Milli Eğitim Bakanı’na yönelik yazdığım yazıya güzel mektuplar geldi sizlerden. Kimi yurtiçi kimi yurtdışından geldi bunların. Örneğin öğretmenliğe sadece iki yıl dayanabilmiş sonra ABD’ye gitmiş bir okurumuz ‘Ne zaman demokratikleşecek bu ülkenin eğitim sistemi?’ diye soruyor.
‘Eğitimde demokratikleşmenin yaşamda demokratikleşmeyi hızlandıracağını, belki de sihirli anahtarın orada olduğunu gerçekten anladığımız zaman’ demek istiyorum ona. O zaman birlikte yaşamanın düşmanlıktan değil, insanlıktan geçtiğini kavrayabileceğiz belki. Belki de düşmanları denize dökmekle yazılmış bir resmi tarih anlayışının yerine daha insancıl konuları işleyen bir tarih anlayışıyla buluşacağız. Dünyayı değiştirebilmenin silahla değil, sanat ya da bilimle de mümkün olabileceğini, üstelik bunların insan ruhuna bir lâv silahından daha büyük katkı sağlayabileceğini anlatan metinlere ihtiyacımız var. Korumak dediğimizde ilk olarak vicdanımızın sesini korumayı işaret eden metinlerden, zihinlerden, ufuklardan bahsediyorum; kendine ve dolayısıyla karşısındakine saygılı, özgüveni olan insanlar yetiştirmekten korkmamaktan.
Eğitime demokrasiyi getiremezsek, tıpkı bugün çoğunluk fikri üzerinde işleyen ve bu usulde kendine yön bulmaya çalışan her ne varsa, korkarım aynısını bir 50 yıl sonra yine yaşıyor olacağız. Muhtemelen aktörler değişmiş olacak; ancak bir sınıfın bir başka sınıfa dayattığı kendi ‘öncelikleri’ gerçeği değişmeyecek. Kısacası iktidarda olan bir grubun bir başka gruba dayattıkları fikri. Altta kalanın kendine ait sesinin sürekli olarak boğulması ve bunun zamanla bir intikam malzemesi haline dönüşmesi.
Her zaman yazdık, bir kez daha yazalım: Yaşam bir çoğunluk fikri değil bir çoğulluk fikrinden beslendiği zaman insana umut verir. Umutsa hemen her şeyin icadıdır, düşleri aralar, yaşamı ferahlatır. Yaşam ferahlarsa kaderlere çizildiği sanılan gelecek de ferahlar, yerini şimdiki ana bırakır. Hep elimizin altından kaçıp giden bir geleceği yaşamak yerine anlamlı bir şimdiki zamanı yaşamak hasıl olur.
Yaşam... İçten içe bunun böyle olduğunu biliriz hepimiz. Biliriz bilmesine ama okul sıralarında bize öğretilen bu değildir! Sentetik bir yaşam öğretilir bize o sıralarda, ardından da bu sentetikliği aynı kıvamda üreten kişiler olmamız beklenilir bizlerden. Bu uğurda sertifikalar, diplomalar, ödüller de verilir bize. ‘Biz bize’, tıkış tıkış suni bir yaşamdır bu.
İçten içe bu yaşamın suni olduğunu da biliriz ama o sırada yapılması gereken daha önemli işlerimiz vardır. Başarılı olmak, kendini etrafa kanıtlamak falan gibi. ‘Başarı’nın da bu suniliğin bir uzantısını olduğunu bir türlü fark edemeyiz. Etsek bile buna zamanımızın olmadığı ezberletilmiştir bizlere. Sonra bir bakmışız ölüm gelir; yaşamı bir nebze anlamadan çekip gideriz bu dünyadan.
Nereden nereye! Ama ben eğitimin rolünün biraz da bu olduğuna inanıyorum. Genç insanlara yalan söylemeyen, onlarla yaşam arasında gümüş iplerle örülü köprüler kurabilen bir enerji olarak görüyorum eğitimi. Onlara hayal kurmasını efsunlayabilecek, ruhlarındaki sihri fısıldayabilecek ve gerçeği bir umut olarak yaşatabilecek dantel bir köprü olarak. Sonrasında gönüllerince uçabilsinler ve yaşamı sürekli olarak birilerini suçlamak olarak algılamasınlar diye...
Çok mu uçuşan bir hayal olarak geldi size? Affedin. Ayaklarından gri beton bloklarla yere çakılmış insanlarla dolu bir ülkede yaşamak gerçeği bana çok ağır geliyor artık.
Umut
Haberin Devamı