Uzaya yolculuk, insanlık için en zor ve en heyecan verici maceralardan birisi. Bu maceranın hedeflendiği ilk zamanlarda öncelik, uzayın o büyülü atmosferine problemsiz gitmek ve bunu diğer ülkelerden daha erken yapmaktı.İlk yapay uydu olan Sputnik'ten bugüne kadar yaklaşık 5 bin uydu uzaya fırlatıldı. Hala çalışmalar devam ediyor ve ülkeler bu konuda kendilerine yeni hedefler koyuyor. Fakat gönderilen her uzay aracı ve uzayda artan çalışmalar, daha fazla kontrolsüz enkazın yörüngedeki uzay araçları için tehdit oluşturmasına neden oluyor. Tüm bu durum ise uzay çöplerini ortaya çıkıyor.UZAY ÇAĞININ MODERN SORUNUUzay çöplüğü, aslında uzay çağının yarattığı modern bir sorun. Farklı amaçlar için hazırlanmış ve yörüngeye yerleştirilmiş binlerce uydunun bir kısmı ömürlerini tamamlıyor ya da bozuluyorlar. Bu uyduların bazıları Dünya'ya düşürülerek yok olmaları sağlanıyor ancak bir kısmı için bu olanak bulunmuyor.Bu durumda çalışmayan, enkaz haline dönmüş uydular uzay çöplüğünü oluşturuyor. Fakat bundan daha önemlisi, seyrek de olsa uydular veya uzay araçları arasında meydana gelen çarpışmalar! Bu tür kazalar, binlerce hatta on binlerce uydu parçasının uzaya saçılmasına neden oluyor.Yapılan araştırmalarda Dünya yörüngesinde bir bilyeden daha büyük yaklaşık yarım milyon, boyutu bir milimetreden büyük ise 100 milyon parçadan oluşan bir uzay çöpünün dönmekte olduğu tahmin ediliyor. Hatta bu yıl mayıs ayında Uluslararası Uzay İstasyonu’nun robot kolunda bir delik keşfedildi. Bu deliği açanın da kola çarpan bir uzay çöpü olduğu düşünülüyor.İNTERNET, TELEFON VE YANGINLARIN TAKİBİNDE SORUNLAR ÇIKABİLİRŞimdi ise Elon Musk’ın uzay roketi geliştirmek ve üretmek için kurduğu SpaceX’in uydu internet girişimi Starlink projesi kapsamında Dünya yörüngesine 12 bin uydu oturtulması planlanıyor. Tüm bu kalabalık, uzayda bir çarpışma yaşanması olasılığını artırıyor. Konuyla ilgili çalışmalar yapan uzmanlar ise “Kessler sendromunu yaşamaya adım adım ilerliyoruz” şeklinde açıklamalarda bulunuyor.Kessler sendromu ise bir uydunun, başka bir uydu veya uzayda başıboş dolaşan uzay çöpü ile çarpışması sonucu, parçalara ayrılması ve bir zincirleme reaksiyon gösterip yörüngede olan her şeyin zarar görmesi olarak özetlenebilir. Dünya’daki çöpler yetmeyip bir de uzayı modern bir çöplüğe çevirmek gerçekten çok endişe verici... Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde görev alan Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu, “Kessler Sendromu için bir tarih vermek zor” dedi ve gerekli önlemler alınmazsa yaşanabilecek durumlarla ilgili şu bilgileri paylaştı.“Eğer bu önemli sorunla ilgili önlemler alınmadığı takdirde, önümüzdeki yıllarda iletişim (internet, telefon vb.), navigasyon ve uzaktan algılama (ekinlerin takibi, yangınların kontrolü vb.) alanlarında beklenmedik kesintiler olabilir”İstanbul Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bölümü’nde görevli Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş de özellikle alçak yörüngelere dikkat çekti. Aliş, “Sorunun temel nedeni bu yörüngelere erişebilmenin daha ekonomik ve pratik olması” dedi ve ekledi:“Endişeli biçimde takım uyduların ulaşacağı sayıyı takip ediyoruz. 100 bin uydunun bulunacağı alçak yörüngelerde, çok daha sık çarpışma haberleri alabiliriz.”Peki nasıl önlemler almak gerekiyor? Başta ABD Savunma Bakanlığı'nın Uzay Gözetleme Ağı ile NASA olmak üzere uzay çalışmaları bulunan diğer ülkeler bu konuyu ne kadar önemsiyor?Bunun gibi cevaplanmayı bekleyen soruları Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu ile Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş’e yönelttim. Oldukça detaylı ve önemli bilgi verdiler.SORUNUN TEMEL NEDENİ YİNE İNSANLIK1-) Bundan 70-80 yıl öncesine kadar Dünya’nın çevresinde dönen tek şeyin Ay olduğunu bilirdik. Şimdi ise saatte 28 bin kilometre ile yani daha açık anlatmak gerekirse bir mermiden 10 kat daha hızlı dönen gereksiz metal parçası bulunuyor. Bu hale nasıl gelindi?Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: İnsanların geçmişten günümüze gelen yüksekte bulunma arzusu buna en büyük etken. Kaleleri veya gözlem alanlarını hep yükseğe inşa ediyoruz. Bunun elbette pratik bir sebebi var; aynı anda bir noktadan daha fazla yeri görmek. Bu da insanlara hâkimiyet sağlıyor.Günümüzde uzay araçları; iletişim, uzaktan algılama, yön bulma ve bilim/keşif amaçları için kullanılır. Bu nedenle uzay araçları olan ülkeler bu önemli alanlarda üstünlük kazanmaya başlar. Bu potansiyelin görülmesi üzerine uzaya atılan uydu sayısı yıllar geçtikçe hızla arttı. Ancak uzay araçlarının işlevlerini yitirdiğinde nasıl yok edileceği konusu çok iyi planlanmadığı için uzayda çok sayıda işlevini yitirmiş uzay aracı bulunuyor. 2-) Çöplerden kaynaklı kazalar bugüne kadar çok yaşandı. En son örnek ise Mayıs ayında meydana gelen. Bu tür olayların genel olarak zararı nedir?Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: Uzay çöpleri temelde iki noktada zararlı. Bunlardan ilki çok hızlı hareket eden cisimlerin uzay araçlarına çarpması. Bu tür çarpışmaların sonucunda uzay aracının tamiri, çok yüksek maliyetler gerektirebilir ya da uzay aracı kullanılmaz hale gelebilir. Bir diğer zararı ise büyük olanlarının uzayın belirli yüksekliklerinde gereksiz yer işgal etmesi. Bu işgalin bir sonucu olarak uzayın belirli yörüngeleri kullanılmaz hale gelir ve uzay araçlarını uzaya amaçlarına uygun şekilde yerleştirmek zorlaşır.Bu durum iletişimsel olarak kesintilere yol açabilir ya da ilerlemelerin önünü tıkar. Buna en güzel örneklerden biri 1995'te fırlatılan ‘CERISE’ uzay aracı. 1996 yılında bu aracın antenine bir rokettin artığı çarptı ve uzay aracını kullanılmaz hale getirdi. 1983'te de uzay mekiği Challenger'ın penceresine sadece 0.2 milimetrelik bir boya kalıntısı çarptı ve bıraktığı hasarın tamiri 50 bin dolardan fazlaya mal oldu.Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş: Bulunduğu veya sahip olduğu yörüngeye bağlı olarak bu tür çöpler, binlerce hatta on binlerce km/sa hızlarla hareket ederler. Uzay çöplüğünü oluşturan bu kalıntıların toplanması, Dünya'ya geri getirilmesi ya da uzayda bir bölgede sınırlandırılması konuları önümüzdeki yıllarda daha çok konuşulacak konulardan olacağı kesin. ASTRONOTLARIN HAYATI RİSK ALTINDA3-) Gereksiz uzay çöpleri ABD Savunma Bakanlığı ya da Uluslararası Uzay İstasyonu tarafından izleniyor mu, gerekli takipleri yapılıyor mu?Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş: Uzayda tehlike oluşturabilecek parçalar radarlarla izleniyor. ABD'nin uzay kuvvetlerine bağlı olan Uzay Gözleme Ağı (US-SSN) büyüklüğü 10 cm ve yukarısı olan parçaları izleyebiliyor. SSN'in katalogladığı 44 bin cisim bulunuyor. Bunlar arasında görev yapmakta olan uydu ve uzay araçları olduğu gibi, daha önceki çarpışmalarla ortaya çıkmış kalıntılar da bulunuyor.Avrupa Birliği ise 2014 yılında 'EU-SST' adıyla benzer bir ağı oluşturdu. Avrupa Birliği’nin sistemi ise büyüklüğü 50 cm ve üzeri olan tüm parçaları belirleyebiliyor. Daha küçük parçaların da izlenebilmesi için geliştirmeler yapılıyor. Bu büyüklüğü 7 cm'e kadar düşürmek hedeflenenler arasında.Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: Fakat çöplere ilişkin alınacak önlemler konusunda bir çözüme henüz ulaşılamadı. Uzay araçları bu çöplere dayanıklı olacak şekilde geliştirilmeye çalışılsa da bu durum maliyetleri çok artırdığından çoğu zaman yetersiz kalıyor.Özellikle Uluslararası Uzay İstasyonu gibi insanların ikamet ettiği uzay araçlarında geri döndürülemez hasarların olması çok tehlikeli. Örneğin, önemli bir hava kaçağının olması veya istasyonun yönelimi için hayati olan mikroçiplerin zarar görmesi orada bulunan astronotların hayatını riske atabilir.ŞİRKETLER SORGUNLANMIYOR! ‘Dünyadaki tarım faaliyetleri bile zarar görebilir’4-) Önümüzdeki 10 yıl içinde uzaya fırlatılacak uydu sayılarının beşe katlanacağı söyleniyor. Bu da uzayın daha da kalabalık olacağı anlamına geliyor. Yakın zamanda bizi bir ‘uzay felaketi’ bekliyor diyebilir miyiz?Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş: Aslında hemen bir korku yaratmak gerekmiyor ancak uzaya uydu yerleştiren şirketlere bu konuda herhangi bir soru da sorulmuyor. Bu uyduları nasıl kontrol edecekleri, çalışmayan uydulara ne yapacakları konuları hiç sorgulanmıyor. Şirketlerin sorumluluk duygularına kalmış durumdayız.Özellikle geniş bant internet hizmeti için yörüngeye yerleştirilmeye başlanan takım uyduların sayısı, uzay alanında çalışan herkesi endişelendiriyor. Önümüzdeki birkaç yıl sonunda 100 bin uyduya ulaşılması bekleniyor. Bu kadar çok sayıda uydunun çok küçük bir kısmı bile kontrolden çıksa, oluşabilecek çarpışmalar, zincirleme olaylara neden olabilir.Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: İnternet, cep telefonu gibi iletişim ağlarının uzay uydularının ağları üzerinden kurgulanması planlandığından yakın zamanda bir felaket olmasa bile özellikle iletişim konusunda beklenmedik kesintilerin yaşanması olası.Aynı zamanda halihazırda navigasyon sistemleri uyduları kullanmakta ve bazı ülkelerdeki ekinler, uydular aracılığı ile gözlenerek tarım yapılıyor. Bu noktalarda uzay araçlarının çöplerden zarar görmesi bir takım önemli krizlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. 5-) Eğer süreç bu şekilde devam ederse Dünya çevresindeki bazı yörüngeler kullanılmaz hale gelebilir mi?Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: Dünya'nın çevresinde Uzay çöpleri nedeniyle halihazırda kullanılması tehlikeli olan yörüngeler bulunuyor. Bu yörüngelerin sayısı gittikçe da artıyor. Buradaki en büyük problem görevini tamamlamış olan bu çöplerin artık kontrol edilemez olması.Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş: Yörüngelerin aşırı kalabalıklaşması, daha önemli görevleri olan uyduları zora sokabilir. Güvenlik, Meteoroloji, uzaktan algılama (Dünya izleme) uydularının görevleri çok önemli. Dünya'ya yakın yörüngelerde sorunun boyutu daha az ancak Yer-sabit denilebilin yörüngede yer sıkıntısı büyük.Özellikle Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada sürekli gözlem yapmak isteyen birçok ülke ve uyduları var. Türkiye'nin düzenli bir şekilde Türksat uydularını yörüngeye yerleştirmek istemesinin bir diğer nedeni de sahip olduğumuz yörüngeyi kaptırmamak.SORUN BÜYÜK, MALİYET FAZLA! KİMSE ÇÖZÜM İÇİN YANAŞMIYOR6-) Yeni uyduların gönderiminde, bu hassas konuya yönelik neler yapılmalı?Dr. Öğr. Üyesi Sinan Aliş: Uydu fırlatmak isteyen ülkelerin ve özel şirketlerin bu uyduların kullanım ömürleri sonrasındaki stratejileri ve planları sorgulanmalı. Bu sürece yasal bir düzenleme getirilmeli. Mevcut Birleşmiş Milletler anlaşmaları ne yazık ki bu yönde maddeler içermiyor çünkü çok eskiler. Bu anlaşmaların güncellenmesi ise büyük politik sorunlar içeriyor. Yasal mevzuatta önemli bir tıkanıklık var.Doç. Dr. Tolgahan Kılıçoğlu: En büyük sıkıntılardan biri de bu kararları alacak olan tarafların bu durumun fazladan bir maliyete yol açacağını bilmesi ve bu nedenle gerekli kısıtlamaların kabulüne çok yanaşmaması.
Müzik, kişiyi ruhsal olarak güçlü kılmanın dışında fiziksel ve zihinsel hastalıkların tedavisinde de kullanılıyor. Beyin araştırmacıları müziğin anıları çağrıştırma etkisi üzerine uzun yıllardır çalışmalar yürütüyor.ABD'nin Boston şehrinde Gazi İşleri Bakanlığı'na bağlı bir hastanede bilişsel ve davranışsal nöroloji uzmanı olan Andrew Budson, Washington Post’a yaptığı açıklamada “Müzik hafızadaki unutulmuş kapıları açıyor” dedi ve ekledi:"Müzik sizi geçmişe götürebilir ve beyninizi ateşleyip harekete geçiren bir elektrik çarpması etkisi yaratabilir. Herkes memleketini ziyaret ettiğinde ya da lisesine ve üniversitesine gittiğinde anılarının yoğunlaştığını hisseder. Müzik de tek başına aynı şeyi yapabilir. Tüm bu anıları geri getirmeyi sağlayan işitsel ve duygusal bir ortam sağlar."'MÜZİK ANILARI CANLANDIRMADA DİĞER DUYULARDAN DAHA ETKİLİ’Bunun oldukça yaygın bir deneyim olduğunu söyleyen Uzman Psikolog Ayşe Begüm Teke, “Müziğin anıları canlandırmada ve hatırlatmada diğer duyulara göre daha güçlü olduğuna ilişkin pek çok araştırma bulunuyor. Müziği duyduğumuzda beynimiz anıları tetikliyor ve duygusal bağlantıları kuvvetlendirebiliyor” dedi.Teke, “Örneğin bir şarkıyı duyduğumuzda, o şarkıyla ilgili hatırladığımız anıları, duyguları ve hatta kokuları canlandırabiliriz. Bu nedenle, müzik terapisi gibi alanlarda, müzik kullanılarak hatırlatma ve duygusal iyileştirme amaçlanıyor. Bununla birlikte, müziğin kişileri farklı şekillerde etkilediğini ve bazı insanların müziğe daha az duyarlı olduğunu unutmamak gerekir. Ancak genel olarak müzik, bellek ve duygusal bağlantılar açısından güçlü bir araçtır” ifadelerini kullandı. 'MÜZİK KİMLİĞİMİZ HALİNE GELİYOR'Missouri Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Müzik Bilimi ve Estetiği Laboratuvarı'nda baş araştırmacı olarak görev alan Amy Belfi de Washington Post'a “Müzik beynin farklı bölümlerini harekete geçiriyor. ‘Hayatımızın müziği’ gibi kimliğimizin bir parçası haline geliyor. Bu da anıları canlandırmada ya da geri getirmede neden bu kadar etkili olduğunu açıklıyor" diye konuştu.Peki müzik, beyinde hangi bölümleri harekete geçiriyor? Nasıl bir işlemden geçerek ‘kimliğimiz’ haline geliyor?Ayşe Begüm Teke, “Müzik dinleme sırasında, ilk olarak işitme korteksi olarak adlandırılan beyin bölgesi aktive oluyor. Bu bölge, müzik notalarını, ritimleri ve armonileri işliyor. Ayrıca, müzik dinleme sırasında, beynimizdeki ödül merkezleri olarak bilinen bölgeler de aktive oluyor. Böylelikle müzik dinlerken keyif almamız sağlanıyor” dedi. Teke, müzik dinlediğimizde beynimizdeki hipokampus adı verilen bölgenin de aktive olduğuna vurgu yaparak, "Bu bölge, müziği hafızaya alır ve daha sonra hatırlamamıza yardımcı olur. Ayrıca müzik dinlemek, beynin sol tarafındaki dil merkezini de aktive edebilir. Bu bölge, sözlü müzikal bilgiyi işler ve şarkıdaki sözleri anlamamıza yardımcı olur” ifadelerini kullandı. 'BEYNİN HER İKİ YARIM KÜRESİNİ DE HAREKETE GEÇİRİYOR’Klinik Psikolog Zozan Başçı, son zamanlarda yapılan çalışmalarda müziğin, beynin her iki yarım küresini de harekete geçirdiğinin saptandığına dikkat çekerek, “Müziğin bir araç olarak erişimini genişletmesi bakımından benzersiz bir durum bu. Kulağa tuhaf gelecek ama yemek yerken ya da cinsel ilişki esnasında aldığınız zevkin aynısını bir şarkının sözlerinde ve ritminde de hissedebilirsiniz” dedi. Başçı, bu durumu şu şekilde detaylandırdı:-- Müziğin perdesi, ritmi, ölçüsü ve tınısı, prefrontal korteksten (insanı diğer canlılardan ayıran işlevlerin kontrol edildiği en önemli alan) hipokampus ve parietal loba (yön belirleme, tatları algılama, acı ve dokunma hisleri gibi işlevlerinden sorumlu bölüm) kadar beynin birçok farklı bölümünde işlenir. Ritim ve perde esas olarak sol beyin yarım küre işlevleriyken, tını ve melodi genellikle sağ yarım kürede işlenir. Ancak bir bütün halinde müzik, her iki yarım kürede de işlenir.-- Siz müziği duydukça, işitsel korteksin içinden dışına kadar pek çok farklı türde şey gerçekleşir. İşitsel korteksin diğer bölümleri tını, melodi ve ritim gibi daha karmaşık öğeleri işler. Bir şarkıyı söylemek veya kafanızda bir melodiyi hayal etmek, aslında o melodiyi duymuyor olsanız bile işitsel korteksi tetikler. Tüm bu bileşenler de size iyi veya kötü anıları çağrıştırır. ALZHEIMER HASTALARI NASIL OLUYOR DA ŞARKILARI UNUTMUYOR?Alzheimer hastalığının ileri aşamalarında kişiler, ailelerini, sevdiklerini, yaşadıkları şehirleri bile unutabiliyor. Fakat bu aşamada dahi sevdikleri şarkıları ezbere söyleyebilen Alzheimer'lılar var. Bu nasıl oluyor?Bu soruma Zozan Başçı “Bu oldukça ilginç bir olgu. Bu durumu açıklayabilmek için önce hafıza türlerini bilmek gerek. Uzun süreli hafıza, örtük bellek ve açık bellek olmak üzere ikiye türe ayrılıyor” cevabını verdi ve ekledi:-- Açık bellek, ders kitabı öğrenimi veya deneyimsel anılar gibi bilinçli olarak farkındalığa getirilmesi gereken şeyleri içerir. Örtük bellek ise bizim bilinçsiz ve otomatik anılarımızdır. Örneğin, bir müzik aleti çalmak veya bisiklete binmek gibi… Açık bellek, hatırlama olmadığında kaybolurken, örtük bellek daha kalıcıdır. Daha fazla uygulama yapılmasa bile ömür boyu sürebilir.-- Açık bellek beynin hipokampus bölgesinden kaynaklanır ve bunama baş gösterdiğinde 'ilk giden' bölgedir. Yani Alzheimer her şeyden önce hipokampusa saldırıyor.Bu da örtük belleğin Alzheimer hastalarının şarkı sözlerini hatırlamasını ve performans göstermesini nasıl sağladığını açıklıyor. Şarkı söyleme veya müzik yapma becerisi örtük bellekte gerçekleşir. Kasten ne yaptığınızı düşünmek zorunda olmadığınız anlamına gelir. Alzheimer hastaları sevdiği müziği kapattıktan sonra bile iyilik etkisi 10 dakika kadar sürüyor.
Geçtiğimiz günlerde Adana'da babasıyla asansöre binen iki yaşındaki E.U.’nun kolu boşluğa sıkıştı. Asansör hareket ettikçe çocuğun boynuna kadar gelen kabin, babasının acil durum düğmesine basmasıyla durdu ama E.U. hayatını kaybetti. Acı olansa asansörün oldukça eski olması ve kabin içinde iç kapının bulunmamasıydı…Aslında bu olay ilk değil. Hemen hemen her yıl bu şekilde Asansör Kazaları meydana geliyor. Hatta 2010-2022 yılları arasında Türkiye’de 325 asansör kazası yaşandı. Bu kazalar sonucunda 152 kişi hayatını kaybederken, 413 kişi de yaralandı.Günümüzde asansör tasarımları gittikçe gelişiyor ve hareket hızları da artıyor. Ancak gerekli bakım ve onarım çalışmalarının ve diğer önlemlerin eksik kalması asansör kazalarına neden oluyor. Dolayısıyla bu kadar önemli bir araca gerekli özeni göstermek şart. Hatta bu konuda yönetmelikler de mevcut.Ancak son yaşanan olaydan da anladığımız üzere eski asansörler halen kullanımda. Üstüne üstlük bu asansörlerin güvenliğinin sağlanması için gerekli önlemler de alınmıyor. Durum böyle olunca da akla cevaplanmayı bekleyen birkaç soru geliyor:2001 yılından önce yapılan asansörlerin neredeyse hiçbirinde iç kapı bulunmuyor. O dönem neden bu duruma dikkat edilmedi?Şu an birçok konut ve iş yerinde, eski tip asansörler kullanılıyor. Bu asansörler denetleniyor mu?Yeni binalarda hangi tip asansörlerin kullanımı uygun görülüyor? Bu kıstaslar nasıl belirleniyor?Asansörlere ne kadar sıklıkla bakım yapılması gerekiyor?Konuyla ilgili Türkiye Asansör Sanayicileri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Atik ve Asansör ve Yürüyen Merdiven Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sefa Targıt önemli bilgiler verdi.2001 yılından önce yapılan asansörlerin neredeyse hiçbirinde iç kapı bulunmuyor. O dönemde bu durum dikkat çekmedi mi, önemsenmedi mi?Sefa Targıt: Aslında, bu meseleye bir dönem dışında her zaman dikkat çekildi, iç kapı zorunlu kılındı. Konuyu şöyle açalım: Dünyada ve ülkemizde hizmete sunulan ilk dönem asansörlerle, günümüz asansörleri arasında teknolojide ve emniyet yaklaşımında önemli farklar var. İlk dönem, örneğin Pera Palas asansöründe ve Taksim-Teşvikiye bölgesindeki İstanbul’un ilk apartmanlarında faal asansörlerde iç kapı mevcut.Bu kapılar elektromekanik bir takım güvenlik aksamına da sahip. Teknoloji farklı olsa da amaçlanan güvenlik hedefi aynı. Daha sonra, biraz da maliyet kaygılarıyla, iç kapının gerekli olmadığı yönünde bir görüş hâkim olmuş ve 1996 yılına kadar asansörler iç kapı zorunluluğu olmadan yapılmış.Eski adıyla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca 12 Mayıs 1989 tarihli ve 20163 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Asansör Yönetmeliği, emniyet yaklaşımına çarpıcı bir örnek. Söz konusu yönetmelik, kabin kapısı olmayan asansörlere izin verirken, asansörün görünür yerine, “kapısız kabinlerde asansör kullanıcısının, kabin içinde seyir halinde hareketli olan kapı tarafındaki duvara, kendisinin veya beraberindekilerin ya da eşyalarının temasına meydan vermemesi” ikazını içeren bir levha asılmasını zorunlu kılıyor. Yani tehlike o zaman da biliniyor ancak tedbirler kullanıcının dikkatine bırakılmış. Bugünün anlayışıyla böyle bir yöntem kabul edilemez. 1996 yılı Haziran ayında yine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca yayımlanan bir tebliğ ile asansörlere kabin kapısı zorunlu kılındı. O tarihten sonra piyasaya arz edilmiş tüm asansörlerde iç kapı bulunmak zorunda. Buna ilave olarak, yeni bir yönetmelik ve ciddiyetle 2012 yılında başlayan asansör periyodik kontrollerinde iç kapı önemli eksiklerden biri olarak görülüyor.AB mevzuatının yürürlüğe girmesinden önce yapılan tüm mevcut asansörlerin de iç kapı ile donatılması şart koşuldu. Kontrol listelerine göre bir yıl süre verilmesi ve gelecek kontrolde kabinin kapı ile donatılmasının şart olduğu yazıldı.BİNA SAKİNLERİ KADAR BELEDİYELER DE SORUNU GÖRMEZDEN GELİYORGünümüzde çoğu konut ve iş yerlerinde eski tip asansörler kullanılmaya devam ediyor. Bu asansörler denetleniyor mu?Sefa Targıt: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın verilerine göre, ülkemizde 600 bin civarında faal asansör mevcut. Asansör Yönetmeliği kapsamında piyasaya arz edilen ve bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce monte edilmiş olan ve halen faal durumda bulunan tüm asansörlerin periyodik kontrolleri Bakanlık tarafından yetkilendirilen ve ilgili idareler (Belediye veya İl Özel İdaresi) ile protokol yapmış olan A tipi muayene kuruluşları tarafından gerçekleştiriliyor.Yusuf Atik: Bugün yürürlükte olan mevzuat kapsamında yeni yapılan asansörler kontrol edildiği gibi eski asansörler de kontrol ediliyor ve güvenlik gerekliliklerinin yerine getirilmesi amaçlanıyor. Tabii ki bu süreçte eski asansörlerin eksikleri için, bina sorumlularına bu eksikleri gidermeleri için süre veriliyor ve bu süre içinde asansörün kullanılmaması isteniyor. Gerekli sürelerde eksiği giderilmeyen asansörlerin, belediye tarafından mühürlenerek hizmetten men edilmesi gerek ancak bazı belediyelerce bu görev tam olarak uygulanmıyor. Asansörlerde kabin kapısının olması kaza riskini sıfıra indirir mi?Sefa Targıt: İç kapı olmayan bir asansörde, kabin ile kuyu duvarının arası açıktır. Dolayısıyla hareketli bir bölge vardır. Yolcunun veya kabindeki yükün bu hareketli duvarla temas etmesi halinde sıkışmalar, sürüklenmeler devrilmeler meydana gelecektir. Önünüzden akan duvara giysinizin takıldığını veya çocuğun elindeki oyuncağın araya girdiğini düşünün, duvara takılan parça hızla kabinden uzaklaşacak, sizi de çekecektir.Çok yaşanmış bu kaza türü, bugüne kadar ölüme kadar giden ağır sonuçlar yarattı. Kabin kapısı olduğunda bu bağlantı kopacak ve risk sıfıra inecek. Ayrıca bir yükle, örneğin çöp kovasıyla kapısız kabine giren bir kişi, kovanın duvara takılıp dönmesiyle bir anda sıkışacaktır. Bu tür kazalar da defalarca yaşandı ve ağır sonuçları görüldü. İç kapı dışında asansörlerde tehlike arz edebilecek başka hangi unsurlar var? Nelere dikkat etmek gerekiyor?Yusuf Atik: Asansörler birçok unsurun bir araya gelmesiyle oluşan büyük bir teçhizat. Her bir aksamın, güvenli olması zorunlu. Makinesi, halatları, kumanda sistemi, kapıları ve diğer tüm aksamları ile bir bütün halinde temel güvenlik gerekliliklerini karşılaması gerekir.Sefa Targıt: Asansör kazalarını, asansör kullanıcısı yolcuların karıştığı ve asansör bakım muayene işlerini yapan çalışanların geçirdiği kazalar olarak iki ana kola ayırırız. Asansörler, herkese açık kullanımda araçlar olduğundan; çocuk, yaşlı, engelli ve değişik eğitim seviyesindeki her kesimden yolcuyu etkileyebilecek tehlikelere karşı daha kesin önlemler almak gerekir.AYSAD bünyesinde yaptığımız bilirkişi çalışmalarıyla ve diğer kanallarla ulaştığımız bilgilerle derlediğimiz istatistiklere göre, 2010 -2020 yılları arasında Türkiye’de 325 asansör kazası meydana geldi. Bu kazalar, 361 kullanıcı yaralanması, 99 kullanıcı ölümü, 52 işçi yaralanması ve 53 işçi ölümüyle sonuçlandı. Üyesi olduğumuz Avrupa Asansör Birliği tarafından hazırlanan şablonlara göre yürüttüğümüz bu bilgi toplama çalışmalarında, başlıca kaza sebepleri şu başlıklardan oluşuyor:Kabin kapısı olmamasıKat kapısı kilit problemleriKontrolsüz kabin hareketleriKat seviyeleme sorunlarıAşırı yükKabin iç kapısı dışında en çok rastlanan ve hayati tehlike yaratan unsur, kat kapısı kilitleri. Bu noktadaki mekanik veya elektriksel emniyetlerin devre dışı kalması, asansör kuyusuna düşme sonucunu doğurur ki en tehlikeli kazalardır. Kabin katta değilken kat kapısının açılmadığını ve kapı açıkken başka kattan çağrılan asansörün gitmediğini kontrol etmesi ve tüm katlarda bundan emin olması tavsiye edilir.Aylık bakım ve periyodik kontrol esnasında teknik ekibin asansörlerde bu hususlara özellikle dikkat etmesi ve tüm kat kapı kilitlerini tam işlevle çalışır halde tutması çok önemlidir. Bu noktada bina sorumlusunun sorumluluklarına değinmekte de fayda var.Bina sorumlusu, asansörün güvenli bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere bakımını yaptırmaktan, asansörün güvenli bir şekilde sürekli olarak çalıştırılmasını sağlamaktan ve yıllık fenni muayenesini yaptırmaktan sorumludur. HER AY ASANSÖR BAKIMI ŞARTYeni bina ve iş yerlerinde hangi tip asansörlerin kullanımı uygun görülüyor? Bu durum nasıl belirleniyor?Yusuf Atik: Yeni binalarda yapılacak asansörler, imar mevzuatlarına göre binanın kullanım amacı ve yüksekliği gibi kriterlere göre belirleniyor. Bina tasarımı aşamasında, mimar tarafından verilen kriterlere göre Asansör monte eden firmalar tarafından, gerekli Trafik hesabı da dikkate alınarak kullanım amacına uygun asansörün seçimi ve projelendirmesiyle yapılır. Belediye imar birimleri tarafından da kontrolü sağlanarak inşaat ruhsatı verilir.Sefa Targıt: Asansör teknolojisi binaların taleplerine cevap verebilmek üzere, sürekli gelişme halinde... Bina içi erişim, mimari tasarımın en önemli unsurlarından biri. Hatta binanın yüksekliğini tabana yayılımını iç trafik olanakları sınırlıyor ya da belirliyor.Giderek hızlar ve yolcu kapasiteleri de artıyor... Çift katlı otobüslere benzer birleşik çift kabinli veya aynı kuyuda birden fazla kabin çalışan asansörler, yüksek binalarda çok kullanılır hale geldi. Binada yatay ve dikey hareket edebilen asansörler de yakında piyasada görülebilecek. Orta büyüklükte konut binalarında trafik yanında, herkes için erişim, yük taşıma, tahliye gibi konularda geniş olanaklar sunan asansörler kullanılıyor. Asansör seçiminde, bina tasarlanırken trafik hesabını yapan asansör danışmanları yön gösteriyor.Bu konunun hafife alındığı bina tasarımları, kullanımda sorunlar yaratıyor. Bugün asansör makine daireleri tarihe karışmak üzere... Makine dairesi olmayan, yeni motor ve sürücü teknikleri ile donatılmış elektrikli asansörler en çok tercih edilenler.Asansörlerin ne kadar sürede bakımının yapılması gerekiyor? Özellikle etiket renkleri neye göre belirleniyor?Yusuf Atik: Yürürlükte olan mevzuata göre, her asansörün aylık periyodik bakımının yapılması ve her yıl periyodik kontrolünün sağlanması zorunlu. Periyodik kontrol sonuçları kusursuz, hafif kusurlu, kusurlu ve güvensiz olmak üzere dört grupta değerlendirilir.İlgili idare adına periyodik kontrolü yapan A tipi muayene kuruluşu tarafından, kusursuz olarak tanımlanan asansöre yeşil renkli bilgi etiketi iliştirilir. Hafif kusurlu olarak tanımlanan asansöre mavi renk, kusurlu olarak tanımlanan asansöre ise sarı renkli bilgi etiketi yapıştırılır. Güvensiz olarak tanımlanan asansörün rengi ise kırmızıdır.
Günümüzde alışveriş merkezlerinden hemen hemen tüm kafelere kadar birçok mekân müşterilerini daha uzun süre tutabilmek için Wi-Fi hizmeti sunuyor. Hatta çoğu şirket, müşterilerinin ilgi alanlarına yönelik kampanya içerik gönderimlerini de bu ağlardan yararlanarak yapıyor. Ama herkese açık şifreli ya da şifresiz Wi-Fi kullanımının mutlu ettiği bir kesim daha var: Hackerlar!Avrupa Birliği tarafından düzenli olarak yapılan araştırmalarda, şifrelenmiş ya da şifrelenmemiş Wi-Fi ağlarındaki yetersiz önlemlerin kötü amaçlı yazılımların daha kolay yayılmasına neden olduğu ortaya konuyor. Durum böyle olunca akıllara cevaplanmayı bekleyen pek çok soru geliyor. Örneğin;Wi-Fi hizmeti sunulan yerlerde internete bağlanmanın ne gibi zararları var?Hacker'lar kafelerdeki Wi-Fi ağlarına bağlananların hangi bilgilerine erişebilir?Wi-Fi’nin şifreli olması da kullanıcıları açık hedef haline getirir mi?Şirketler Wi-Fi ağlarından kaynaklı ne gibi tehlikelerle karşı karşıya?Evlerde kullandığımız Wi-Fi ağları ne kadar güvenli?Evindeki internetini komşularıyla paylaşanları hangi riskler bekliyor?Ve Wi-Fi yüzünden mağdur olanlar, hukuki olarak nasıl bir yol izleyebilir? Konuyla ilgili siber güvenlik uzmanı Osman Demircan ve ESET Türkiye Ürün ve Pazarlama Müdürü Can Erginkurban’ın görüşlerine başvurdum. Olayın hukuki tarafını ise Avukat Ceren Küpeli ile konuştum. Üçü de oldukça önemli bilgiler verdi...Alışveriş merkezlerinden kafelere, otellerden büyükşehir belediyelerinin turistik meydanlarına kadar birçok yerde Wi-Fi hizmeti sunuluyor. Bu ağlara bağlanmanın ne gibi zararları var?Can Erginkurban: Neredeyse herkes evlerinde internete Wi-Fi aracılığıyla bağlanıyor. Çünkü evlerimizdeki Wi-Fi ağları eskiye göre daha hızlı, kolay kullanılabiliyor ve güvenilir. Dışarıda ise durum oldukça farklı. Günümüzde her yerde halka açık bir Wi-Fi ağı bulmak mümkün. Bunlara bağlanmak ise güvenli değil. Çünkü halka açık Wi-Fi ağları evlerimizdeki ağlar kadar güvenli değil. Ağı kimin kurduğunu ve bizden başka kimlerin bağlandığını bilemiyoruz.Osman Demircan: Bu noktada Wi-Fi’nin şifreli ya da şifresiz olmasının bile hiçbir önemi yok. Kullanıcılar her iki türlü de hackerlar'ın hedefi halinde... Örneğin belediyeler, AVM’ler, kurumsal mağazalar, misafir ve müşterileri için sundukları Wi-Fi bağlantılarında güvenlik önlemlerini alıyorlar. Hatta bu kurumlar bağlantı öncesi doğrulama yapabilmek için e-posta adresi, telefon numarası gibi bilgileri de talep ediyor. Ama bu durum da yetersiz kalıyor.Çünkü şifreli Wi-Fi’lerdeki en önemli sorun tek bir şifre ile birçok kişinin aynı Wi-Fi’ye bağlanıyor olması… Böyle bir durumda herkes aynı ağa dahil ediliyor ve tehlike büyüyor. Bu kadar fazla kişinin olduğu ağ da hackerlar’ın işine geliyor. O ağı çözmeleri daha da kolaylaşıyor. Bu nedenle şifrelerin kolaylıkla elde edilebilmesi nedeniyle herkesin bu ağlara erişim sağladığını bilerek işlem yapmanız gerekiyor. Bir diğer ve belki de en büyük problem dışardaki şifreli ya da şifresiz olan Wi-Fi bağlantılarını, terör örgütlerinin de haberleşmek için kullanıyor olması. Sizin ve bir terör örgütü mensubunun aynı Wi-Fi üzerinde aynı ‘gerçek IP’ ile bağlantı yapıyor olması, olası bir teknik takipte benzer IP’den çıkış yapanların tespit edilmesi ile bağlantıyı kullanan diğer kişileri de zan altında bırakacaktır.İŞ BİLGİSAYARINIZLA KAFELERDEKİ İNTERNET AĞINA BAĞLANIP ÇALIŞMAK ÇOK RİSKLİPek çok kişi kafelerde de iş bilgisayarlarıyla vakit geçirip, şifreli ya da şifresiz Wi-Fi hizmetinden yararlanıyor. Bu durum nasıl sonuçlar doğurabilir? Kullanıcılar, hacker'ların hedefi olmamak için nasıl önlemler almalı?Osman Demircan: Burada dikkat edilmesi gereken en önemli konu bilgisayar, tablet ya da telefon üzerinde işletim sistemi ve tüm uygulamaların güncel olması… Bu şekilde kişi bilinen güvenlik açıklarına karşı ilk önlemi almış olur. Bu noktada bağlanılan Wi-Fi’nin şifreli ve şifresiz olmasının da hiçbir önemi yok, çünkü tehlike ikisinde de ortak… Ayrıca cihazların eğer üzerinde ek bir özellik olarak geliyorsa güvenlik duvarlarının açık olması, gelmiyorsa bir güvenlik duvar yazılımının kurulu ve güncel olması, bağlantı üzerinden yapılacak bir saldırının önlenmesini sağlar.Elbette bir antivirüs programının yüklü olması da ek bir güvenlik sağlayacaktır. Bu tarz bağlantılar üzerinden şirket sunucularına, şirket tarafından onaylanmış ve konfigürasyonu yapılmış VPN uygulamasının kullanılarak yapılması, veri trafiğinin güven içerisinde olmasını sağlayacak.Bilgisayarınız bir Wi-Fi ağa bağlandığında ağ bağlantılarında tüm bilgisayarlar birbirlerini görebilir. Bu durumda eğer bilgisayarınız, herkesin erişimine açık bir şekilde konfigüre edildiyse tüm dosyalarınızı ve klasör paylaşımlarınızda Wi-Fi ağa bağlanan diğer kişilerin görmesine neden olabilir. Herkese açık hiçbir paylaşımın olmadığından emin olmak şart.ŞİRKETLER DE TEHLİKE ALTINDA! ÖNLEM ŞART...Günümüzde artık iş yerlerini güvende tutmak için kapıları kilitlemek ve güvenlik kameraları yerleştirmek yeterli değil. Tüm şirketler siber saldırıya uğrayabilir. Son yıllarda bunun örneklerini fazlasıyla gördük. Haliyle şirketler için de Wi-Fi oldukça önemli… Peki şirketler Wi-Fi ağlarından kaynaklı ne gibi tehlikelerle karşılaşabilir?Osman Demircan: Karşılaşılan en büyük sorun çalışanların ve misafirlerin tek bir şifre ile aynı Wi-Fi üzerinden bağlanıyor olmasından kaynaklı... Bu durumda şirket ağına herkes dâhil edilmekte ve tüm ağ tehlikeye atılmakta. Bunun yanında şirket ağlarına bağlanacak cihazların değişmez ve benzersiz MAC adreslerinin Wi-Fi bağlantı cihazları üzerinde tanımlanması ve şifre bilinse dahi diğer cihazların ağa giriş yapabilmesinin engellenmesi, bilgi güvenliği adına ciddi önem taşıyor. Ayrıca kullanıcıların şirket sunucularına oturum açmalarını sağlayan doğrulama sunucusu ile Wi-Fi bağlantı cihazı entegrasyonu, oturumların kontrol ve güvenliği için önem teşkil etmekte.Kurumların kullanıcı bilgisayar ve telefonlarının dışında Wi-Fi ağlarına bağladıkları diğer cihazların da siber güvenlik standartlarında güvenlik taramalarından geçmiş ve yazılımsal olarak güncellenen cihazlar olmasına dikkat edilmesi gerekir. Özellikle merdiven altı cihazlar güvenli Wi-Fi ağlarını da tehlikeye sokuyor. Güvenlik ihlallerinin ve sistemde var olan anormalliklerin tespit edilebilmesi için profesyonel loglama ve uyarı sistemlerinin kullanılıyor olması şart. Evlerimizde de hem bireysel kullanımlarımızı hem de iş ile ilgili çalışmalarımızı Wi-Fi üzerinden yapıyoruz. Evlerde kullandığımız Wi-Fi ağları da güvenli mi?Osman Demircan: Wi-Fi standardında sürekli güvenlik açıkları tespit ediliyor. Geçtiğimiz aylarda yine Wi-Fi’yi etkileyen açıklar yayınlandı. Özellikle ADSL üzerinde bulunan Wi-Fi’ler "Bir kere kur, bozulana kadar kullan" mantığıyla çalışmıyor.Burada kullanıcılara düşen en önemli görev şu: Eğer internet hizmetini aldığınız servis sağlayıcı size bir modem tahsis ettiyse o modemin Wi-Fi özelliğinin en güvenilir şekilde konfigürasyonunun yapılması ve bulunan açıklara karşı güvenlik güncellemelerinin yapıldığından emin olunması için servis sağlayıcısıyla iletişimde olunması gerekiyor.Bu kullanıcıların uzaktan alabilecekleri en güvenli hizmet. Eğer modem kullanıcı tarafından temin edildiyse, ürün temsilcisiyle iletişime geçerek güncelleme ve konfigürasyon konusunda destek alabilirler. Burada modemi kendi temin eden kullanıcılara en önemli uyarım müşteri hizmetleri ve teknik desteği olan, Türkiye’ de temsilciliği bulunan ve Türkçe hizmet veren markaları tercih ediyor olmaları. APARTMAN YA DA SİTEDE İNTERNETİNİ PAYLAŞANLAR DİKKAT! KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANABİLİRSon zamanlarda çoğu kişi bireysel internet almak yerine, örneğin bir apartmandaki birkaç aile tek bir internet bağlantısını Wi-Fi üzerinden paylaşıyor. Bu durum nasıl sonuçlar ortaya çıkarabilir?Osman Demircan: Hat kimin üzerineyse polisler bir gün o kişinin kapısını çalabilir. Çünkü o internet bağlantısıyla suç işlendiğinde suçu işleyen değil hat sahibi tespit edilir. Özellikle herkesle paylaşılan şifreli kablosuz ağlar hacker'ların takibinde… Bu tarz ağları takip eden hacker'lar başta dolandırıcılık, siber saldırı ve terör örgütü haberleşmeleri gibi konularda kullanılmak üzere tercih ediliyor.Terör örgütlerinin kullandıkları uygulamalar ya da sonra internet üzerinden işlenen suçlar da deşifre edildikten sonra IP tespiti ve sonrasında abone tespiti yapılır. Hat sahibinin hiçbir bağlantısı olmadığı halde terörist muamelesi görebilir.Ayrıca ortak internet kullanan apartmanlarda özellikle kullandıkları bilgisayar, tablet ve telefonların yeterince güvenlik önlemi alınmadıysa tüm dosya, fotoğraf ve özel dökümanlar herkesin ulaşabileceği bir hale de gelebilir.GENELE AÇIK Wi-Fi'DEN ZARAR GÖRDÜYSENİZ, AÇTIĞINIZ DAVAYI KAZANMA ŞANSINIZ ÇOK ZORİnsanlar kafelerde ya da AVM’lerde herkese açık Wi-Fi ağlarına bağlandıklarında, kişisel bilgilerinden tutun da işle ilgili dosya alışverişine kadar pek çok bilgiyi çaldırabiliyor. Böyle bir durumda kullanıcılar hukuki olarak nasıl bir yol izleyebilir? Wi-Fi üzerinden siber saldırıya uğradığı kafe, AVM ya da belediyelerinden şikayetçi olabilir mi? Ceren Küpeli: Kullanıcıların genele açık Wi-Fi ağlarına bağlanarak cihazları üzerinden yaptıkları tüm işlemlerde, veri ve işlem güvenliğinden bahsedilemeyeceği için birtakım hukuki riskleri aldığı kabul edilir.Özellikle cihazdaki fotoğraf gibi verilerin bu ağlar üzerinden ifşası, bankacılık işlemleri yapıldıysa internet bankacılığı hesaplarında işlem gerçekleştirilmesi ve cihaza virüs/zararlı yazılım bulaştırılması mümkündür. Bu risklerin normal şartlarda her birinin hukuki karşılıkları var ve mağdurların ikame edebilecekleri davalar mevcut.Fakat genele açık Wi-Fi konusunda sorun, kullanıcıların kendi rızalarıyla genele açık Wi-Fi ağlarına katılarak, ağlara cihaza erişim imkanı vermeleri noktasındadır. Yani kullanıcılar, bu Wi-Fi ağının kendi cihazlarına erişeceğini kabul ederek interneti kullanmakta. Bu durumda, zarar görülen eylemlerde mağdurun rızasının bulunduğundan bahisle eylemlerin hukuka aykırılığını kanıtlamak güçleşiyor, haliyle açılan davalarda başarı şansı da düşüyor.Son zamanlarda insanlar bireysel olarak internetini kullanmak yerine, oturduğu apartman ya da sitede birçok kişiyle internet bağlantısını paylaşıyor. Ama bu durum oldukça tehlikeli… Örneğin o internet bağlantısıyla suç işlendiğinde suçu işleyen kadar, ortak kullanımdaki diğer kullanıcılar da suçlanıyor. Böyle bir durumda olayın hukuki karşılığı nedir?Ceren Küpeli: Ortak Wi-Fi kullanımı konusu hukuken büyük riskler taşıyan, kullananlarca ivedilikle sona erdirilmesi gereken bir alışkanlık. Bağlandığımız internet ağlarını, IP adreslerini kimliğimiz gibi düşünebiliriz.Her bir internet sitesine girdiğimizde kimliğimizi iz olarak bırakıyoruz. Bu çerçevede, interneti ortak kullandığınız kişilerden birinin, yasal olmayan içeriklerdeki internet sitelerine girdiğini ve sizin kimliğinizi iz olarak bıraktığını düşünün. Yasal dünyada tam olarak böyle görünüyor. Ortak internet kullanımında da en çok karşılaştığımız konu, bu ortak ağdan bir siber suç işlenerek kişinin kendi izini kaybettirmeye çalışması.Bu konuda teknoloji oldukça gelişti, kişinin cihaz bilgilerine erişerek delillendirme sağlanabilmekte fakat hüküm tesis edilene kadar bu ağı ortak olarak kullanan herkesin soruşturmaya tabi tutulacağını belirtmek gerekir.Yakın zamanda benzer konulu siyasi davalar yaşandı, kişiler izlerini kaybettirmek için başkalarının internet ağları üzerinden suç işlediler. Bu tuzağa düşmeyelim. Günümüz internet çağında yapılabilecek en büyük hatalardan biri, internet ağınızı başkalarına kullandırmaktır. Ne internet ağımızı ve cihazlarımızı kullandıralım ne de başkasının internet ağına kısa da olsa bağlanarak o ağda bir iz bırakalım. Son zamanlarda insanlar bireysel olarak internetini kullanmak yerine, oturduğu apartman ya da sitede birçok kişiyle internet bağlantısını paylaşıyor. Ama bu durum oldukça tehlikeli… Örneğin o internet bağlantısıyla suç işlendiğinde suçu işleyen kadar, ortak kullanımdaki diğer kullanıcılar da suçlanıyor. Böyle bir durumda olayın hukuki karşılığı nedir?Ceren Küpeli: Ortak Wi-Fi kullanımı konusu hukuken büyük riskler taşıyan, kullananlarca ivedilikle sona erdirilmesi gereken bir alışkanlık. Bağlandığımız internet ağlarını, IP adreslerini kimliğimiz gibi düşünebiliriz.Her bir internet sitesine girdiğimizde kimliğimizi iz olarak bırakıyoruz. Bu çerçevede, interneti ortak kullandığınız kişilerden birinin, yasal olmayan içeriklerdeki internet sitelerine girdiğini ve sizin kimliğinizi iz olarak bıraktığını düşünün. Yasal dünyada tam olarak böyle görünüyor. Ortak internet kullanımında da en çok karşılaştığımız konu, bu ortak ağdan bir siber suç işlenerek kişinin kendi izini kaybettirmeye çalışması.Bu konuda teknoloji oldukça gelişti, kişinin cihaz bilgilerine erişerek delillendirme sağlanabilmekte fakat hüküm tesis edilene kadar bu ağı ortak olarak kullanan herkesin soruşturmaya tabi tutulacağını belirtmek gerekir.Yakın zamanda benzer konulu siyasi davalar yaşandı, kişiler izlerini kaybettirmek için başkalarının internet ağları üzerinden suç işlediler. Bu tuzağa düşmeyelim. Günümüz internet çağında yapılabilecek en büyük hatalardan biri, internet ağınızı başkalarına kullandırmaktır. Ne internet ağımızı ve cihazlarımızı kullandıralım ne de başkasının internet ağına kısa da olsa bağlanarak o ağda bir iz bırakalım.
Metroda, metrobüste, AVM’de, yolda ya da iş yerinde… Son dönemde haberleri olmadan çekilen fotoğraf ve videolar, kadınların korkulu rüyasına dönüştü. Kimi fark edip tepki gösteriyor kimi görüntülerden ancak sosyal medya ya da internet sitelerinde yayıldıktan sonra haberdar oluyor. Sorun gün geçtikçe büyüyor ve örnekler çoğalıyor.Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Avukat Cem Duman, “Normal şartlar altında, kişinin izinsiz olarak özel hayatının gizliliğini ihlal edecek nitelikte fotoğraf/video çekimine maruz kalması halinde 6 ay içerisinde Cumhuriyet Başsavcılığı’na ya da kolluk kuvvetlerine şikâyetini bildirmesi gerekiyor” dedi ve detaylandırdı:“Olayın üzerinden vakit geçmesi halinde şüpheli, fotoğraf/video kaydını silerek delilleri yok edebilir. Bu nedenle çabuk hareket etmek önemli. Ayrıca fotoğrafı/videosu çekilen kişi, bir anlık öfkeyle eylemi gerçekleştiren kişiyi darp etme teşebbüsünde bulunabilir. Hatta çekim yapılan teknolojik cihazı ele geçirerek fotoğraf galerisine bakmak isteyebilir veya teknolojik aleti kırabilir. İşte bu noktada suçsuzken suçlu duruma düşmemek gerekiyor. Asla böyle bir davranışta bulunulmamalı çünkü bunlar suç teşkil ediyor.”'SELFIE ÇEKİYORDUM' DEMEK YETERLİ DEĞİLCem Duman, “Kişilerin izinsiz fotoğrafının çekilmesi ve yayılması hukuka aykırı bir durum. Fakat burada ‘kamuya açık alanlar’ ile ‘özel hayatı teşkil eden alanlar’ın ayrımı ön plana çıkıyor” dedi ve bu iki durumu şu önemli noktaların altını çizerek açıkladı:“Yargıtay tarafında özel hayat; Kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil. 'Herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istendiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir' şeklinde tanımlanıyor. Kamuya açık alanı ise 'özel mülkiyet yahut kullanıma ayrılmamış alanlar' olarak tanımlayabiliriz.” Böyle durumlarda fotoğrafı çeken kişi, “Ben selfie çekiyorum” ya da “Arkadaşımı çekiyorum” diyebiliyor. Fakat o karede fotoğrafta olmak istemeyen kişiler de yer alıyor. Böyle bir durumda fotoğrafı çekenin amacının aslında diğer kişiyi çekmek olduğu nasıl ispatlanabilir?“İzinsiz olarak kamuya açık alanda fotoğrafı/videosu çekilen kişinin şikâyeti üzerine ilgili fotoğraf/video dosyaya kolluk marifetiyle delil olarak kazandırılır” diyen Cem Duman, “Böylelikle fotoğraf/video, ilgili Cumhuriyet Savcısı tarafından incelenir ve bilirkişi incelemesi yaptırılır” ifadelerini kullandı ve şöyle devam etti:“Cumhuriyet Savcısı, fotoğraf/videonun kişinin kamuya açık alanda olması halinde dahi ‘kalabalığın içinde tanınmazlık’ prensibi gereği kişinin sürekli olarak denetim ve gözetim altında tutulup tutulmadığını ve kişinin rızası halinde üçüncü kişilerin bilebileceği gizli olarak nitelendirilebilecek şekilde olup olmadığını değerlendirerek, fotoğraf/videonun özel hayatın gizliliği suçuna vücut verip vermediğine karar verir.”TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLİRPeki izinsiz olarak kamuya açık alanda özel hayatın gizliliğini ihlal edecek nitelikte fotoğraf/video çekimi yapılmasının ceza açısından karşılığı nedir?“Bu suçun cezası 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıdır. Ayrıca çekilen fotoğraf/videoların ifşa edilmesi ya da basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası kararı verilir” diyen Cem Duman, kişinin izinsiz olarak kamuya açık alanda fotoğraf/videosunun çekilmesi halinde manevi tazminat davası açabileceğini de vurguladı ve ekledi:“Manevi tazminat davası, fail ve fiilin öğrenildiği tarihten itibaren iki yıl ve her halükarda 10 yıl içerisinde açılır. Ancak unutulmamalı ki, tazminat zenginleşme aracı olamaz. Görülecek davada hâkim, somut olaya ve tarafların ekonomik durumlarına göre tazminat miktarını belirler. Ayrıca izinsiz olarak kamuya açık alanda çekilen fotoğraf/videonun yayımlanmasıyla bir gelir elde edilmişse Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca da faile dava açılabilir.” ‘DEEPFAKE TEKNOLOJİSİ KULLANILARAK VİDEOLAR ÇOK FARKLI BİR ŞEYE ÇEVİRİLEBİLİR’Konunun bir diğer önemli tarafı da çekilen fotoğraf ve videoların sosyal medya ya da internet sitelerinde kişiler için nasıl riskler barındırdığı...Bilgilerine başvurduğum Siber Güvenlik Uzmanı Osman Demircan, “Kadınların izinsiz bir şekilde fotoğraf ve videolarını çekmenin ardında ağırlıklı olarak sosyal medyada beğeni ve para kazanma hevesi yatıyor. Bu tarz izinsiz video çekenler videoları yayımladıktan sonra ‘devamının gelmesi için destek olun’ gibi mesajlarla ya da bağış isteyerek ciddi paralar kazanıyor” ifadelerini kullandı ve ekledi: -- Fotoğraf ve videoların sahiplerini bekleyen en büyük risk, çekilen video ve fotoğrafların içeriğine de bağlı olarak yetişkin içerikli sitelerde yayımlanıyor olması. Yetişkin içerikli birçok sitede izinsiz çekilen fotoğraf ve videolar bir kategori altında toplanarak umuma açık bir şekilde yayımlanıyor. Görüntüleri yayımlanan mağdurların birçoğunun bu durumdan maalesef haberleri yok. Biri fark edip durumu bildirene kadar da haberleri olmuyor.-- Yayımlanan bu görüntüler ‘deepfake’ teknolojileri kullanılarak çok daha farklı şekillere çevrilebilir. Görüntülere dudak hareketleri ve mağdur kişilerin sosyal medyada paylaştıkları diğer görüntülerin sesleri de eklenerek videolar daha tehlikeli hale getirilebilir. Bundan daha vahimi ise eğer görüntülenen kişi bir çocuksa ve görüntüler paylaşılırsa çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek ciddi sonuçlar doğurabilir.
Günümüzde, her geçen gün artan çevre sorunlarının başında gelen hava kirliliği, geleceğin dünyasını ciddi bir şekilde tehdit ediyor ve insanlığı ekolojik tehlikelerle karşı karşıya bırakıyor. En son Greenpeace Türkiye Hava Kirliliği Birimi, Avrupa Çevre ve Sağlık Birliği’nin (HEAL) raporunu referans alarak bilgisayar simülasyonları ile kirliliğin meteorolojik şartların etkisiyle katedebileceği mesafeleri ve diğer şehirleri nasıl etkileyebileceğini gösteren bir simülasyon çıktısı yayınladı.‘PM 2.5'in meteorolojik şartlar doğrultusunda Zonguldak ve Çanakkale’den İstanbul’a doğru iyice yayıldığının altı çizildi. PM 2.5 ‘ince partikül madde’ olarak adlandırılıyor. Daha açık bir şekilde ‘kirletici’ de diyebiliriz. Kirletici, belirli bir kaynaktan doğrudan salınan maddelerin atmosferde gazlarla kimyasal olarak etkileşime girmesiyle ortaya çıkıyor ve uzun süre havada kalarak kirliliğe neden oluyor. Bu durum ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.Partiküller kendi içlerinde endüstriyel kaynaklı partikül madde oluşumları ve doğa olaylarından kaynaklanan partiküller olmak üzere iki temel kategoriye ayrılıyor. Endüstriyel kaynaklı partikül madde oluşumlarına; fosil yakıt kullanan enerji santralleri, sanayi kuruluşları ve motorlu taşıtları örnek gösterebiliriz. Hatta evlerde ısınma amaçlı kullanılan odun ve kömürleri de sayabiliriz. Doğa olaylarından kaynaklanan kirletici partikül madde oluşum nedenlerine ise orman yangınları, volkanik patlamaları ve toz fırtınalarını örnek olarak gösterebiliriz.Senelerce bütün atıklarını doğrudan atmosfere vermeye alışmış olan, bunların rüzgârlar yardımıyla kaybolup gittiğine inanan insanların, yarattığı olumsuz etkilerin bugün karşımıza çıktığını söyleyen Çevre Mühendisi Serkan Soyuer, partikülleri ve zararlarını anlattı.PEKİ PARTİKÜLLER NEDEN BU KADAR TEHLİKELİ, NASIL ÖNLEMLER ALINMALI?Partiküller neden havada çok uzun süre kalıyorlar?Küçük ve hafif olduklarından dolayı havada daha uzun süre kalıyorlar. Bu durum insanların ve hayvanların partikülleri solunum yoluyla içlerine çekme olasılığını artırarak birçok sağlık sorununa yol açıyor. Partikül maddelerin havada bulunan gazlar ve diğer partikül maddelerle kimyasal reaksiyonlar sonucu insan ve hayvan sağlığına hatta doğaya daha zararlı etkiler oluşturduğu da görülmekte. Bununla birlikte havada uzun süre kalma eğilimleri küresel ısınma kaynaklı olumsuz etkilerin artışına da neden oluyor.Bu durumun biyoçeşitliliğin kaybolmasına olan etkisini de göz ardı etmemek gerek. Havadaki partikül maddeyi görebilir miyiz? Hayır ama pis havayı fark edebiliriz, çünkü kötü koku yayar. Zaten PM 2.5 bir insan saç telinin çapının yaklaşık yüzde 3’ü büyüklüğünde. Ancak elektron mikroskopları ile görülebilirler.Partiküller hakkında dünyada çalışmalar var mı? Tabii… Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2018 verilerine göre, bu durumdan dolayı 2016 yılında 7 milyon ‘prematüre bebek’ ölümü gerçekleşti. Birleşmiş Milletler ve Cambridge Üniversitesi’nin birlikte hazırlayarak 2020 yılında yayınladığı Sürdürülebilir Gelişim Raporu’na göre de 2017 yılı verisi olarak Türkiye’nin PM 2.5'in oldukça yüksek olduğu ve 2016 yılında hava kirliliği kaynaklı ölüm oranının da 10 bin kişide 47 olduğu açıklanmıştı.Peki bu kirliliği önlememiz için neler yapmak gerekiyor? Bu konuda atılacak üç adım çok önemli… Sanayi kuruluşlarının hava kalitesini olumsuz etkileyen üretim süreçlerini minimum kirletici oluşturacak şekilde işletmeleri ve bu kirleticileri ortadan kaldırmak adına tam kapasiteyle işletebilecekleri doğru teknolojilere yatırım yapmaları.Bireysel araç kullanımında elektrikli araçlara vergi teşvikleriyle ulaşılabilirliğin artırılması. Hava kalitesinin olumsuz yönde etkilenmesini engellemek adına yönetmeliklere uyumun sıkı denetimlerle sağlanması ve değişen günümüz koşullarında bu konuya olan etkinin azaltılması için doğru çevre politikaların izlenmesi, gerekirse de mevcut çevre politikalarının yeniden düzenlenmesi.KALP VE SOLUNUM YOLU RAHATSIZLIĞI OLANLARI CİDDİ ETKİLİYOR Bu alanda yapılan geniş çaplı deneysel ve epidemiyolojik çalışmalar, havadaki çok küçük parçacıklara düzenli olarak maruz kalmanın, solunum yolu rahatsızlıkları, kalp ve damar hastalıkları, Parkinson ve diyabet rahatsızlığı olanları olumsuz yönde etkilediği birçok araştırmada kanıtlanmış durumda. Örneğin Amerikan Kalp Derneği tarafından 2004 yılında yayınlanan bilimsel bildiride hava kirliliğine maruz kalmanın kardiyovasküler hastalıklara katkıda bulunduğu bildirilmiş ve bu bildiri 2010 yılında güncellenmiş.Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr Hakan Gerçekoğlu bu konu hakkında önemli bilgiler verdi. Gerçekoğlu, solunum sisteminin kendi filtresi büyük parçacıkları süzebileceğini ancak 2.5 mikrondan küçük parçacıkların bu filtre sistemini aşabileceklerini belirtiyor. Haliyle partiküllere haftada birkaç saat bile maruz kalmanın kardiyovasküler hastalıkları olan yüksek riskli kişilerde erken ölüm riskini artırabileceğini ifade eden Gerçekoğlu şu noktanın da altını çiziyor:“Özellikle çocuklar, 65 yaş üzeri bireyler ve halihazırda kardiyovasküler ya da solunum sistemi rahatsızlığı bulunan kişiler daha yüksek risk altındalar.”PM 2.5 miktarının sağlıksız bir seviyede olduğu yerlerdeki insanların, sağlığını korumak için izlenmesi gereken adımları daGerçekoğlu 7 maddede açıklıyor:* Mümkünse kirli havanın girmesine izin veren tüm pencereler kapalı tutulmalı.* Sanayi bölgeleri ve trafiğin yoğun olduğu yerlerde açık havada uzun süre zaman geçirilmemeli.* Hava kirliliğinin yüksek olduğu dönemlerde açık havada yürüyüş ve spor yapmaktan kaçınılmalı.*Riskli durumdaki kişiler, HEPA filtresi olan bir hava temizleyicisi kullanmalı, Kapalı ortamlarda sigara kullanılmamalı.* Mum ve tütsü yakılmamalı. Zararlı parçacıkların ve gazın (karbon monoksit gibi) oluşmasını önlemek için duman veya gaz yayan cihazlar kullanılmamalı.* Sağlıklı beslenmeye dikkat edilmeli.* Yoğun Hava Kirliliği olan bir bölgede dışarı çıkılmak zorundaysa, dışarıda geçirilen sürenin kısa olması sağlanmalı ve N95 tarzında bir yüz maskesi takılmalı.
Düzenli bir şekilde egzersiz yapmanın kilo kontrolü dışında; parlak bir cilt ve düzgün bir duruşa sahip olmaktan, dayanıklılığı artırmaya, hatta ağrı ve sızılarda azalmaya kadar çok fazla etkisi olduğu biliniyor. Üstelik pek çok uzman, egzersizin stresi minimuma indirip, uyku kalitesini düzenlemeye yardımcı olduğunun da altını çiziyor.Egzersizin tipi ve yoğunluğu kadar önemli bir konu da zamanlaması… Günlük yaşamında düzenli egzersiz yapmak isteyen birçok insan, sporu ne zaman yapması gerektiği konusunda kararsız. Genelde herkes kendi düzenine göre bir saat belirliyor ve o rutinde ilerliyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırmanın sonucu ise tam da bu noktada ezberleri bozacağa benziyor.ABD’de Skidmore College uzmanlarının öncülüğünde yapılan araştırmada, 12 hafta boyunca 25 ile 55 yaş arasında hepsi aktif ve sağlıklı 27 kadın ve 20 erkeğin spor verileri değerlendirildi. Deney süresince bir grup sabah 08.30 öncesinde bir saat egzersiz yaptı diğer grup ise egzersizini 18.00-19.00 arasında gerçekleştirdi.Bu süre içinde kişilerin yaptığı esneme hareketleri, kısa mesafe koşuları, dayanıklılık ve güç egzersizleri de kaydedildi. Deney boyunca bütün katılımcıların vücut yağ oranları ve tansiyonları düzenli olarak ölçüldü. Ayrıca herkese özel olarak düzenlenmiş bir Diyet Programı da uygulandı.12 haftanın sonunda kadınların sabah saatlerinde erkeklerin ise akşam saatlerinde spor yaptıklarında daha fazla yağ kaybı yaşadıkları ortaya çıktı.BU DÜZEN PEK ÇOK HASTALIĞIN ÖNÜNE GEÇİYOR!Daily Mail’e konuşan ve araştırmanın başındaki isim olan Sağlık ve insan fizyolojisi profesörü Paul Arcerio, kadınlar ve erkekler için ideal egzersiz saatinin farklı olabileceğini gösteren verilerin altını çizerek şu bilgileri paylaştı:-- Özellikle bel ve göbek çevresindeki yağlarından kurtulmak ve tansiyonlarını düşürmek isteyen kadınların sabah saatlerinde egzersizi hedeflemesi gerekiyor. Bu önemli çünkü göbek ve bel çevresindeki yağlar, karaciğer dâhil iç organları çevreliyor ve bu nedenle tehlike yaratıyor.-- Kalp sağlığı ve metabolizmalarını geliştirmek, morallerini yükseltmek isteyen erkekler için ise ideal egzersiz zamanı akşam saatleri… Çünkü metabolizmanın daha sağlıklı olması demek aynı zamanda obezite, Tip 2 diyabet, kalp hastalıkları ve felç riskini azaltmak anlamına geliyor.Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Özden Özyemişçi Taşkıran, araştırmada gün içerisinde değişim gösteren hormon, vücut ısısı, enzim ve kas içi enerji sistemleri gibi faktörler nedeniyle günün farklı saatlerinde yapılan egzersizlerin, farklı sonuçlar doğurabileceği düşüncesinden yola çıkıldığının altını çizerek şu bilgileri paylaştı:-- Çalışmada kadın ve erkeklerin genetik bazı farklılıklarının gün içi değişimlerden farklı etkilenmelerine neden olabileceği ileri sürülüyor. Hem kadınlarda hem de erkeklerde sabah ve akşam saatlerinde yapılan egzersizlerin olumlu gelişmelerle sonuçlandığı gözlenmiş.-- Kadınlarda sabah yapılan egzersizin vücut ve karın çevresi yağı azaltmada ve kan basıncını düşürmede daha etkili olduğu ortaya çıkmış. Erkeklerde ise egzersizin sabah ya da akşam saatlerinde yapılması arasında çok önemli bir fark gözlenmemiş ama yine de akşam yakılan yağ oranın yüksek olması oldukça ilgi çekici.‘KADIN VE ERKEKTE SONUÇLARIN FARKLI OLMASI, CİNSİYETLER ARASI BİYOLOJİK RİTİMDEN KAYNAKLI’Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Emrullah Hayta ise “Kadın ve erkekte farklı sonuçlar elde edilmesinin en önemli nedeni cinsiyetler arası biyolojik ritimdeki farklılıklar olabilir. Egzersiz süreci boyunca uyku kalitesi de çok önemli. Uyku kalitesi zamanlarının her iki cinsiyette farklı olması bu sonucu etkilemiş olabilir” dedi ve detaylandırdı:-- Araştırma verilerine baktığımızda kadınlar sabahları erkeklere göre daha iyi uyku kalitesine sahip oldukları için (erkeklerin gün içinde dinç hissetme saati kadınlara göre daha geç) sabah egzersizine katılımın kadınlarda daha iyi olması bu farkı doğurabilir.-- Bir diğer faktör ise sabah egzersiz yapmanın gün içindeki düşük Kalori alımında iki cinsiyeti farklı etkilemesi olabilir. Sabahları egzersiz yapan kadınların, akşamları egzersiz yapan kadınlara göre daha düşük kalori alımına sahip olduğu daha önce pek çok araştırmada da bulunmuştu.‘ERKEKLERDE AKŞAM OLUŞAN POZİTİF DURUM VÜCUT ISI FARKI İLE İLGİLİ’Ayrıca Doç. Dr. Emrullah Hayta, erkeklerde akşam yapılan egzersizle oluşan pozitif durumu şu şekilde yorumladı:-- Erkekler için sabah aerobik egzersizlerin akşam ise kuvvetlendirme egzersizlerinin daha faydalı olduğunu gösteren birçok bilimsel çalışma var. Bu sabah saatlerinde yüksek miktarda salgılanan kortizol (stres hormonu) ve testosteron seviyeleri ile ilişkili olabilir.-- Ayrıca çoğu erkekte zindelik hissi sabah değil öğleden sonra başladığı için egzersize motivasyon açısından en uygun zaman öğleden sonradır. Hatta vücut ısı farkı erkeklerde 16.00-18.00 arasında maksimum olduğu için akşamki egzersiz erkekte daha faydalı olabilir.