Fellik fellik aradığım yılbaşı kurabiyesi tarifime Füsun yetişti. Bu yazıyı okuduğunuz saatlerde yılbaşı kurabiyesi yapmak da farz oldu elbette.
Kurabiye deyip geçmemeli. Bir ara, haftada 2-3 defa kurabiye yapar, sağa sola dağıtır, paylaşacak kimseyi bulamadığım zamanlardaysa kiloları falan umursamadan oturup bir başıma yerdim! O dönemde yatılı olan arkadaşlarımdan biri geçenlerde hatırlattı: Şubat tatilinde evine dönerken kocaman bir kurabiye torbasını tutup yolluk diye yanına vermişim; o esnada ikimiz de torbaya bakıp bakıp gülmüşüz. Nihayetinde gideceği yer 2-3 saatlik bir yoldu arkadaşımın. Onun dediğine göre torbada yaklaşık otuz-kırk kadar kurabiye varmış. Ama bilin bakalım sonra ne olmuş? Yolda otobüs kara saplanmış, başlamışlar beklemeye. Sonrasında otobüs yolcuları, şoför, muavin oturup bu yumruları bir güzel mideye indirmişler.
Eh, bunda ne var diyebilirsiniz.
Bazen sizin için rutinleşmiş bir şey, başkaları için can simidi olabilir. Bu yüzden yaşamlarımızın birbirine bağlı, iç içe geçmiş halkalar olduğunu düşünürüm tabii, iyimser bir günümdeysem.
‘Hikayelerimiz’ başlıklı yazıma ‘haybeye o kadar can gidiyor ülkemizde, onlara baksanıza’ gibisinden mektuplar geldi. Bir okurumuz ise trafik kazalarını örnek göstermiş. Oysa o yazımda işaret etmek istediğim, belki de trafik kazalarını da içerebilecek mantaliteye dikkat çekmekti. ‘Can’ın ülkemizdeki ‘kıymetsizliği’ne vurgu yapmak ve bunun hepimiz için geçerli olduğunu söylemekti.
Trafik kazalarındaki en büyük kaybın ‘önce ben’ düşüncesinden kaynaklanan bir çarpıklık olmadığını söyleyebilir miyiz? Dahası da şöyle gelir: ‘Ben, hep ben, sonrasında da mümkünse ben...’ İnsanın kendini önemsemesi, özgüveni ve özsaygısının olması çok kıymetli, bunlar olmadan sağlıklı bireyler ve bu bireylerin oluşturacağı bir toplumun varlığına inanasım gelmiyor. Sözünü ettiğim ise farklı bir ‘benlik’ takıntısı. Kendinden başka kimseyi önemsememek, sadece kendine benzeyen insanlar ve düşüncelerle haşır neşir olmak, yaşamı ‘siz’ ve ‘biz’ diye ayırmaya çalışmak, cepheleşmek, cepheleştirmeye çabalamak, sürekli bir çatışma ve savaş gerginliği yaratmak, kişiliğinin tehdit altında olduğunu sanmak vs. Bu takıntıyı aklamak için sürekli tetikte durmaya çalışmak, gergin bir atmosfer yaratmak, bu havayı meşru kılmak, bu takıntıyı farklı mecralarda meşru kılacak ezberci kuklalar bulmak, şiddet kullanarak benliğini güçlendirmeye çalışmak... Bunlar kişinin kendisi de dahil olmak üzere, kimsenin kimseye hayrının dokunmayacağı durumlar.
2012 de bu debelenmelerle geçti. Ne zaman kendimize ve dolayısıyla karşımızdakilere güveneceğiz sorusu ise Kaf Dağı’nın ötesinde bu yılın en önemli ‘ilk on sorusu’ndan biri olarak bizleri özlemle beklemeye devam ediyor.
Beklesin bakalım.
Sizlere sağlıklı, mutlu ve güzel bir yıl diliyorum.
Ve elbette meraklılarına 2013’te öykü kitabını beklediğim Füsun Çetinel’in (o da bir arkadaşından öğrenmiş, detaylar için http://mutfakpenceremden.com bağlantısına bakabilirsiniz) yılbaşı kurabiyesi tarifini de ekliyorum:
200 gr. tereyağı
200 gr. esmer şeker
500 gr. un
100 gr. fındık veya badem tozu
1 yumurta
Yarım tatlı kaşığı dolusu özel baharat karışımı. (3 ölçü tarçın,1 ölçü kakule tozu, 1 ölçü karanfil tozu, 1 ölçü kişniş tozu, 1 ölçü muskat tozu ve istenirse bir miktar zencefil tozu.) Baharat karışımı biraz kafa karıştırabilir. Siz tarçın ve karanfille idare edebilirsiniz.
Sonra karıştırın, hamur yapın, kalıplayıp doğru sıcak fırına... ‘Royal icing’ dedikleri süsleme içinse 3 yumurtanın akı, 1 fiske tuz, 350 gram pudra şekeri, 1 tatlı kaşığı limon suyu yeterliymiş. Bence siz royal icing’i falan boşverin kurabiyelerinizin üstüne süs diye umutlarınızı serpin! Bakarsınız en umulmadık anda o ‘sıradan bulduğunuz’ umutları birileri bulur, umudunuz onların da umudu olur.