Sosyal psikolog Leon Festinger, Henry Riecken ve Stanley Schachter 1956 yılında ortak bir çalışmanın altına imza attılar: When Prophecy Fails-Kehanet Boşa Çıktığında. Ekip, UFO’lara meraklı küçük bir grubun Kıyamet Günü’ne dair inanışlarını mercek altına aldı. Bu olayın gerçekleşmesine duyulan inanç kadar, bu olay gerçekleşmediğinde grubun inanç sisteminin nasıl işlediğine dair bulunanlar, araştırmanın temel noktalarından biriydi.
Kısaca özetlemek gerekirse Kıyamet Günü’nün geldiğine inanan bu grup, olay ‘zuhur ettiğinde’ başka bir gezegenden birilerinin bir uzay gemisi içerisinde gelip onları kurtaracağına inanıyor, bunu dillendirmiş olan grup liderinin direktiflerini harfiyen yerine getiriyordu. Öyle ki olayın gerçekleşeceği gün ve yerde uzay aracına binmelerine engel olacak bütün metal eşyaları üzerlerinden çıkardılar. Aklınıza gelebilecek her türlü metal. Fermuarlar, tokalar, sutyen klipsleri, yüzükler, küpeler... Amaca kilitlenmişlerdi bir kez. Dünya bitmek üzereydi ama kurtuluş ‘onlar’ için yakındı! Nasılsa grup liderlerine olan bağlılıkları tamdı ve gün o gündü: 21 Aralık. Buradan inancın, insanın en temel ‘beyin’ dürtülerinden biri olduğunu çıkarabilirdik. Ancak çıkarabileceklerimizin hepsi bu değildi!
Tahmin edebileceğiniz gibi beklemek uzun sürdü. Ancak ne gelen vardı ne giden. Saatlerce beklediler. Bu esnada beklemenin sözcük olarak ne anlama gelebileceğini, yan anlamlarını, metaforlarını da düşünmüş olabilirler. Beklemenin bir eşik olabileceğini, yeryüzündeki rollerinin neler olduğunu, gelecek günlerde yaşamın nasıl hasıl olabileceğini vb.
İşin aslı bu çalışmanın bizlere sunduğu en önemli husus bu da değildi. Bir şeye inanırsanız beklerdiniz. Sonuçta beklemenin kısmen rasyonalize edilebileceği yanlar da olabilirdi. Hayır çok daha kaydadeğer olan başka bir şey vardı!
Başka bir şey! İnanmaya dair bambaşka bir husus.
Gruptaki insanlar Kıyamet Günü’nün gelmediğini gördüklerinde, ‘ne gelen var ne giden’ noktasından sonra sizce nasıl bir kanıya kapılmış olabilirler? Aldatılmışlık hissi olabilir mi bu? Ya da kendini saf biri gibi hissetme duygusu? Pişmanlık? ‘Bir daha asla’ duygusu? Hayır. Hiçbiri değil!
Peki ne mi?
İnsan beyninin, iş ‘kuvvetli’ bir inanca geldiğinde olup bitenleri nasıl meşru kıldığının ya da akladığının güzel bir örneği sayılabilecek bir kanıya vardı bu insanlar: Liderimiz bizi felaketin eşiğinden kurtardı! Ona inanarak yarattıkları ışığın yoğunluğu sayesinde Yaradan’ın dünyayı kurtardığına inanıyorlardı.
Bu yazıyı Şirince’deki kıyamet örneği için yazmadım. Gerekçesi Şirince olsa da inanç sisteminin biz insanları nerelere vardırabileceğini hatırlayabilmemiz için kaleme aldım. Bu satırları yazarken aklımda daha çok ODTÜ’lü öğrenciler ve onlara uygulanan şiddet vardı. Okuldaki protesto gösterisinden sonra ertesi gün onların evine dalanların inanç sistemini düşündüm. O gençlere uyguladıkları şiddeti hemen her koşulda nasıl haklı görebildiklerini. Kendilerini nasıl haklı gösterebildiklerini. Ve tahmin edebileceğiniz gibi bu tuhaf inanç sistemi karşısında ‘pes’ dedim.