Yolculuk Saraybosna’ya

Haberin Devamı

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış bu akşam Bosna- Hersek’e gidiyor.

Cuma (yarın) ve Cumartesi Saraybosna’da olacağız Bakan Bağış ile birlikte.

Ziyaret zaten başlı başına, “Türkiye’nin Bosna’ya verdiği önem ve desteğin devamı”nın göstergesi.

Ayrıca, giden yetkilinin ‘Avrupa Birliği Bakanı’ olması, Birlik nezdinde Bosna-Hersek ile ilgili konular ve bu ülkenin AB’ne entegrasyonu bağlamında önemli.

İki günlük ziyaretin resmi temaslardan oluşan bölümü ‘rutin haber’ mahiyetinde.

“Doğumunun 400’üncü yıldönümünde Evliya Çelebi Sergisi”nin ve Ümraniye Belediyesi’nin Fojnica Kasabası’nda yaptırdığı Kültür Merkezi’nin açılışları programın ilgi çekici durakları.

Ama doğrusu beni bütün bunlardan daha çok ilgilendiren Egemen Bağış’ın, Türkiye’nin çok özel bağları olan bu topraklarda, soydaşlar ile doğrudan temas edeceği programlar.

Tahmin ediyorum Bakan Bağış’ın Saraybosnalılar ile en sıcak buluşması, Gazi Hüsrev Bey Camii’nde kılacağı Cuma namazının ardından olacaktır.

‘Güney’de bazıları Osmanlı mirasından rahatsız olup Ankara’nın dostluğunu elinin tersiyle ittiği şu günlerde (evet tahmin ettiğiniz gibi Suriye’yi kastediyorum), ‘batı’dan geleceğini tahmin ettiğim sıcak görüntüler daha bir anlamlı olacaktır diye düşünüyorum.

Ankara ‘sözde gazeteci’

hurdalığıdır

İnsan ‘haberci’ olmayınca...

‘Gazetecilik’, insanın özünde değil sadece görünen sıfatında var olunca böyle oluyor işte.

İnsan ‘gazeteci - haber kaynağı ilişkisi’nden bihaber olunca...

İşgal ettiği makam, mevki ya da koltuğa; mesleğin alt basamaklarını tırmanarak oturmayıp, paraşütle indiriliverince böyle oluyor işte insan.

‘Gazetecilik’ ile ‘misyonerlik’ (buradaki misyonerlik ‘din’ bağlamındaki değildir) arasında dağlar kadar fark vardır.

‘Habercilik’ ile ‘militanlık’ arasında da öyle.

Ve tabii ‘eleştiri’ ile ‘yargısız infaz’ kavramları arasında.

Bir gazete köşesinden insanlara atıp tutmak...

Bir televizyon ekranında insanları asıp kesmek...

Farklı ideoloji, farklı düşünce, farklı yaşam tarzına sahip olanları ‘adeta düşman’ görüp hedef almak ve daha önemlisi hedef göstermek gazetecinin işi değildir.

Zihninde peşin hükümlerle ‘öteki’leştirdiği insanları yalanlarla karalamak, aşağılamak, yaftalamak değildir habercilik.

Aslında içinde biraz ‘Allah korkusu’ olan, ‘kul hakkı’ kavramından bir nebze nasibini almış hiç kimsenin yapacağı iş değildir bu saydıklarım.

Kin ve nefretle hem farklı sektörlerden insan, hem de meslektaş avına çıkanlara hatırlatmak zorundayım.

Siz pek bilmeyebilirsiniz ama ‘sözde gazeteci hurdalığı’dır Ankara.

Cebindeki sarı basın kartını bakanlık kapılarında serbest geçiş kartı olarak kullanıp iş takibi yapanları da gördük, dönemsel dengelere göre pozisyon alıp güç odaklarına tapan kraldan çok kralcıları da...

Daha iyi bir otomobile binmek ya da daha güzel bir evde oturmak uğruna kalem oynatanları, minnet ettiklerinin talimatlarıyla konuşanları, işi gücü ‘iş’ ve ‘güç’ arayışı olanları da gördük...

Ve işte bu nedenle, sadece ‘habercilik’ ile iştigal edenler, bu mesleği evrensel kurallarını gözeterek yapanlar, gücünü en büyük sermayesi olan ‘güvenilir’likten alanların görevidir tüm bunları hatırlatmak.

Bizim zamanımızda

televizyonculuk...

Ekrana çıkan insanın;

- Görüntüsü düzgün,

- Diksiyonu ve artikülasyonu ile Türkçesi kurallara uygun olur.

Kamera karşısındaki insanın;

- Hangi konuda konuşuyorsa, o konuda ekranın karşısında olanlardan bir farkı, fazlası,

- Söyleyecek bir sözü, bilgisi, izleyenin ufkunu açacak bir vizyonu olur.

Televizyonda görünen insan;

- Haber veriyorsa habercilik niteliklerine,

- Yorumcu ise bu sıfatın gerektirdiği donanım ve birikime sahip olur.

Daha doğrusu, “olmalı”dır.

Yani en azından bize öyle öğretilmişti.

Bir zamanlar da - çok büyük oranda - öyleydi. Bizim zamanımızda...

DİĞER YENİ YAZILAR