Buluşmalar

Haberin Devamı

Bu 8 Mart benim açımdan ilginç buluşmalar demekti. Sabah CHP’nin basın ve STK’lı kadınlar için verdiği kahvaltıya katıldım. Birçok soru soruldu. En başta gelenlerse kadına uygulanan şiddete karşı geliştirilecek olan politik tavır arayışına yönelikti. CHP’nin bu konularda hassas olduğunu biliyoruz, umarım yakın zamanda Sayın Başkan’ın da toplantının başında ifade ettiği biçimde ‘demokratik bir ülkede kadının başına bunlar gelmez’ noktasındaki vurgu hayata geçer. Dilerim artık kadınların öldürülmediği, tacize uğramadığı bir ülkede yaşarız! CHP’nin bu konudaki politik tavırları kadar, bu tavırları sergileyebileceği, kadın ve insan sorunlarına vakıf, yetkin milletvekilleriyle ortaya koyabileceği ‘çoğulcu’ dilin de çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Aklımda ortak ve çoğulcu bir dil konusu mevcutken aynı günün öğleden sonrasında Küçükçekmece Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından ortak gerçekleştirilen önemli bir sempozyuma katıldım: Günümüz Türk Öyküsünde Kadının Sesi. Böylesi bir sese bir toplumun ne kadar çok ihtiyacı olduğunu ifade eden birçok bildiri sunuldu sempozyumda. Çok sayıda akademisyen ve yazarı bir araya getiren bu anlamlı maratonda bir de imzalı bir kitabım oldu! Aynı oturumda konuşmacı olduğumuz değerli meslektaşım Yıldız Ramazanoğlu son kitabı olan ‘İşgal Kadınları’nı imzaladı bana.


‘Emperyalist feminizm’

O yorgun günün akşamında genel olarak savaşları, şiddeti, yalnız bırakılan insanları düşünürken bir yandan da onun kitabını karıştırma fırsatını yakaladım. Özellikle ‘Emperyalist Feminizm’ konusunda söyledikleri dikkate değer. Bu terim ‘öteki kadınlara ve farklı olan insanlara karşı yürütülen kurtarma politikalarının içindeki sınır tanımaz şiddeti, kibri ve acımasızlığı’ dile getiriyor. Aslında bu merkezi tavır, çok iyi tanıdığımız ve erkek egemen yapıya uygun bir refleks ancak iş, kadının kadına ‘el uzatma’ noktasında kendini gösterdiği zaman daha da vahimleşiyor. ‘Biz sizi kurtamaya geldik ey kadınlar!’ derken kendilerine biçtikleri bir tavır var bu tür kadınların: Batılı ya da Batıcı olmak.

Teslim etmek gerekiyor ki hemen herkesin kendine göre bir batısı ve doğusu var. Dolayısıyla üstü ‘medeniyet’ ve ‘iyi niyet taşlarıyla’ örtülü böylesi bir şiddetin nereden, ne zaman ve kimlerden geleceği pek de belli olmuyor. Ne hazindir ki Ramazanoğlu’nun işaret ettiği bu hususu hem kadın hareketi hem de insan hakları örgütleri için düşünmek durumundayız. Bu cilalanmış dilin ‘her şey size statü ve değer yaratmaya çalışmak için’ noktasında kendini aklamaya çalışması ise çağımızın en önemli açmazlarından biri. Kim ne derse desin bu dilin yeniden ve farklı koşullarda üretilmemesine çok dikkat etmek gerekiyor.

Belki bu geride bıraktığımız 8 Mart adalet ve hak arayışlarında siyasi söylemlerin ve ezberlerin değil vicdanımızın batısı ve doğusuyla, ötesi ve berisiyle buluşmak için bir fırsat, bir eşik yaratmıştır... En azından bundan sonrasında hep birlikte bunu yaratmaya çaba harcamamız gerekiyor.

DİĞER YENİ YAZILAR