Sene 1995...
atv’de muhabirim, savunma muhabiri...
‘Nevruz’lar bugünkü gibi ‘bayram’ değil o yıllarda. Hatta “Newroz” bile değildi.
Yakılan lastiklerden göğe yükselen kara dumanların içinden gelen çatışma, yaralanma, ölüm haberlerinin günü ‘21 Mart’lar Güneydoğu’da.
Birkaç gün önceden gittik Diyarbakır’a. Nevruz öncesi bölgenin nabzını tutmak için. Sanırım 18 Mart’tı. Ya da 19.
Nevruz günü de canlı yayın yapacağız Demir Otel‘in terasından...
20’si oldu, onlarca yerli - yabancı meslektaşımızla birlikte yine haberlerimizi yaptık. Gergin Nevruz bekleyişinin detaylarını aktardık. Gece boyu da çalışıp sabaha karşı yattık, birkaç saat uyuyup kalktık.
Sabah 7...
21 Mart 1995.
Nevruz günü. Yılın en gergin günü. Türkiye’nin gözü - kulağı bizim bölgeden vereceğimiz haberlerde.
Otelin kapısından çıkmak üzereydik ki...
Haber geldi. Bomba haber...
Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonraki en kapsamlı kara harekatına başlamıştı.
Mart’ın 20’sini 21’ine bağlayan gece, tam 35 bin asker Kuzey Irak’a girmişti. (Sonradan, ‘akıncılar’ın ilk sızmalarının 19 Mart gecesi gerçekleştiğini öğrendik.)
Tanklar, kariyerler, ağır silahlar gece karanlığında, seyyar köprüler üzerinden taşınmıştı Zap Suyu’nun öte yanına.
Habur Sınır Kapısı sivil trafiğe kapatılmıştı.
35 bin subay, astsubay ve er sınırın diğer tarafındaydı.
Onlarca general mevzilerdeydi.
Yüzlerce Bordo Bereli (Özel Kuvvetler personeli) ve binlerce Mavi Bereli (komando) uçar birlik harekatıyla PKK’nın savunma hatlarının ardına yani cephe gerisine indirilmişti.
Yakın tarihin (o güne kadarki) en kapsamlı kara operasyonu işte böyle başlamıştı.
Yani olması gerektiği gibi.
Ve işte böyle sessiz - sedasız, aniden başlayan (ve ilk bölümü 43 gün, toplamda ise üç buçuk ay süren) Çelik Harekatı’nda örgüte, terörle mücadele tarihinin en büyük darbesi vurulmuştu.
(Sonraki yıllarda Irak’ın kuzeyine düzenlenen diğer büyük kara harekatları da yine, ‘başladıktan sonra’ öğrenilmişti.)
Kara harekatı gündeminin geldiği noktayı görünce 16 yıl öncesini hatırladım, paylaşayım dedim...
Bir anekdot
Uzun bir masa...
Kalabalık bir akşam yemeği...
Birbirini tanıyanlar var, tanımayanlar var. Ortak tanıdıklar vasıtasıyla
o masada tanışanlar var.
Avukat da var masada, doktor da. Bizim gibi gazeteci de var, bürokrat da.
Farklı iş kollarından yaklaşık 20 kişi...
Sohbet bazen spora ilişkin, bazen; siyasete, teröre, İsrail ile yaşanan gerginliğe, ekonomiye...
Yanımdaki kişi iş adamıymış mesela. Orada tanıştık.
Hemen karşımızdaki ikiliye ‘ne iş yaptıkları’nı sordu, “Nasılsınız, iyi misiniz?” faslından sonra.
Biri avukat olduğunu söyledi, kendini tanıttı hemen.
Diğeri, “Devlet memuruyum” dedi. Bunu söylerken yüzünde oluşan ifade, sesinin rengi, mütereddit hali bir tek benim mi dikkatimi çekti diye etrafıma bakındım.
Gece boyunca da takip ettim hemen karşımdaki ‘devlet memuru’nu. Pek fazla konuşmadı. Sorulara kısa ve genel yanıtlar verdi. Biraz gergin, biraz tedirgindi sanki...
Bir haberci olarak meraklandım tabii. Doğrusu ilk aklıma gelen, ‘istihbaratçı’ olması ihtimaliydi.
Merakımı ilerleyen saatlerde giderdim.
Öğrendim ki; soranlara kendini ‘devlet memuru’ diye tanıtan kişi bir ‘kurmay albay’mış.
Muvazzaf. Yani halen görevde.
Generallik beklerken, ismi güncel soruşturma ve davalardan birinin içinde yer almış.
Kısa bir süre önce de savcılığa gitmiş ifade vermeye.
Tutuklanıp cezaevine gönderilmemiş ama süreç nedeniyle, terfi sırasında olmasına rağmen geçen ay başında toplanan Yüksek Askeri Şura’da durumu değerlendirmeye alınmamış.
Gecenin sonuna doğru yanına gidip sessizce sordum, “Neden kaçındınız mesleğinizi ve görevinizi söylemekten?” diye.
“Eskiden her yerde gururla söylerdik” diye başladı söze kurmay albay. Ve devam etti:
“Ama artık, neredeyse Silahlı Kuvvetler mensubu olduğumuzu söylemekten çekinir hale geldik. En yakınlarınıza, hatta evladınıza bile anlatamıyorsunuz bazen yaşadıklarınızı. Kamuoyunun Silahlı Kuvvetler’e bakışı çok değişti. Sanki topyekün suçluymuşuz gibi bir hava oluşturuldu. Suçu olan varsa, yargı bunu bir an önce ortaya çıkartıp cezasını versin, vermeli. Ancak bu süreçte birçok suçsuz, günahsız insan da mağdur oluyor ve maalesef bu durumda olanlarımızın sesine kimse kulak vermiyor.”
Yorumsuz aktarmak istedim bu anekdotu.