Yıldızlı bir elbise sunuyor bana tezgâhtar. Onun da yüzünde aynı yıldızlardan var. O ışıl ışıl tebessümüyle bana elbiseyi göstermeye devam ediyor. Siyah bir şifonun üzerinde akıp gidiyor yıldızlar gümüş renginde. Bedenin üst kısmına oturan şıklığı belden sonra büyük bir serbestlikle toprağa doğru akıyor elbisenin. Uzun müddet elbise, ben ve tezgâhtar mağazadaki kuytu bir köşede, mağazanın enerjiyi az tüketen solgun ışığında o yıldızların arasında yolculuk yapıyoruz.
Herkesin bir yıldız öyküsü vardır diye düşünüyorum o sıra. Benimkisi yıllar önce bir muayenehane odasında doktorun elinin altındaki ekranda gözüküyor. Oğlumun ilk kalp atışıyla tanıştığım an o. Bir yıldız gibi atıyor kalbi.
Elbiseye bakıyorum. Elbisedeki binlerce yıldızın sırrını çözmeye çalışarak, bunun beyhude bir uğraş olduğunu bilerek.
Yıldızlar. Güneşli bir günde, hıdrellezin o müthiş devinimiyle bulmaya çalıştığım yıldızların öyküsü, tuhaf bir biçimde beni, çocuklarını o ya da bu şekilde yitiren ana babaların yanına bırakıyor. Özellikle de çocuklarını Türkiye’nin sert iklimine kaptırıp evlatlarını mevsimsiz bir şekilde yitirmiş olanlara.
Dahası da var. Hıdrellez günü, 6 Mayıs 1972 yılında olup bitenleri hatırlıyorum. Türkiye’nin tarihinden kayan o üç yıldıza bakıyorum şimdi. Deniz, Yusuf, Hüseyin. Siyasi söylemlerin içindeki parlaklıklarını zihnimde hep muhafaza ederek, o büyük devrim hayalinin onları daha da güzelleştirdiği fotoğraflarında, sloganları, yumrukları, değişecek bir Türkiye umudunun onlardan insanlara yayılan dalgalarını değil de, yine o fotoğraflarda, görünmez bir gümüş zerresi olarak yıldızlarını arayan ana babaların iğde kokularına karışan hüznünü seçiyorum. O ana babalar için her sene insanlarla buluşan o bayram, hıdrellez nedir, neyin ışığı, rengi ve kokusudur diye. Kırk yıl bu. Dile kolay!
Bir yandan da Türkiye’deki nice gencin idam sehpasına doğru yürümesine o ya da bu şekilde onay verenlerin bugün yaşamdan ne umduklarını, bu yaşlı halleriyle tedirgin bir ölümü beklerken cennet diye neyi özlediklerini merak ediyorum. Bahara, mucizeye ve keramete eremeyecek yüreklerinde gezinen yıldızsız gecelerini de. “Anılarım” diye yazdıkları, yazacakları kitaplarını da. Merak ediyorum etmesine ama empati kurmak için değil. Sadece onların o duygularını anlayarak bir daha böylesi felaketlerin yaşanmamasının denklemini çözebilmek için. Hiç değilse kağıt üzerinde.
İçim daralıyor. Yıldızlı elbiseyi bahar gibi gülen tezgâhtara bırakıyorum. Dükkândan çıkıp deniz kenarına varıyorum ve bütün yıldızlı dileklerimi hayalimdeki bir kağıda yazıp suya bırakıyorum. Tahmin edersiniz ki dileğim çok yalın oluyor.
Bu ülkede bir daha hiçbir genç asılmasın artık.
Ve sonra hızır gibi, dua gibi sözcükler düşüyor aklıma. Denizdeki pırıltılarla birlikte mırıldanıyorum.
Geceyarısı bir bile olsa gençler iyi bakın yıldızlara, onlardaki o sonsuzluğa.
Yıldızlar
Haberin Devamı