Marmara Adası tam bir komedi.. Geçen gün anlattım: Tekirdağ’dan kalkan Seyhan-4 Feribotu, 12 yıldır her defasında adaya Barış Manco’nun “El salla el salla” şarkısıyla yanaşıp adadan yine aynı şarkıyla ayrılıyor. Millet de deli gibi el sallıyor.
Niye yapıyorlar bunu? “Adalı oldukları” için dedi Nilgün.
Nilgün’ün “hemen anlayamazsın” dediği bu “adalılık halini” ufak ufak anlamaya başladım aslında.
Gazeteler mesela öğlen ikide geliyor. İnternet çağında bir önemi yok denilebilir belki ama yine de bu devirde, iphonun, bilgisayarın vs yoksa tuhaf bir tecrit değil mi? Hayır daha komiği bazen gelmeyebiliyor da. Erdek’deki dağıtımcının işgüzarlığına bağlı olarak gazeteler gelebiliyor, gelmeyebiliyor, gelse bile ekleri içinden çıkmayabiliyor, çıksa bile yanlış gazetenin eki çıkabiliyor..
Hani bir film var ya “Mediterraneo” diye.. İkinci Dünya Savaşı sırasına İtalyan askerler bir Yunan adasına çıkarma yaparlar. (Meis) Askerler adalılarla önce itişip kakışırlar. Fakat sonra ada güzel, savaş çok uzakta, hava şahane... Durum yumuşar ve beraber yaşamanın yollarını bulurlar. Fakat dünyadan da kopukturlar aynı zamanda. Bu nedenle de savaşın bittiğini bir türlü öğrenemezler. İtalya da unutmuştur zaten onları, savaş var diye kalılar da kalırlar.
Marmara Adası şiddetle bana bu filmi hatırlattı. Gitmek istiyorsun veya gitmen gerekiyor ama gidemiyorsun. Her gün yola çıkayım diyorum her gün vapuru kaçırıyorum.
Kedilerin kahvaltısı
Bir sabah erkenden kaldırdı beni Nilgün.. “Gel” dedi “çok güzel bir şey göstereceğim” sana.. Bana bunu gösterebilmek için hiç uyumamış.
Daha güneş yeni doğmakta, ortada kimsecikler yok. Beşle altı arası. Limana gittik, beklemeye başladık. Önümüzde dümdüz bir deniz. Adacası: “Deniz kalık.” Aba Koyu’nun fener dönemecinden bir kaç motor teker teker çıkmaya başladı. Birbiri ardına süzülerek gelmeye başladılar. Nefis bir ışık var. Yaşar Kemal’in deyimiyle “menevişli.”
Motorlara kaptırmışken ben kendimi, “şimdi arkana dön ve bak” dedi Nilgün.
Bir döndüm ki aman Allah’ım! Sokaklardan oluk oluk kedi akmakta! Her bir sokaktan iri iri onar on beşer kedi geliyor.. Hepsi geldi kıyıya, iki gerinme, üç yalanma derken yerlerini aldılar ve motorları umutla beklemeye başladılar. Sanırsın sevgililerini bekliyorlar. Bakışlarında öyle bir melül, öyle bir hasret..
Derken motorlar yanaştı, ağları kıyıya atıldı. Kediler çılgınlar gibi atlarlar diye beklerken, hayır, bir iki yavru kedi dışında kimse heyecan yapmadı.
Ah meğer balıkçıların onların hakkını fazlasıyla vermesine o kadar alışmışlar ki öyle sakin sakin, göz yaşartan bir ağırbaşlılıkla sıralarını beklediler. Balıkçılar paylarını verdi, kediler da zevkten gözlerini kapata kapata kahvaltılarını ettiler..
Bir gün hamile bir köpek, lokantaya verilmek üzere temizlenmiş dilimlenmiş 5 kiloluk bir kılıç balığı torbasını kapmış götürmüş. Nilgün, “şimdi köpürecek, köpeğe eziyet edecek” diye endişelenirken balıkçı, “napalım, bu da onun kısmetiymiş” deyip sigarasını yakmış.
Bir de bir Pelikan Osman hikayesi var. Onu da yarın anlatayım bari, Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikayesi” üçlemesi gibi ben de üçleyeyim. Ha bu arada Yaşar Kemal’in Ada Üçlemesinde anlattığı adanın Marmara Adası olduğu da söyleniyor.
(Bkz: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana)
Yelkovan Ada Evi
İstanbul’dan Saros’a giderken direksiyonumu ani bir kararla kırıp Marmara Adası’na giderken, “kim bilir ne feci bir yerde kalacağım” diyordum.
5 yıldır Küçük Oteller Kitabı ve sitesini (www.kucukvebutikoteller.com ) hazırlayan biri olarak beni fena halde utandıran bir yerde kaldım: “Yelkovan 4 Ada Evi”
Adalıların “Aba” dedikleri sahilin kenarında acayip sevimli bir küçük otel. Adı üstünde 4 odası var sadece.
Sahibi Ahmet Bey, adanın hastası. Kendisine bir ev yaptığı yetmemiş, eş dost çoluk çocuk da kalsın diye böyle minik bir yer yapıyor ve aynı zamanda otel olarak da işletiyor. Prima bir yer. Şiddetle tavsiye ederim.
www.yelkovanadaevi.com 0266 885 50 15