Haberin Devamı
Her şeyden önce evlat acısı yaşamış bir baba telefondaki sesin sahibi...
Yaklaşık beş buçuk yıl önce oğlunu kaybetmiş, o günden bu yana da herkes “Hüseyin intihar etti” derken, “Hayır evladım intihar etmedi, öldürüldü” diye ısrar eden bir baba.
Vehbi Başbilen, Hüseyin Başbilen’in babası...
Aselsan’da mühendis olarak görev yaparken, 7 Ağustos 2006’da otomobilinin içinde cansız halde bulunan Hüseyin Başbilen’in.
‘Aselsan ölümleri’ olarak bilinen üç ölümden ilkiydi Hüseyin Başbilen’in yaşamını yitirmesi.
Hem bileğinde, hem boğazında kesikler vardı mühendis Başbilen’in.
Dosya iki yıl kadar önce kapanmış ancak baba Başbilen’in de başvurusu üzerine yeniden açılmıştı. Üstelik bu kez, bilirkişi, kuvvetli bir ‘cinayet’ ihtimalinden söz etmişti.
Konu bu gelişmeyle birlikte gündemin üst sıralarına tekrar tırmanınca ben de o günleri ve merhumu tanıyanların görüşlerini yansıtmanın yerinde olacağını düşündüm.
Önceki gün bu köşede, Hüseyin Başbilen’in o dönem Aselsan’daki mesai arkadaşlarından birinin “Biz o günleri yaşayanlar, rahmetli arkadaşımızın intihar ettiğine yüzde 99 nokta 9 eminiz” şeklindeki sözlerine yer vermiştim. (29 Kasım 2011 Salı, ‘Aselsan Ölümleri İntihar mı, Cinayet mi? Arkadaşları Anlatıyor’ -
http://haber.gazetevatan.com/Haber/414075/1/Gundem
Vehbi Başbilen ile önceki gün iki telefon görüşmesi yaptık. İlki akşam üzeri, ikincisi gece... Toplamda bir saate yakın konuştuk.
Kah sitem etti Baba Başbilen oğlunun eski mesai arkadaşlarına, kah gözyaşlarına boğuldu konuşurken...
Oğluna, o döneme, cenazesini kaldırdıkları günlere dair birçok ayrıntıyı anlattı telefonda. “Bunları yaz diye değil, bil diye anlatıyorum” dedi sürekli.
Merhumun işi ve eşi ile ilgili anekdotlar aktardı, ailenin özel yaşamına ilişkin detayları paylaştı açık yüreklilikle. Yine, “Yazma bunları, bil sadece” diyerek.
“Tamam” dedim, “Ben yazmak isterim hepsini ama madem öyle istiyorsunuz, yazmam” dedim.
Yazmayacağım da...
Ama iki cümlesi var acılı babanın yüreğime dokunan, zihnime kazınan; onları paylaşacağım.
Gazeteci değil, insan olarak...
Vehbi Başbilen telefon görüşmemizin bir yerinde şöyle dedi sesi titreyerek:
- Ay yıldızlı Türk Bayrağı’nı diktim mezarına Hüseyinim’in... Şehit görüyorum ben rüyamda. Bana, “Baba görüyorum, benim için mücadele ediyorsun” diyor oğlum.
Ülke gündeminin önemli gündem maddelerine dönüşmesinden bağımsız, ‘evladını kaybetmiş bir baba’nın yürek dağlayan haykırışıydı bu sözler.
Ve hayatım boyunca unutamayacağım o diğer cümlesi ‘acılı baba’nın...
- Dünya benim üstümde geziyor, ben dünyanın üstünde değil. Kimse anlayamaz bunu...
Evladını kaybettiği günden beri yaşadığı hayatı, işte böyle tanımladı Vehbi Başbilen.
“Ben dünyanın değil, dünya benim üstümde geziyor...”
Konuşma boyunca birkaç kez, “Ben köylü bir insanım, cahil bir adamım” dedi Başbilen ama zaman zaman bir filozof edasıyla konuştu, zaman zaman da dava dosyasına tamamen hakim bir avukat ya da savcı misali...
Defalarca sordum, ısrar ettim, “Yazayım bu anlattıklarınızı” diye. Kabul etmedi. “İstemiyorum, yazma. Sadece bil. Onu herkesten daha iyi tanıyan babasının anlattığı gerçekleri bil diye anlatıyorum” dedi.
Bu nedenle yazmıyorum konuşmanın detaylarını.
Ama şunu söylemeliyim...
Hüseyin Başbilen’in babasıyla konuştuktan sonra, iki gün önceki o yazımın son bölümünü bir kez daha kayda geçiriyorum:
“(...) ben, bu üç ölümün de tekrar ve hiçbir detay göz ardı edilmeden soruşturulmasının çok isabetli olacağını düşünenlerdenim. Malum bizim meslek ‘şüphecilik’ temeli üzerine kurulu...”
Böyle demiştim, hemen hemen herkes ölümlerin ‘intihar’ olduğundan emin olsa da...
Ve bu görüşüme bir ek yapıyorum şimdi...
Diyorum ki; sadece Başbilen ailesi değil, Ünal ve Yançeken aileleri de Halim Ünsem ve Evrim’in ölümleriyle ilgili dosyaların sonuna kadar takipçisi olmalılar.
Olmalılar zira bu ölümler gerçekten ‘intihar’ ise bu, ortada en ufak bir soru işareti kalmayacak şekilde kesinleşmeli. Bu şart.
Böyle keskin, böyle yıpratıcı bir şüphenin kırıntısı ile bile yaşanmaz çünkü...