Türkiye parlamenter sistemden çıkıp adına “Cumhurbaşkanlığı” dedikleri bir sisteme geçtiği için seçmenler olarak aynı gün iki farklı tercih yapacağız. Öncelikle Cumhurbaşkanı adaylarından tercih ettiğimizi en fazla ikinci turda seçerek hükümeti kurma görevi vereceğiz. Eğer ilk turda oyların %50’sinden bir fazlasına kimse ulaşamazsa en yüksek oyu almış iki aday arasından birini seçeceğiz.
Milletvekilliği seçiminde ise uyum yasaları ile bazı değişiklikler olabilir. Eskiden parlamenter sistemde oy verdiğimiz parti/aday mecliste yeterli çoğunluğu elde ederse hükümet kurma görevini alıyor veya koalisyonun bir parçası olabiliyordu.
Mevcut sistemde Cumhurbaşkanı tercihimiz ile parlamentoda görmek istediğimiz parti ya da adayın farklı olma ihtimali var. Çünkü seçtiğimiz Cumhurbaşkanı dışardan veya milletvekilleri arasından bakanları belirleyecek.
Böylelikle parlamentonun asli görevi kanun yapmak ve hükümeti denetlemek olacaktır ki yapılan Anayasa değişikliğinde bu görevi baypas eden ÖNEMLİ HÜKÜMLER mevcuttur.
Önümüzdeki günlerde belki de en çok tartışacağımız mesele uyum yasaları ile şekilleneceği düşünülen seçim sisteminin ne olacağıdır... AKP’nin özellikle 2011’den bu yana kafasındaki model dar bölge veya onun farklı bir türü olan daraltılmış bölge sistemidir.
Halen uygulanan nispi temsile dayalı seçim sisteminde ve ülke barajı uygulamasında bir değişiklik olursa parlamentodaki dağılım ve hatta cumhurbaşkanlığı seçimi derinden etkilenebilir.
Örneğin İngiltere ve ABD’de olduğu gibi bu sistem iki büyük partiyi mi karşımıza getirecek yoksa seçim ittifakları ile çok partili veya ikiden fazla partinin olduğu bir sistem mi meydana gelecek?
Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldığında parlamentoda da temsil yarışı yapan partiler arasında nasıl bir seçim ittifakı olacak? Ya da ilk turda kazanmak için önceden ittifaklar mı açıklanacak?
Nasıl bir süreç işledi?
Temel olarak bir seçim sisteminden beklenen iki önemli fayda ve adalet alanı vardır. Birincisi hükümetin istikrarlı olabileceği bir sandalye dağılımı. Buna “yönetimde istikrar” ilkesi deniliyor. İkincisi ise “temsilde adalet” dediğimiz, demokrasinin çoğulculuk ve katılımcılık ilkelerini esas alan ve ülkedeki tüm kesimlerin temsil edilebildiği bir yelpazenin varlığıdır. Bunlar bir seçim sistemini diğerinden farklı kılan terazi gibidir. Hangisine ağırlık verirseniz farklı bir ölçü elde edersiniz.
Ülkemizde 1946-1960 arasında Liste Usulü Çoğunluk sistemi uygulanmış ve her seçim çevresinde en yüksek oyu alan liste seçimi kazanmıştır. 1960 sonrasında Nispi Temsil Sistemine geçilerek bunun farklı türleri uygulanmıştır. Ayrıca %10’luk ülke barajı 12 Eylül sonrasında 1983 seçimleriyle getirilen bir yöntemdir. Hatta o dönem ülke barajı dışında bir de seçim çevresi barajı vardı. 1995’den bu yana d’Hondt sisteminin %10 ülke barajı ile birlikte uygulandığı görülmektedir.
Bakıldığında 1980 sonrası genel eğilim yönetimde istikrar ilkesine ağırlık vermek şeklindedir. Buna rağmen 90’lı yıllar koalisyonlara sahne olmuştur. 2002’den sonra temsilde adalet ilkesinin aşındığı bir dönemdir. Nitekim kimi partiler aldıkları oy oranına rağmen ülke barajı sebebiyle meclise girememiş kimi partiler de aldıkları oydan daha yüksek ve orantısız bir sandalye sayısına sahip olmuştur.
İşte tartışacağımız dar bölge/daraltılmış bölge sistemi bu bakımdan hayatidir.
Bunu da bir sonraki yazımıza bırakalım.