Ne kadar takip edebildiniz bilemiyorum. Geçtiğimiz günler (10-16 Mayıs) Engelliler Haftası idi. Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerde kutlanan bu haftanın ülkemizde nasıl bir karşılığı olduğunu anlamaya çalıştım. Bunun için biraz haberlere baktım. Şu meşhur ‘prime time-ana haber bülteni’ haberlerine. Engellilere ne kadar yer verildi, bu konuda ne türden haberler yapıldı diye. Sonuç tahmin edeceğiniz gibiydi. Sanki Türkiye’de tek sınıf, tek renk, tek din, tek duygu, tek insan tipi, tek lider, tek parti, tek doğru (offf) varmışçasına aktarılan o haberler arasında yolumu kaybettim ve engelliler konusunda bir yazı kaleme almaya karar verdim.
Öncelikle bu konuda beni asıl rahatsız eden hususu paylaşmak isterim sizinle. Bu ülkede engellilere yönelik iki temel bakış açısının olduğunu düşünüyorum: İlki ‘ah canım yazık’, ikincisi ise ‘iyisin hoşsun da mümkünse benden uzak ol arkadaşım’ yaklaşımı. İkisi de temelde bir reddi barındırıyor. ‘Sen farklısın ve sınırlarını bil, benden uzak dur’ mantığını.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan Samet Fidan’a bunu sordum. Samet görme engelli, Diyarbakır doğumlu, fakültede karşılıksız bursla okuyan, gelecekte adını sıkça duyacağımıza inandığım pırıltılı öğrencilerimden biri. ‘İnsanların sana, engellilere karşı tutumunu nasıl buluyorsun?’ diye sordum ona. Onun ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’ diye bir yaşam denklemi vardır, hemen o denklemin üzerinden cevap verdi. O masalda cücelerin şahsında bütün kör ve sakatların, sağır ve dilsizlerin dışlanması gereken, cinsiyetsizleştirilmiş (hatta güruhlaştırılmış diye bir eklemeyi de ben yapayım) kişiler olduklarını hatırlattı. Beyaz mı beyaz kar gibi Pamuk Prenses’in dışladığı cücelerin algılanış biçiminin bir topluma nasıl işlediğini paylaştı benimle.
Tam da o noktada Diyarbakır’la İstanbul arasındaki köprüyü, farkı ve benzerlikleri sordum ona. İnsanların ona yaklaşırken Pamuk Prenses ruhunu takip edip etmediklerini, coğrafya bağlamında farklılıklar sergileyip sergilemediklerini.
Bakın neler söyledi:
‘Bu köprü benim için bazen bir otobüs, bazen bir uçak olmaktan öte bir şey değildir. Aslında köprü falan da yoktur çünkü köprü dediğiniz, birbirinden uzak olan, aralarında kendilerine benzemeyen şeyler bulunduran varlıkları bağlamak için kullanılan bir oluşumdur. Diyarbakır, İstanbul ya da gezdiğim kadarıyla Anadolu’daki bir başka şehir birbirine o kadar benzerdir ki farklılıklar şehircilik açısından ya da yedi cücelere bakış açısından köprüye ihtiyaç duymayacak kadar iç içedir. Tabii bu yine engellilere bakış açısından kaynaklanan bir durumdur. Gerçi her yerde, her insanda birbirinden farklı şeylerle karşılaşabiliyorsunuz. Fakat bugüne kadar karşılaştığım insanların çoğunda, en radikalinden en liberaline yedi cücelere bakış açısı bu genellemeye mahkumdur. Zira bilinçli diye nitelendirebileceğimiz insanlar da bu toplumsal bilinçaltından etkilenmiş insanlardır. Bu genellemeyi bozacak insanlar ise ancak istisna oluşturacak kadar azdırlar. Bunun dışında toplumun engelliye bakış açısı Diyarbakır’da ya da İstanbul’da olmasına göre değil, engelliyle diyalog kurmasına ya da ona acımasına bakar. Bunlardan acıma tarafında olanların bir kısmı yolda yürüyen bir engelli gördüklerinde niçin niçin niçin diyerek acımalarını belli ederken, bir kısmı ise engelliyi kendi kafasına göre bir yerlere yönlendirir. Diğer bir kısmı da engelliyle diyaloğa hiç girmez eğer varsa yanındakiyle bir diyalog kurar.’
Samet burada başına gelen bir örneği de paylaştı benimle. Fatura ödemeye gittiğinde ona eşlik eden arkadaşının ilk elden muhatap alınan kişi olmasının ortamda, zihninde, ruhunda yarattığı tuhaflıklardan. Konu onun konusuyken muhatap alınan kişinin, ona eşlik eden ‘sağlam’ kişi olmasından yana duyduğu rahatsızlıktan. Birey yerine konulmamaktan.
Farklı olanlar yok mu diye sordum. Varmış.
‘Diyalog kurmaya çalışanlar vardır. Ancak bunlar da sizinle belirli bir çizgiye kadar diyalog kurarlar. Tercihlerinizi sizlere direkt sorarlar, sizle kurdukları diyalog başka bir insanla kurduğu diyalogdan farklı değildir, fakat toplumsal bilinçaltının ortaya çıktığı durumlarda yeni bir Pamuk Prenses’le karşılaşmanız her zaman mümkündür.’
Pamuk Prenses ve yedi cüceler masalını yeniden okumamız gerekiyor galiba. Prensesliğimizin ya da prensliğimizin saltanatının altındaki dipsiz kuyuyu daha net görebilmek için. Bu tip masalların aslında neye, nelere odaklandığını, sembollerin ne anlama geldiğini daha net keşfedebilmek için. Farklı bir mercek her şeyi altüst edebilir.