Üzerinden 1-2 gün geçsin istedim. En azından bayramın ilk gününde böyle bir yazı yazarak kasılmış bir hâldeki toplumumuzu daha da kasmak işime gelmedi.
Geçtiğimiz pazartesi (5 Ağustos) zor bir gündü Türkiye için. Zorluğu, bir türlü demokrasiyi sindirmeyi başaramamış bir ülkenin vermek zorunda olduğu ve tam manasıyla veremediği beter bir sınavdan kaynaklanıyordu.
O gün Ergenekon Davası’nın son duruşması yapıldı ve bizler, ömürleri faili meçhul cinayetlere tanıklık etmiş, derin devletin derinliğinde kaybolmaya mahkûm bırakılmış kuşaklar olarak Çorum, Sivas, Maraş, Susurluk vb. yerlerde cereyan etmiş birçok melun olay için ‘bilinmezliğin’ hâlâ devam ettiğine kanaat getirmiş bir hâlde kalakaldık, tuhaf bir şaşkınlıkla perdenin ‘kimileri için’ kapanışını izledik.
İster istemez ‘bu muydu?’ diye sorduk.
Heba olan fırsat
Koca bir ülkenin bilinmezler girdabına düştüğü o tanımsız kaderde, örneğin ömürleri JİTEM’in karanlık yüzüyle soluk alıp vermiş insanlar için nasıl bir son ve sonuçtu bu?
Onca gazetecinin, bilim insanının, genç insanın katline verilen yanıt konusunda gerçekten içimiz ve vicdanımız artık rahat mı?
Derin devletin derin sulardaki gerçek izlerine sizce ulaşılabildi mi? O izler bir daha karşımıza çıkmamak üzere tarihin tozlu sayfaları arasına karıştı mı? Geçmişte yaşanan o kıyımla, ‘intikam’ kodunun dışında sahici bir biçimde yüzleşildi mi?
Doğrusu benim içim, bu konuda hiç ama hiç rahat değil!
Tekrar hatırlayacak olursak: Kimileri için Ergenekon diye bir örgüt yoktu, hiç de olmamıştı; kimileri ise bu davada yargılanan ve müebbet ceza alanların arkasından helva kavurmayı yeğledi, kına yaktı, şiddet dilini şirretçe üretmeyi tercih etti. Bana göreyse, bu davaya asıl damgasını vuran, bu ülkedeki insanların can suyunu tüketmiş o ‘derinlik’e gerçek anlamda inilememiş olması, bu kadar önemli bir fırsatın heba edilmesiydi.
Perdenin kimileri için kapanışını izledik derken biraz da bunu ifade etmeye çalıştım. Yaşamlarımızı tüketen bir örgütlülük, çok daha nesnel ve serinkanlı bir biçimde, bir intikam refleksiyle değil gerçek bir adalet mantığıyla ele alınabilseydi bugün Türkiye için ‘gerçekten temiz bir sayfa’dan söz etmeye başlayabilirdik.
Oysa biliyoruz ki kimilerinin elleri hâlâ çok kirli ve bu davada onların kıta sahanlığına bile girilemedi... Bu da demek oluyor ki ‘daha görecek günlerimiz var, kafamızı taşlara vuracak zamanlarımız var, var da var!’
Bir kez daha düşünmeli
İster Ergenekon, ister Gladyo, ister başka bir şey, adı önemli değil; ama devletin içinde ve devlet tarafından kullanılan çeteleşmiş yapıların varlığını, Ergenekon’un da onlardan biri olduğunu kabul etmek istemeyenler bir kez daha düşünmelidir. Bence bu davada itiraz etmemiz gereken örgütün varlığı değil davanın yürütülüş biçimi, hedefinden saptırılması, hukuk ihlalleri, adil yargılama boşlukları, bir torbaya doldurulmuş sanıklar, siyasi hasımların tasfiyesi görünümü veren zihniyet yargılamasıdır. Tam da bu yüzden yakın tarihimizin bu en önemli ve kilit davası, en azından bu aşamada, derin devletin çözülmesini ve demokratik hukuk devletine doğru yol alınmasını isteyenlerde buruk bir tat ve keşkeler bırakmıştır. Derin çeteleri ve onları kullanarak demokratik işleyişe müdahaleye heveslenenleri geriletmiş, caydırmış olmakla birlikte -ki bu da büyük bir kazanımdır- derin devletin derinine ulaşılamamış olması, önümüzde demokratik bilincin gelişmesine doğru katedilecek epeyce yol olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır bize.
Şu adalet dediğimiz...
Haberin Devamı