16 Nisan Referandumunda kabul edilen değişikliğe göre siyasal parti grupları ve en son genel seçimlerde toplam oyların tek başına veya birlikte %5’ini alan siyasi partiler Cumhurbaşkanlığına aday gösterebilecek. Ayrıca noterden en az 100 bin imza toplayan kişiler Cumhurbaşkanı adayı olabilecek. Uyum yasaları bu değişikliğin siyasal partiler ve seçim kanunlarındaki uyumunu sağlayacak.
Buna göre AKP-MHP temsilcilerinin sürdürdüğü temaslarda Cumhurbaşkanı adaylığı için bir araya gelerek ortak aday çıkarabilecek partilerin milletvekilliği genel seçimlerinde de birlikte hareket edebilmesinin önü açılıyor. BBP bu heyette yer almasa da farklı yollarla görüşlerini aktarıyor.
Öyle anlaşılıyor ki yeni hükümet sistemine göre bir partinin veya bir araya gelecek partilerin milli iradenin %5’ni temsil ediyor olması yürütme erkine aday olabilmenin asgari koşulu kabul ediliyor. Dolayısıyla çoğulculuk ve temsilde adalet ilkeleri bir arada değerlendirildiğinde %5’lik orana sahiplik son derece önemli bir hal alıyor.
Yeri gelmişken bahsedelim. “Temsilde adalet” ve “çoğulculuk” birbirini bütünleyen kavramlardır. Biri olmadan diğeri işlevini sürdüremez.
Çünkü sizlerin tercih ettiği, seçtiği siyasal temsilcilerin belirli baraj ve kısıtlamalarla milli irade temsilinden yoksun kalması aynı zamanda ülkedeki farklı söz ve düşüncelerin milli irade içerisinde yer alamayışı demektir.
Öyle ya da böyle toplam seçmenin sandığa giderek oy kullanmış kısmı şeklen de olsa bir irade ortaya koyuyor. Ancak temsilde adalet-çoğulculuk dengesi iyi kurulamazsa bir süre sonra çoğunlukçu dikta anlayışı siyasal, sosyal, ekonomik sistemleri kuşatarak toplumsal kutuplaşmayı artıyor. Çoğulcu bir sistem birbiriyle yarışan partileri, onlara etki amacı taşıyan baskı gruplarını (örn.sendikalar) ve tek bir merkez elinde toplanmamış, denetlenebilir bir iktidarı gerekli kılıyor. Klasik çoğulcu düşünürlerden Robert Dahl demokrasinin ne azınlığın ne de çoğunluğun diktasına uygun olduğunu ifade eder. Ama ona göre asıl soru şudur: “Kararlar üzerinde kimler etkili? Bu kararlar belirli bir kesimin temsilcileri tarafından mı alınıyor?”
Şimdi “yönetimde istikrar nasıl sağlanacak?” diye soranlar olabilir. Bir defa sistem değişti. Yürütme organı ayrı bir oylama ile ve 50+1 ile seçilmekte. Böylece yetkileri tamamen üzerinde toplamakta. Burada barajın düşürülmesi daha çok TBMM’deki dağılımla ilgili.
Diğer yandan Avrupa genelinde hükümet sistemi fark etmeksizin seçim barajının olduğu ülkelerde en yüksek oran %5. Güçlü başkanlık modeli ile yönetilen Rusya’da bu oran %7’den, %5’e çekildi.
Bize gelince bu haliyle yürütmeye talip olan adayların -100 bin imza dışında - siyasi partiler nezdindeki ülke barajı %5 olarak belirleniyor. MHP’nin komisyon çalışmalarında önerisi barajın düşürülmesiydi. Kamuoyun yansıdığı kadarıyla barajın %10 şeklinde devam edeceği belirtiliyor.
Bu sebeple gerek uygulamada meydana gelecek ikilik gerekse temsilde adaletin zarar görme ihtimali açısından bir sorun gözüküyor.
Yürütmeye adaylık için %5 olan baraj, yasama organı için %10 seviyesinde öngörülüyor. Bu oranın da referandumdaki değişikliğin lafzına ve ruhuna uygun hale getirilebilmesi için %5 seviyesine çekilmesinde büyük yarar vardır.
Bu detay göz ardı edilmemelidir.