiş olanlar, yerel seçimde büyük şehirlere belediye başkanı adayı olacak.Aynı planda öngörüldüğü üzere, Erdoğan’ın 2014 yılında Cumhurbaşkanı olmasının ve iki kez beşer yıl bu görevde kalarak Cumhuriyet’in yüzüncü yılını Çankaya’da kutlamasının da geniş ölçüde kabul gördüğü anlaşılıyor.Erdoğan’dan sonra AKP’nin başına kimin geçeceği sorusuna Ankara kulislerinde çok değişik cevaplar veriliyor; ama en yaygın tercih, “siyasi taahhüt” sayılabilecek bir tavır almamak.***2014’e daha iki yıl var, bu da “plan”ın beyaz alanlarına yazılacak isimlerin belirlenmesi için yeterli bir süre olarak görülebilir.Ancak Ankara’da bir başka senaryo daha konuşulmaya başlandı.Senaryonun gerçekleşmesi için tek bir şart var: Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili kanunu bozması.Kanun bozulduğu takdirde Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresi beş yıl olacak, dolayısıyla 2012 yılı sonuna gelmeden cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktır.O zaman da, Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya “plan”da öngörülenden iki yıl önce çıkması ihtimali gündeme gelecektir. Ve bu ihtimal, AKP’nin üst yapılanması için gerekli zamanı azalttığı gibi, kendilerini aday olarak hissedenleri zora sokacaktır.Yine Ankara kulislerinden aktaralım: Erdoğan bu durumda, Gül’ün Çankaya’da ikinci bir beş yıl da görev yapmasını isteyebilir ve “yalnız üç dönem vekillik” kuralından vazgeçmek zorunda kalabilir. Ancak Erdoğan’ın bu konudaki sözünden asla dönmeyeceğini savunan Ankaralılar olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.***Cumhurbaşkanı seçiminin 2012’ye gelmesi halinde Cumhurbaşkanı Gül’ün kendi siyasi kariyeriyle ilgili kararı da gelişmeler açısından çok belirleyici olacak.Ankara kulislerinde köpürmekte olan, AKP çevrelerinin daha çok dinlemekle yetindikleri bir senaryo bu.Bu senaryoyu dillendirenler, bol bol “Burası Türkiye, böyle uzun vadeli siyasi planlar bize gelmez” diyor. Ama önümüzdeki dönemde Ankara’nın giderek daha yoğun bir şekilde Anayasa Mahkemesi kararına kilitleneceği bellidir.

Devamını Oku