Hakikat mi?

Haberin Devamı

Deniz Feneri’nde Ressam Lily Briscoe, ‘Demek uzaklık her şeyi böyle değiştiriyor’ diye düşünerek, lekesiz, adeta yelkenlerle bulutların, maviliği içine oyulup oturtulmuş gibi yumuşacık duran denize doğru baktı. ‘Demek uzaklık her şeyi böylesine değiştiriyor’ diye mırıldandı: ‘Demek her şey insanların yanımızda olmaları ya da bizden uzakta olmalarıyla değişiyor.’

Bazen sorarlar. ‘Yazın ne okuyalım?’ diye. Yaz kitapları diye bir ayrım yapılabilir mi bilemiyorum. Böyle bir tercih yapmam gerekirse diye aklımda ilk tuttuğum kitaplardan birisidir Virginia Woolf’un Deniz Feneri adlı romanı.

Kitap, Ramsay ailesinin ve konuklarının çevresinde gelişir. Olayların içerisinde en önemlisi, karşı adalardan birindeki deniz fenerine yapılacak olan gezidir. Deniz feneri, saçtığı pırıltı ile kitaptaki kişiler için sonsuzluğu çağrıştıran bir hedeftir. Ancak bir türlü oraya gidilemez! Orası insanın hakikatle kurduğu ilişki gibidir. Ressamın söylediği gibi. Durduğunuz yer ve zamana göre farklılıklar kaydedebilen, bazen yakınlaşan, bazense uzaklaşan bir sonsuzluk...

Hem çok uzak hem yakın

Böylesi bir sonsuzluğun hayat (kitaptaki karşılığı Mrs. Ramsay’dir) ile sanat (sanatı temsil eden kişiyse ressam Lily Briscoe’dur) arasındaki tedirgin gidiş gelişini buluşturabilecek yegâne sembol olan deniz fenerine ancak üçüncü bölümde ulaşılmasına izin verir Woolf. Bir nevi kahramanlarına acır! Artık onunkine ne kadar acımak denilirse... Bu gelgitli yolculukta biz okurlara düşense zaman, iç muhasebeler, hızını artırarak büyüyen savaş ve ölümler arasında hayatın izini ve anlamını sürmek olacaktır. Bizlere hem çok uzak hem de çok yakın olan bu kahramanlar aracılığıyla kendi hayatlarımıza yön veren dürtüleri hatırlamak...

Kitabı tekrar gözden geçirirken hakikatin ne olabileceğini, durumlara, zamanlara, bakış açılarına göre değişip değişmediğini, en azından 20. yüzyıl modernizmi çerçevesinde bunun bir yanıp bir sönen bir deniz feneri ile mümkün olup olamayacağını bir kez daha sormadan edemedim.

‘Hakikatin metni’

Bunları hatırlarken ise çağımıza döndüm ve kısa bir süre önce yitirdiğimiz Leyla Erbil’in “Kalan” adlı romanından bir bölümü hatırladım:

Yazarın hakikati

Yazdığı metin mi

Metnin hakikati

Yazarın özü mü

Tözü mü

Hakikatin metni

Yazarınki mi?

Nihayet, insanın hakikatinin bulunabileceğini sanmadığını belirten Erbil’e, modernizmin dinamiklerini düşünerek sonuna kadar hak verdim. Deniz feneri ve ifade ettiği anlamının bile içinin boşaltıldığı bir zaman diliminde ister yaşam ister kurgu, nereye bakıp ne şekilde hakikati görebileceğimiz ve dahası o kıyıya varabileceğimiz fikri karşısında bir umutsuzluğa düştüm.

Derken tuhaf bir his uyandı bende: Galiba 21. yüzyılda hakikate ulaşmak hâlâ mümkündü!

İşin özü de tözü de buydu galiba.

Ama sanırım o hakikat umduğumuz, ummayı beklediğimiz bir yerde durmuyordu artık! Deniz fenerlerine değil belki de hiyerarşileri delik deşik eden verev ve yayılarak büyüyen ayrık otlarının boy verdiği tarlalara ve onlar gibi büyüyen hareketlere, o hareketle çoğullaşabilen hasatlara bakmalıydık artık. Şu kimilerini kızdırtan, kızdırmakta olan ve kızdırtacak hasatlara.

DİĞER YENİ YAZILAR