İstanbul Barosu eski başkanı Prof. Dr. Yücel Sayman ile Taraf’tan Neşe Düzel röportaj yapmış. Yılların hukukçusu, Türk adli sisteminin ıncığını cıncığını bilen Yücel Sayman, Hrant Dink davasının neden skandaliöz bir şekilde bittiğini pek güzel anlatmış.
Özetleme servisi gururla sunar:
- “Biz zannediyoruz ki, Türkiye’de devletin yönetim biçimi demokrasi. Hayır değil. Mevcut Anayasa’nın başlangıç bölümünü okuduğunuzda, devletin demokratik bir devlet olmadığı, aksine despotik bir devlet olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Yargıya da işte o despotik devleti hukuki açıdan yorumlama ve ihtilaflarda o despotik devleti koruma görevi verilmiş.”
- “Devlet, önce iç ve dış tehditleri saptıyor. Sonra bu tehditlerin neler olduğunu parti ismine varıncaya kadar somuta indirgiyor ve ardından onlarla ilgili önlem alınmasını istiyor. Bunlar için operasyonlar başlıyor ve mahkemeler devreye giriyor. Mahkemelerin burada tek görevi devletin yanında olmak ve devleti korumak! 1982’den beri sistem hâlâ büyük ölçüde böyle işliyor.”
- “Eskiden kimin tehlike ve tehdit olduğu kararını, Milli Güvenlik Kurulu’nda askerler verirdi. Şimdi bu kararı hükümet veriyor.”
- “Siyasi iktidar, yargıya hedef ve tehlikeyi gösteriyor. Yargı da bildiği hukuk sistemini işletiyor ve kendisine gösterilen tehlikeye karşı devleti koruyor.”
- “Siyasi iktidar bir davanın önünü özellikle açmıyorsa, mahkemeler de bu davaları böyle bitirmeye çalışıyorlar.”
- “Yargı devleti korumak için alanı ya çok genişletir ya da çok daraltır. Dink davasını birkaç gence indirgeyip devlet içindeki bağlantıları yok etti. Oysa aynı yargı, Ergenekon davalarında suç işleyenler dışında düşünce açıklayanları bile küçük deliller bularak işin içine soktu.”
- “Bu devlet yapısının içinde hukuk olmaz. Yargının işleyişinin değişmesi gerekiyor. Ceza Mahkemesi yeni bir karar verdi. Birinin evini ararken 19 boş çakmak bulmuşlar. Mahkeme, ‘19 boş çakmak bulundurmak hayatın doğal akışına aykırıdır’ dedi ve bu kişiyi molotofkokteyli yapmak üzere çakmak bulundurmaya ve örgüte soktu.”
- “Görevinin devleti korumak olduğuna inanan o yargıç kültürü, gene insanları tutuklayacak. Hiçbir şey değişmeyecek.”
- “Çünkü AK Parti bürokrasiyle belli uzlaşmalar içine girdi ve o uzlaşmalara uygun davranmaya başladı. AK Parti’nin bütün perspektifi değişti. “Demokratikleşme ve yeni anayasa yapacağız. Yeni bir yapı kuracağız” sözleri büyük ölçüde ortadan kalktı. Mesela, referandumdan ve genel seçimlerden önce Başbakan ve bakanlar konuşurlarken hiçbir zaman kendilerinden “devlet” diye söz etmiyorlardı. “Biz devlet olarak şunu yapıyoruz” demiyorlardı. Şimdi yaptıkları her şeyi “devlet” olarak anlatıyorlar, “devlet olarak şunu yaptık, bunu ettik” diyorlar ve devletin bütün uygulamalarına sahip çıkıyorlar.”
Taç giyen baş akıllanır. Bizde “devletleniyor”. Daha aksi olmadı. Kim başa geçerse “devlet” oluyor ve ne kadar pislik varsa onu korumaya adıyor kendini.
Nasıl bir çürümüşlükse, devletimiz ancak işte böyle yoğun bakımda/korumada ayakta kalabiliyor demek ki.
Bazen, yüz yıl boyunca bu ülkeden “kovulmuş” olanların çektikleri acılara rağmen daha şanslı olduğunu düşünmeden edemiyorum. Cehennem bize kaldı.
Oh ne güzel! Biz bize yanalım hadi.
Ne okuyorum
Türkiye’nin Ölmeyen Babası: Atatürkçü Gençliğin İmkansız Yası / Hilal Kaplan Köşe yazarı Hilal Kaplan’ın yüksek lisans tezi. 2007 yılında, Cumhuriyet Mitingleri yapıldıktan ve Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül seçildikten sonra, 34 Atatürkçü gençle yüz yüze röportaj yapmış. Kaplan oradan yola çıkarak lider imgesi, devlet, ideoloji kavramlarını analiz etmiş. 19 Mayıs stat gösterileri kaldırılınca isyan eden bir gençlik var ya (bkz: bir 19 mayıs etten kulemizi yapmak istiyoruz gençliği) işte onları anlamak gibi bir derdiniz varsa alın okuyun.