Haberin Devamı
Adım “tembel yazar”a çıktı ama valla billa benim suçum yok! Millet gözümün önünde denize girerken ben bir çardak altı bulup oturuyorum, güzel güzel yazımı yazıp yolluyorum, sonra ertesi gün bir bakıyorum benim sayfamda tam sayfa bir ilan! Benim yazı yerimi silip süpürmüş..
Bütün bunları şunun için yazdım: Bundan dört gün önce teslim ettiğim yazıda “yarın da Melen Bağlarındaki nefis günümüzü yazarım” demiştim. O yarın bir türlü gelmek bilmedi, titiz okur (hani şu yazlık evini kışlık eve dönüştürüp benim hayallerimi gerçekleştirmiş şahane emekli) sinirlendi, ona bir açıklama yapayım dedim.
Kumbağ çıkışında “horror film biletçili” milli parktan girip bir gece orman içinde bir pansiyonda kaldıktan sonra (telefonlar çekmiyor, elektrikler kesik, tam bir Robinson durumu) Hoşköy’e vardık.
Bir zamanlar buranın adı “milyon çiçek” manasındaymış. Rumlar zamanında şarapçılık merkezi imiş. Yer gök üzüm bağı imiş.
Bağcılık halen devam ediyor. Doluca’nın da Kayra’nın yanı sıra daha küçük çaplı ama butik tarzda devam ettirenlerden biri de Cem Çetintaş, Melen Şarapları’nın sahibi. Cem ve eşi Funda dedelerinden kalan bağlara kelimenin tam manasıyla gözleri gibi bakıyorlar. Ben işini bu kadar sevgiyle yapan birilerini daha tanımadım. (Kızlarını ismi bir üzüm adı olan Şiraz!) Sonuçlarını da alıyorlar. Misket üzümünden yaptıkları “MLN Muscat” içtiğim en güzel beyaz şaraplardan biri. Cem ve Funda bizi bağlarında ağırladılar. Bağ değil de çiçek tarhı sanki. Nasıl düzenli, nasıl özenli.. Bağın bir ucunda 1928’e kadar yaşayan bir manastırın kalıntıları da mevcut. Mübadeleden biraz sonra kaderine terk edilmiş. Cem, restore edip güzel bir butik otele dönüştürmek istiyor. Projeleri geçmiş anıtlar kurulundan.
Bu arada Melen Bağlarında özel şarap tadım günleri yapılıyor. Meraklı iseniz bağbozumunda (eylül ayında) önceden haber vermek şartıyla beş on arkadaşınızla bir grup yapıp gidin derim. Üzüm toplamak ve sonra onun şaraba dönüşümünü izlemek cidden şahane bir şey. (Funda Çetintaş: 0282 538 60 05)
Cem ve Funda’ya hoşçakal deyip Saros Körfezine devam ettik. Şarköy’den sonra yol nasıl güzel anlatamam. Keşan üzerinden Mecidiye’ye gittik. Kimseciklerin bilmediği çok hoş bir köy Mecidiye. İki kilometre sonrası: Ege’nin en güzel başlangıcı!
Üstelik kalacak yer de var. Mecidiye köyünün biraz dışında “Sığınak” isminde kocaman bir çayırın içinde çok sempatik bir kır evi. Bülent’le Yeşim’in yeri. Çok ama çok güzel yemekler çıkarıyorlar. Nefis sohbetleri var. Bir kaç gün kafa dinlemek için ideal. (www.siginak.com)
Orada çok komik bir canlıyla tanıştık. Deniz kenarında koşuşturup duran bir kemirgen. Nilgün “sincap” dedi ben “dağ faresi” dedim. Zira kafa aynı sincap ama kuyruk da aynı fare. Her ihtilafta olduğu gibi 20 lirasına iddiaya girdik. (bkz: yolculuk iddiaları) Kim bilir, kim bilir derken kendini “Küçük Bülent” şeklinde tanıtan bekçiye soralım dedik.
Bekliyoruz ki ya sincap desin ya dağ faresi. Cevap: Yer köpeee.
Haydaaa.. O ne len?
Buralarda o hayvanın adı öyle imiş. Eee ne yer ne içermiş? Ne bulursa. Nerede yaşarlarmış? Toprakta açtıkları deliklerde. Normalde bir zararları yokmuş ama arasına bunların maç sahalarına da dadanıyor, delik deşik ediyorlarmış. E o zaman ne yapıyorsunuz dedik, hınzır bir sırıtmayla “deliğin birinden tazyikli su veriyoz öbür deliklerden havaya fışkırıyorlar hıh hıh hııı” demesin mi!..
Gülmekle kızmak arasında “ölmüyorlar mı?” dedik “yooo” dedi. “Biraz serinliyorlar o kadar..”
Hay Allah cezanızı vermesin deyip yolumuza devam ettik ama çizgi film karakterleri gibi havaya zıplayan yer köpeee’lerini gözümüzün önüne getirdikçe gülmekten geberdik.