Çocukluk çağı kanserleri, 0-15 yaş arasında görülen kanser türleri olarak tanımlanıyor. Bu tür kanserler en sık 5 yaş altında ve 10-15 yaş döneminde ortaya çıkıyor. Çocuklarda kanser, yetişkinlere oranla daha az görülse de son yıllarda sayı gittikçe artıyor.Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, her yıl 0 ila 20 yaş aralığındaki yaklaşık 400 bin çocuk ve gence kanser teşhisi konuyor. İstatistikler ülkemizde de çocukluk çağı kanserlerinin, tüm kanserlerin yüzde 4-5’ini oluşturduğunu gösteriyor. Çocukluk çağında görülen kanserlerin büyük bir bölümünü lösemi ve lenf bezi kanserleri oluştururken son yıllarda hem dünyada hem de ülkemizde nöroblastom kanseri de görülmeye başladı. Nöroblastom; periferik sinir sisteminin, ‘sempatik sinir sistemi’ adı verilen bölümünde gelişen bir kanser türü…‘BEBEĞİMİN DİŞ ÇIKARDIĞINI SANIYORDUM, NÖROBLASTOM TEŞHİSİ KONDU’İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşayan Nick ve Rachel Samuel çiftinin 18 aylık oğulları Robin uzun bir süredir bu hastalıkla mücadele ediyor. Robin, Ocak ayında acı içinde çığlık atarak uyandığında ilk doğum gününü yeni kutlamıştı. Nick ve Rachel Samuel çifti önce oğullarının diş çıkardığını düşündü. Hastaneye gidip Robin’in agresif bir kanser türü olan nöroblastoma kanserine yakalandığını öğrendiklerinde hayatlarının şokunu yaşadılar. 43 yaşındaki anne Rachel Samuel, o günleri New York Post'a şu sözlerle anlattı:“Robin çok mutlu bir bebekti ve daha önce hiç bu kadar ağlamamıştı. Canı yanıyor gibiydi. Biz önce diş çıkardığını düşündük. Bir-iki gün sonra her şey normale döner diye beklerken Robin daha da kötü olmaya başladı. Hastaneye gittiğimizde doktorlar ultrasonda Robin’in böbreğinin üzerinde 10 santimetrelik şişlik gördü. Birkaç test sonrasında oğluma nöroblastom teşhisi kondu. Ardından da kemoterapi süreci başladı. Ancak daha sonra yapılan testler kanserin karnına, leğen kemiğine, omurgasına ve kemik iliğine yayıldığını gösterdi.”DOKTORLAR HAYATTA KALMA ŞANSINI YÜZDE 40 İLA 60 OLARAK GÖRÜYORDoktorlara göre yüksek riskli nöroblastom karşısında Robin'in hayatta kalma şansı yüzde 40 ila 60 oranında. Bu, tüm çocukluk çağı kanserleri arasında en düşük hayatta kalma oranlarından biri… Rachel Samuel ise kanserin önüne geçilemediği ve yayılımını sürdürdüğü takdirde Robin’in hayatta kalma şansının yüzde 5 ila 10 olduğunu düşünüyor. Şimdilerde aile, çocuklarının hayatta kalma şansını yüzde 90'a çıkarabilecek öncü bir immünoterapi tedavisi için yaklaşık 400 bin dolar toplamaya çalışıyor.“Bu bir antijen tedavisi” diyen Rachel Samuel, “Nöroblastom hücreleri biraz farklı görünüyor. Tedavi buna benzeyen hücreleri tespit ediyor ve onları öldürüyor. Robin’in bir an önce bu tedaviyi almasını istiyoruz. Ne kadar erken alırsa hayatta kalma şansı o kadar artacak” dedi. Samuel çifti şu ana kadar tedavi için 125 bin dolar toplamayı başardı.‘YAŞAMIN İLK YILINDA TEŞHİS EDİLEN EN YAYGIN KANSER TÜRÜ’Hastalıkla ilgili bilgisine başvurduğumuz Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Murat Elli, nöroblastomun çocukluk çağı kanserleri arasında lösemi, lenfoma ve beyin tümörlerinden sonra görülen en sık dördüncü kanser türü olduğuna dikkat çekti.Prof. Dr. Elli, “Bu kanserin embriyonal doğasını yani daha ana rahmindeyken başlamasını yansıtan sıklık, bir yaş altında 1 milyon bebek başına 49,6 vakadır. Bu da nöroblastomu yaşamın ilk yılında teşhis edilen en yaygın kanser haline getiriyor” dedi.Hastalığın ülkemizde görülme sıklığıyla ilgili de bilgi paylaşan Prof. Dr. Elli, “Türkiye Ulusal Pediatrik Kanser Kayıt sistemi verilerine göre 19 yaş altı tüm çocukluk çağı kanserleri içinde nöroblastom yüzde 9,4 ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dördüncü sırada yer alıyor” ifadelerini kullandı.HASTALIĞIN OLUŞMASINDAKi ETKEN NEDİR?Vakaların yüzde 75’inin 4 yaş altındaki çocuklardan oluştuğunu söyleyen Pediatrik Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Müge Gündoğdu, “Nöroblastomun nedeni tam olarak bilinmiyor. Özellikle hamilelikte ilaç kullanımı gibi etkenlerin rolü olduğu henüz kanıtlanamadı. Nöral dokunun gelişimindeki bazı kusurlardan kaynaklandığı düşünüldüğü için anne karnında olay başlamış olabilir” dedi.Prof. Dr. Murat Elli de hastalığın oluşmasındaki risk faktörlerin kanıtlanamadığına dikkat çekerek, “Annenin geçirdiği vajinal enfeksiyonlar, hamilelikte sinir sistemini aktive eden bazı ilaçlar, tekrarlayan sezaryen doğumlar, baba mesleği (çiftçilik, kimya, plastik, sünger sanayi işçileri, elektrik, elektronik çalışanları) gibi faktörler nöroblastom ile ilgili suçlansa da şimdilik bu bilgiler kesin değil. Genetik nedenler ise hastaların çok az bir kısmında etkin” ifadelerini kullandı.‘HER TABLOYU TAKLİT ETMESİ İLE BİLİNEN BİNBİR SURAT TÜMÖR’Bu noktada hastalığın belirtilerinin ne olduğu oldukça önemli… Aileler hangi durumlarda nöroblastom kanserinden şüphelenmeliler?Prof. Dr. Müge Gündoğdu, “Nöroblastom her tabloyu taklit etmesiyle bilinen binbir surat tümör olarak adlandırılıyor. En sık karında kitle ile başvuru oluyor. Karın şişliği, kabızlık, ishal ilk bulgular olabilir. Yürüme zorluğu, topallama, solunum güçlüğü ve ateş ise diğer belirtiler arasında yer alıyor” dedi.Prof. Dr. Murat Elli ise şu detayları sıraladı:“Klinik bulgular, tümörün yerleşim yeri ya da metastaz bölgesine yani yayıldığı yerlere göre değişiyor. Boyun yerleşimli olanlar sempatik sinir zincirlerine baskı yaparak o tarafta gözbebeğinde daralma, göz kapağında düşüklük ve gözde geriye çökmüş izlenimi veren bir görüntü ortaya çıkarıyor. Karın şişliği, karın ağrısı, kusma, ishal, ateş, kilo kaybı hatta metastaza bağlı kemik ağrıları sonucu yürüme bozukluğu da görülebilir. Karaciğer, kemik, kemik iliği gibi organlara yayılarak bulgu da verebilir. Bu nedenle çok farklı hastalıkları da taklit edebilir.”TEDAVİ İÇİN ‘EVRELEME’ ÇOK ÖNEMLİTedavi için ‘evrelemenin’ önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Müge Gündoğdu, “Tümörün tanı anında vücuttaki yayılım bölgelerinin sayısına göre evreleme yapılıyor. MR, PET-CT ya da MIBG ile görüntüleme yapılarak evreleme işlemi oluyor. Tümör tek bölgede ve tamamen çıkarılabilir gibiyse ‘Evre 1’, kemik ve kemik iliği dahil tüm vücuda yayılmış ise ‘Evre 4’ olarak sınıflandırılıyor" dedi ve ekledi:"Evre 1’de tedavi başarısı yüzde 90’lara ulaşırken Evre 4’te bu oran en çok yüzde 50 civarında kalıyor. Bu nedenle hastalık tüm vücuda yayılmadan erken evrede yakalamak oldukça önemli.” ‘1,5 YAŞIN ÜSTÜNDEKİ ÇOCUKLARDA HASTALIĞIN TEKRAR RİSKİ DAHA YÜKSEK’Prof. Dr. Murat Elli ise “18 ay altındaki olguların prognozunun (bir hastalığın seyri hakkında tahmini ve iyileşme şansı) daha büyük olanlara göre iyi olduğu biliniyor. Fakat ergenlik dönemi olgularında prognoz daha kötü seyrediyor. 18 aydan büyük çocuklarda hem tedavi cevabı daha kötü hem de tekrar sıklığı çok yüksek oluyor” dedi.HASTALIĞIN TEDAVİSİNDE KULLANILAN ETKİLİ İLAÇLAR VAR MI?Nöroblastomun rutin tedavisinin kemoterapi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Müge Gündoğdu, “Bazı vakalarda tümör bölgesine radyoterapi de verilebilir. Nüks ve ileri evre olgulara kemik iliği nakli yapılabilir. Yine ileri evre ve nüks vakalarda ‘dinutixumab’ adlı immünoterapi ilacı kullanılıyor. Ancak ilaç oldukça pahalı olduğundan temininde sıkıntılar yaşanıyor” dedi.
Michigan Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki bilim insanlarının yürüttüğü çalışmada, ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin bir parçası olan Ulusal Sağlık ve Beslenme İnceleme Anketi’nin, son 20 yılda topladığı kan testi verileri analiz edildi.Çalışmanın sonucunda, 12 ila 21 yaşları arasındaki Amerikalı kadın ve kızların yüzde 40'ında demir eksikliği saptandı. İncelenen yaş grubundaki her 17 kadından birinin, demir eksikliği anemisi teşhisi konulacak kadar düşük demir seviyelerine sahip olduğu bulundu.‘ANEMİNİN SEMPTOMLARI GENÇ KADINLARDA NORMALLEŞMEYE BAŞLADI’Bu istatistiklerin en endişe verici yanı ise tehlikeli derecede düşük demir seviyelerine sahip kadınların çoğunun, sorunun farkında olmaması. Çalışmanın yazarlarından Hematoloji Uzmanı Dr. Angela Weyand, “Demir eksikliği olumsuz etkileri olan ve yeterince tanınmayan bir sorun. Hastalığın genel semptomları, hatta aneminin semptomları genç kadınlarda normalleşmeye başladı. Oldukça yaygın olan, kolayca teşhis edilen bu hastalık ele alınmazsa ölüm riskini artırıyor” ifadelerini kullandı.‘TÜRKİYE’DEKİ DURUM ABD’DEN DAHA ENDİŞE VERİCİ BOYUTTA’ABD’deki tablo böyle olunca İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Ece Yiğit Gençer’e ülkemizdeki durumu sordum. Dr. Öğr. Üyesi Gençer, “Demir eksikliği anemisini çok sık görüyoruz, özellikle kadın hastalarda... Türkiye’de de en az ABD kadar olduğunu söyleyebilirim. Hatta en son Türkiye’de yapılan bir çalışmada sıklığın bölgelere göre değişmekle birlikte yüzde 30-50 arasında değiştiği ve bu oranların gebe kadınlarda daha da yüksek olduğu gösterildi” cevabını verdi.İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci de Türkiye’deki durumun endişe verici olduğunu belirterek, “Türkiye'de üreme dönemindeki kadınların üçte ikisinde demir eksikliği, üçte birinde de demir eksikliğine bağlı anemi var. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ise demir eksikliğine bağlı anemi durumu Avrupa’da yüzde 14, Türkiye’de yüzde 25” ifadelerini kullandı.NEDEN 12 İLE 21 YAŞ ARASINDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR?Ülkemizde de bu çalışma verilerine benzer şekilde 12 ile 21 yaş arası kadın ve kızlarda demir eksikliğinin daha sık olduğunu ifade eden Prof. Dr. Terekeci, “Bunun nedeni adet döneminin başlarında kanama düzensizliklerinin daha fazla olmasıdır. Ayrıca doğumlar, düşükler ve emzirme gibi demir kayıplarındaki artışlar da demir eksikliği oluşumunda rol oynuyor” dedi ve ekledi: “Tüm bunların dışında almış olduğumuz gıdalardaki demir içeriğinin yıllar içinde azalmış olması da çok önemli bir etken… Beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak gıdalarla alınan demir emiliminin azalması bu durumun oluşmasına ciddi şekilde etkili oluyor.”Dr. Öğr. Üyesi Ece Yiğit Gençer de beslenme alışkanlıklarına dikkat çekerek “Et tükettiği halde yanlış beslenme şekli nedeni ile demir eksikliği gördüğümüz hastalarımız çok fazla. Süt ve süt ürünlerinin içerisinde bulunan kalsiyum ile yulaf ve çavdarda bulunan fitat demir emilimini olumsuz etkiliyor. Yine gastrit ve reflü tedavisinde kullanılan antiasitler de demir emilimini bozuyor. Bu nedenle bu yiyeceklerin ve ilaçların kullanımıyla demir ihtiva eden gıdaların tüketimi arasında en az 1,5-2 saat zaman bırakılmalı” ifadelerini kullandıDEMİR EKSİKLİĞİ HANGİ CİDDİ HASTALIKLARIN İLK SİNYALİ OLABİLİR?“Demir eksikliği sindirim sistemi kanserleri ve ülserleri başta olmak üzere çok önemli ve hayati bazı hastalıklara bağlı da gelişebilir” diyen Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci, “Özellikle adet düzensizliği olmayan ve normal beslenen kadınlar ile erkeklerde demir eksikliği varsa muhakkak endoskopik mide ve kolon araştırması düşünülmelidir. Bunların dışında divertikül dediğimiz bağırsak keseleşmesi, hemoroid ve sindirim sisteminin damarsal bazı hastalıkları da akla gelmelidir” ifadelerini kullandı.Dr. Öğr. Üyesi Ece Yiğit Gençer ise “Oksijen, tüm organ ve dokularımıza kan hücrelerimiz ile taşınıyor. Demir kan hücrelerinin üretimi için gerekli olan ve oksijenin taşınmasından sorumlu elementtir. Dolayısı ile eksikliğinde 'hipoksi' adını verdiğimiz oksijen yetersizliği durumu oluşur, uzun süre tedavi edilmemesi durumunda kalp yetmezliği gibi ciddi sonuçlar doğurabilir” dedi.ERKEKLERDE GÖRÜLME ORANI NEDİR?Araştırmada daha çok kadın vurgusu yapılıyor. Peki demir eksikliğinin erkeklerdeki oranı nasıl?Bu soruma Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci, “Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre gelişmekte olan ülkelerdeki erkeklerin yüzde 25’inde demir eksikliği anemisi bulunuyor” cevabını verdi. Prof. Dr. Terekeci, şu bilgilerin altını çizdi:“Erkeklerde hemoroid, ülser, vegan veya vejetaryen beslenme, bağırsak parazitleri ve bazı mide-bağırsak hastalıkları nedeniyle demir eksikliği görülebilir. Erkeklerdeki tablo da kadınlar kadar detaylı araştırmayı gerektirir. Özellikle ileri yaş grubunda sindirim sistemi kanserleri açısından dikkatli olunmalıdır.”HANGİ BELİRTİLER DEMİR EKSİLİĞİNDEN ŞÜPHELENMEMİZİ GEREKTİRİR?Dr. Öğr. Üyesi Ece Yiğit Gençer, demir eksikliğinin belirtilerini; halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, çarpıntı, baş dönmesi, baş ağrısı, kulak çınlaması, nefes darlığı, saç dökülmesi, tırnaklarda kolay kırılma şeklinde sıraladı.Bu belirtilere ek yapan Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci ise “Buz yeme, anksiyete, depresyon, konsantrasyon bozukluğu, öğrenme güçlüğü, soğuk eller ve ayaklar, huzursuz bacak sendromu da yaygın karşılaşılan bulgulardır” ifadelerini kullandı.HANGİ BESİNLER DEMİR AÇISINDAN ZENGİN?“Demiri ‘hem demir’ ve ‘hem olmayan demir’ olmak üzere ikiye ayırıyoruz” diyen Dr. Öğr. Üyesi Ece Yiğit Gençer, “Hem demir; kırmızı et, karaciğer, yumurta ve balık gibi hayvansal gıdalarda bulunur. Diyette yüzde 10 oranında bulunmaktadır ancak yüzde 30 gibi yüksek bir oranda emilir. Hem olmayan demir ise baklagiller ve yeşil yapraklı sebzelerde bol miktarda vardır. Diyet ile yüzde 90 aldığımız demir budur ancak emilimi yüzde 10 gibi düşük bir orandadır. Hem demir, hem olmayan demirin emilimini arttırır. Bu gıdaları birlikte tüketmek faydalı olacaktır” ifadelerini kullandı.YEMEKLERDEN HEMEN SONRA ÇAY VE KAHVE İÇENLER DİKKAT!Prof. Dr. Murat Hakan Terekeci, “Kahve, kakao ve çayda tannik asit adı verilen bir tanen bileşiğinin varlığı nedeniyle, demir emilimi bozuluyor” dedi ve şu önemli bilgilerin altını çizdi:“Çay ve kahveden başka tanen içeren diğer içecekler kırmızı şarap, elma suyu ve biradır. Demirden zengin bir yemekten bir buçuk-iki saat sonrasına kadar bu içecekleri içmeyerek olumsuz etkilerden korunmak mümkündür. En azından demir içeriği yüksek öğünlerden sonra çay-kahve içimini en az bir saat sonra yaparsak gıdalardaki demirin çoğu emilmiş olacaktır.”Ayrıca “Bir kişide eğer demir eksikliği ve buna bağlı kansızlık varsa bu durum diyetle düzeltilemez” diyen Prof. Dr. Terekeci, "Bu durumda muhakkak dışarıdan ilave demir almak gerekir. Bunlar genelde hap veya sıvı şekildeki demir ilaçlarıdır" dedi.
İklim bilimciler, küresel ısınmayla birlikte sıcak hava dalgaları ve aşırı hava olaylarının görülme sıklığının artacağını her fırsatta söylüyor. Özellikle bu yıl Avrupa'da ve ülkemizde yaşanan yüksek sıcaklıklar, bunu bir kez daha gözler önüne serdi.Bu durumdan denizler de etkileniyor. İspanya Deniz Araştırmaları Enstitüsü'nün araştırmasına göre, Akdeniz’deki deniz suyu sıcaklığı Temmuz ayında 28,4 dereceye çıkarak rekor kırdı. Araştırma ekibindeki bilim insanları, Katalan kıyılarındaki sıcaklığın hızla yükseldiğinin altını çizerken, Afrika kıyılarından İzlanda'ya kadar ortalamanın 1 ila 3 derece üzerinde sıcaklıklarla karşılaştıklarını açıkladı.Aslında son 30 yıldır sıcaklık artışlarının deniz suyu sıcaklığı ortalamalarını artırdığını biliyoruz. Ancak birkaç yıldır deniz suyu sıcaklıklarında daha kuvvetli artışlar var. Özellikle bu yıl hem havada hem de denizde sıcaklık açısından çok farklı şeyler oluyor. Peki bu yılki kuvvetli artışı nasıl açıklamak gerekiyor?‘BU YIL KISMEN DE OLSA EN NINO’NUN ETKİSİ VAR’Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Deniz Demirhan, “Bu yıl yaşanan artışta, kısmen de olsa El Nino’nun etkisi var. El Nino, Ekvatoral Pasifik Okyanusu'nda başlar. Orta ve Doğu Pasifik'teki ılık sularla ve tropik bölgelerdeki 'alize rüzgârlarının' zayıflamasıyla karakterize edilir. Bu rüzgârların zayıflaması, okyanus ve karalardaki yağış ve sıcaklık koşullarını etkiler” dedi.Demirhan, şöyle devam etti:-- Ancak okyanus ve deniz sıcaklıklarının bu kadar çok artmasının altındaki en önemli sebep küresel ısınma… İnsan faaliyetleri atmosferdeki sera gazı yoğunluğunu artırdığı için son 30-40 yıldır deniz yüzeyi ve kara sıcaklıklarında artış meydana geliyor. -- Kuzey Atlantik'in doğusundaki ılık sular ve hafif rüzgârlar, normalde günlerin yüzde 70'inden fazlasının sağanak yağışlı olmasının beklendiği bir ayda, uzun bir süre güneşli ve ılık hava getiriyor. Atlantik üzerinde Avrupa'nın hava durumunu etkileyen yarı kalıcı bir yüksek basınç sistemi olan ‘Azor Yükseği’ de zayıfladı ve buna bağlı olarak ilkbaharda Sahra'dan daha az toz taşınımı gerçekleşti. Tozların atmosferde az olmasının da gelen güneş radyasyonu miktarının artmasına neden olduğuna dair çalışmalar bulunuyor. ‘DENİZ SUYU SICAKLIKLARININ ARTMASI, EGE VE AKDENİZ’DEKİ YAĞIŞ REJİMİNDE DEĞİŞİKLİKLERE NEDEN OLACAK’Bu noktada ‘Isınan denizler ülkemizde hava durumunu nasıl etkiler?’ sorusunun cevabı çok önemli…Bu soruma Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek, “Akdeniz hattı boyunca uzanan bölgede denizden olan kısımda yağışlarda ve toprak neminde azalma bulunuyor. Bu da zaten bizlere deniz sıcaklığının arttığını gösteriyor. Bu durumun meteorolojik dinamiklerine baktığımızda pek çok etkisi bulunuyor. Örneğin, kutuplara kadar uzanan hücreler var. Bu hücreler pek çok parçayı barındırıyor ve hepsi birbiriyle bağlantılı… Eğer deniz suyu sıcaklıkları ile hava sıcaklıkları artmaya devam ederse hücrelerin çalışma mekanizmaları daha sert şekilde etkilenecek” cevabını verdi.Aşırı hava olayları bilim insanlarını bile şoke etti! Ani ısınmanın açıklaması bulunamıyor... 'Neredeyse imkânsız' denenler dünyanın gerçeği oldu Tek, şu detayların altını çizdi:-- Örneğin, Doğu Karadeniz’in deniz suyu sıcaklığı her zaman Batı Karadeniz’e göre birkaç derece daha yüksektir. Bölgede yüksek sıcaklıklar olduğunda; kuzeyden gelen sıcaklık daha serin hava ve denize yakın yüksek dağların da etkisiyle Trabzon, Rize ve Artvin gibi illerimizde sellere neden olur.-- Şimdi aynı şeye Ege için bakalım. Ege’de yüksek dağlar yok ama deniz suyu sıcaklığının yükseldiğini düşünelim… Su sıcaklığı yükselince kuzeyden gelecek en ufak bir serin hava altta sıcak suyu bulunca, denizde kuvvetli buharlaşmaya neden olur. Bu da yukarı doğru nem taşır. Bunlar olunca da Ege ve Akdeniz’deki yağış rejimi ve yağışın miktarında değişiklikler meydana gelir. Kısa süreli kuvvetli yağışlar oluşur. Ayrıca dolu, şimşek, gök gürültüsü ve yıldırımlar görülür. Özetle deniz suyu sıcaklarının giderek yükselmesi ülkemizdeki meteoroloji dengelerini değiştirecek.‘BU YIL DENİZLERİMİZİN SICAK OLMASI SONBAHAR VE KIŞ AYLARININ YAĞIŞLI GEÇMESİ OLASILIĞINI ARTIRIYOR’İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Meteoroloji Uzmanı Dr. Güven Özdemir de ülkemizin sularında belirgin ısınmalar olduğuna dikkat çekerek, “Bu yıl Fethiye kıyıları deniz suyu sıcaklığı 30, Didim, Çeşme 28, Ayvalık, Çanakkale 26, Gökçeada 28, Marmara Adası 28, Silivri 25, Sinop, Samsun 26 ve Trabzon 25 derece olarak ölçülerek, rekor sıcaklıklara ulaştı” diye konuştu.“Bu yıl denizlerimizin sıcak olması, sonbahar ve kış aylarının yağışlı geçmesi olasılığını artırıyor” diyen Dr. Özdemir, “Isı adalarının genişlemesi de ani yağışların, sellerin, taşkınların ve hortumların artacağı olasılığını kuvvetlendiriyor” ifadelerini kullandı.SICAK SU AKINTISI DA ÇÖKMEK ÜZERE: ‘DURURSA SU SAVAŞLARI KAÇINILMAZ OLACAK’Okyanus ve denizler gün geçtikçe ısınırken bir başka problem de Meksika Körfezi’nden başlayarak İngiltere’nin kuzeyine kadar devam eden sıcak su akıntısı Gulf Stream'de (Körfez Akıntısı) yaşanıyor.Nature Climate Change dergisinde yayımlanan makaleye göre, Körfez Akıntısı 2025 yılında tamamen durabilir. Uzmanlar bu durumun, gezegendeki herkesi etkileyeceğini ve tüm uygarlığı tehdit ettiğini vurguluyor.Dr. Güven Özdemir’e çalışmayla ilgili yorumlarını sorduğumda, "Eğer bu akıntı durursa; sonucunda kuraklık ön plana çıkacak, dünyada su savaşları kaçınılmaz olacak ve gıda üretimi giderek azalacak” cevabını verdi. Dr. Özdemir, konuyu şu bilgilerle detaylandırdı:-- Gulf Stream Sistemi ılık okyanus suyunu Meksika Körfezi’nden Atlantik Okyanusu’nun kuzeyine yani Britanya’dan İskandinav ülkelerine doğru taşır. Bunun sonucunda Atlantik akıntılarının enerjisinin yüksek enlemlerde etkili olmasını sağlar. Hava olaylarının etkin bir şekilde oluşması bizi de etkiler. Çünkü İzlanda üzerinde oluşan İzlanda alçak basıncı, Avrupa ve Türkiye için yağış açısından çok önemli.-- Ancak Grönland’ın buz örtüsünün son yıllarda hızla erimesinin, diğer kaynaklardan gelen tatlı su akışının hızlanmasının ve artmasının, Gulf Stream Sıcak Su Akıntısı'nın zayıflamasına ve ileriki yıllarda tamamen ortadan kalkmasına yol açacağı düşünülüyor. Buna sebebiyet veren ise insan etkili fosil yakıtların kullanımından kaynaklanan sera gazları... Bu da tüm dünya ekosistemini etkileyecek, meteorolojik sistemler üzerinde çökmeler ve değişimler yaratacak, dünya hidrolojik sistemi ve tarımsal sisteminde değişimler gözlenecek. Sonucunda kuraklık ön plana çıkacak, dünyada su savaşları kaçınılmaz olacak ve gıda üretimi giderek azalacak…Dr. Deniz Demirhan da “Eğer bu çevrim durursa, Avrupa ve ABD'nin bazı kısımlarını etkileyen çok daha sert kışlar (mini buzul çağı gibi) ve deniz seviyesinde yükselme ve tropik bölgelerde musonlarda farklılaşma gibi pek çok sonuçlar ortaya çıkarabilir” ifadelerini kullandı.
Başta büyük şehirler olmak üzere Türkiye genelinde kiracılar ve ev sahipleri arasındaki anlaşmazlıklara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak bir kiracı ile ev sahibinin arasına birkaç haftadır Avrupa'yı ve ülkemizi etkisi altına alan sıcak havalar girdi.İstanbul Pendik'te oturduğu evin aşırı sıcak olması nedeniyle klima taktıran E.S., ev sahibinin daireyi boşaltmasını istemesi karşısında neye uğradığını şaşırdı.Bir süredir kira ücreti konusunda ev sahibi ile sorunlar yaşadığını söyleyen E.S., “Kiralar uçuk bir hal alana kadar kendisiyle güzel ve seviyeli bir iletişimimiz vardı. Geçen yıl kira zammı döneminde, ev sahibime enflasyon oranında artış yapmayı teklif ettim. Yüzde 25 oranında zamlı kirayı gönderip konuyu kapatmak da bir seçenekti ama bunu yapmak istemedim. Hatta makul bir ücrette uzlaşmaya da hazırdım. Ama teklifim sonrasında ev sahibi adeta çılgına döndü. Kendi kafasına göre bir ücret belirledi ve onu istedi. İstediği miktar ödediğim kiranın iki katına yakındı” dedi.“Başka bir yere taşınmayı da düşündük ama yeni ev kiralamak bütçemizi daha da zorlayacaktı. O yüzden mecburen ev sahibinin istediği rakamı kabul ettik. Geçen yılı böyle atlattık ama iki ay sonra yeni zam dönemi geliyor. Bu sefer evi boşaltmamı istiyor. Çünkü şimdiden söylediği yüksek bedeli değil, yüzde 25 yasal oranda zam yapacağımı söyledim. Henüz beş yılımı da doldurmadım. Yüzde 25'i duyunca sinirlendi. Evden çıkmam için taktırdığım klimayı bahane ediyor” diye devam eden E.S., yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:-- Eşim hamile ve iki ay sonra doğum olacak. Bu yıl çok sıcak bir yaz yaşıyoruz. Eşim de bundan çok etkilendi… Hem zor geçen hamilelik hem de aşırı sıcaklardan bunaldı. Ben de dairemize klima taktırdım. Alt komşum bu durumu fark edince hemen ev sahibine söylemiş. O da bir saat içinde kapıma dayandı.-- “Neden klima taktırdığını söylemiyorsun? Duvarları deldirmeye hakkın yok, klimayı sökün” dedi. Ben de kendisine sıcakların eşimi çok etkilediğini, o nedenle klima taktırdığımı hatta evden çıkacağım zaman duvarlarda sorun olduysa bunu düzelteceğimi söyledim. Sonuçta nasıl kiraladıysam öyle bırakmam gerekiyor.-- Israrla klimayı istemediğini, evi boşaltmamız gerektiğini söyledi ve gitti. Sürekli bunu bahane ederek mesajlar atıyor. Bu olay eşimle beni çok huzursuz etti. Eşime ve çocuğuma bir şey olacak diye korkuyorum…Peki ev sahipleri, taktırılan klima nedeniyle kiracıyı evden çıkarabilir mi? Hukuk bu konuda ne diyor? ‘KİRACI MUTLAKA MÜLK SAHİBİNE HABER VERMELİ VE YAZILI ONAYI ALINMALI’Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Avukat Taylan Tekinalp, “Her şeyden önce konuta klima taktırılması konutun duvarında delik açılmasına neden olabiliyor. Bu da konutta değişiklik veya yenilik yapılması anlamına gelir. Dolayısıyla eğer klimanın dış ünitesi ile bağlantı kurulabilmesi adına konutun duvarında delik açılması kaçınılmazsa, bu durumda Türk Borçlar Kanunu’nun 321'inci maddesi gereğince mutlaka kiraya verene danışılmalı ve onun yazılı onayı alınmalı” dedi ve ekledi: “Ancak bu noktada kiraya verenin klima için onay vermesi zorunlu değil. Bu tamamen onun iradesine bağlı. Zira klima bulunmaması taşınmazın kullanım amacına aykırı teslim edildiği anlamına gelmeyecektir.”'Sen öde kiradan düşelim teklifini kabul etmeyin...' Ev masraflarına dikkat! Kiracı haksız duruma düşmemek için nasıl bir yol izlemeli?‘30 GÜN VERİLEN SÜRE SONRASI DUVAR ESKİ HALİNE GELMEDİYSE TAHLİYE TALEP EDİLEBİLİR’Bu durumun tahliye sebebi olup olmayacağına dair de konuşan Taylan Tekinalp, “Kiraya veren, klima taktırılmasına ve bu kapsamda duvarda delik açılmış olmasına yazılı olarak rıza göstermemişse, öncelikle sözleşmeye aykırılığın giderilmesi, yani klimanın sökülerek duvarın eski haline getirilmesi için kiracıya yazılı olarak en az 30 gün süre vermeli…” dedi.“Verilen süre içerisinde taşınmaz eski haline getirilmezse sözleşmenin feshedilmesi için dava açılabilir” diyen Tekinalp, “Yazılı olarak kiracıya bu konuda bildirim yapılmamışsa, yapılan bildirimde süre verilmemişse veya 30 günden az süre verilmişse, verilen sürenin dolması beklenmemişse ve süre içerisinde kiracı tarafından aykırılık giderilmişse, ev sahibi kiraya veren sözleşmenin feshini ve taşınmazın tahliyesini isteyemez” diye konuştu.BİNANIN DIŞINA TAKILAN HERHANGİ BİR AYGIT SORUN OLABİLİRKlimanın bir de binanın dış cephesine takılan ünitesi var. Binanın dış cephesi için ortak alan diyebiliriz. Bu noktada nasıl sorunlar ortaya çıkabilir?“Bu sorunun cevabı esasen Kat Mülkiyet Kanunu’nun (KMK) konusudur” diyen Taylan Tekinalp, “Anılan KMK’nin 19’uncu maddesine göre; kat maliklerinden biri, bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça ana gayrimenkulün ortak yerlerinde inşaat, onarım ve tesisler, değişik renkte dış badana veya boya yaptıramaz” dedi.Tekinalp, “Bu yükümlülükler kiracılar için de geçerli. Dolayısıyla dış cepheye bir klima uygulama yapılacaksa bunun için kat maliklerinin en az beşte dördünün onayının alınması gerekir. Bu noktada kat malikleri, bu kurala aykırı olarak taktırılan klimanın sökülmesini isteyebilir ve dava açabilir” ifadelerini kullandı.KİRACILAR HANGİ EŞYALARI ALIRKEN VE TADİLAT YAPARKEN EV SAHİBİNE HABER VERMELİ?Bu soruma “Kiracılar herhangi bir eşya alırken kiraya verene haber vermekle mükellef değildir” diyen Taylan Tekinalp, “Ancak aldıkları eşyaların montajı, işletimi, işlevi, klima olayında olduğu gibi taşınmazda değişiklik/yenilik yapmaya sebep oluyorsa, bu durumda o değişiklik/yenilik için kiraya verenin yazılı onayı alınmak zorundadır” dedi.Tekinalp, şöyle devam etti: -- Taşınmazın rutin kullanımından doğan ufak çaplı tadilatlar (örneğin bozulan bir adet musluğun tamir ettirilmesi) kiracının sorumluluğundayken, kullanımdan bağımsız doğan tadilat ihtiyaçları (örneğin tavanın akması nedeniyle yapılacak boya-sıva işleri) kiraya verenin sorumluluğundadır.-- Bunlardan ilkinde tadilat işlemi için kiraya verene durumu bildirme ve onun iznini alma gereği bulunmamaktadır. İkinci durumda ise kanunun deyişiyle, kiraya verenin ayıptan doğan sorumluluğu doğmaktadır. Böyle hallerde durum derhal kiraya verene bildirilerek ya tadilatı yapması istenmeli ya da tadilat kiracı tarafından yapılacaksa kiraya verenin yazılı rızası alınmalı.
Günümüzde kanserin nedenleri ve ortaya çıkış mekanizmaları artık uzmanlar tarafından çok iyi biliniyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde en sık görülen kanserler erkeklerde; akciğer, prostat, bağırsak, mesane ve mide kanseri, kadınlarda ise meme, tiroid, bağırsak, akciğer ve rahim kanseri olarak görülüyor.Bu kanserlerin oluşmasındaki en önemli etkenler ise genel olarak sigara, diyet ve beslenme, obezite, radyasyon, alkol, hava kirliliği, ultraviyole ışınlar, çevresel karsinojenler (kansere neden olabilen faktörlerin genel adı) ve enfeksiyonlar olarak biliniyor. Bunlar dışında genetik sonucu ortaya çıkan kanserler de bulunuyor.Haliyle tüm dünyayı saran ve ‘çağın hastalığı’ olarak adlandırılan kanser, 21'inci yüzyılda üzerinde en çok durulan konuların başında geliyor. Her geçen gün hastalığın tedavisine yönelik çalışmalar geliştiriliyor. Bu doğrultuda geçtiğimiz günlerde kanserin tanı ve tedavisine ilişkin pek çok güzel haber geldi.YAPAY ZEKÂ MEME KANSERİ TESPİTİNDE BAŞARILI OLDUBunlardan ilki, İsveç'teki Lund Üniversitesi’nin bilim insanları tarafından geliştirilen yapay zekâ destekli bir çalışma… Lancet Oncology adlı hakemli dergide yayımlanan araştırmada İsveç’te yaş ortalaması 54 olan 80 binden fazla kadının mamografisi değerlendirildi.Görüntülerin yarısı normal prosedür olan iki radyolog tarafından incelenirken, diğer yarısı da yapay zekâ tarafından incelenerek iki radyoloğa sunuldu. Standart yöntemde radyologlar 203 meme kanseri tespit ederken, yapay zekâ 244 kadında meme kanseri olduğunu saptadı. Üstelik yapay zekâ radyologların ekran okuma iş yükünü yüzde 44,3 oranında azalttı.Lund Üniversitesi'nden Dr. Kristina Lang, yaptığı açıklamada çalışmanın ilk sonuçlarına şaşırdığını çünkü bulguların araştırmacıların beklentilerini aştığını söyledi.ELEKTRONİK SÜTYENLE MEME KANSERİ TEŞHİS EDİLECEKBir diğer güzel gelişmeye de medikal teknoloji alanında birçok buluşu olan ve çok sayıda ödül alan Türk fizik mühendisi Dr. Canan Dağdeviren imza attı. Dr. Dağdeviren MIT (Massachusetts Institute of Technology) Media Lab'deki ekibiyle birlikte, meme kanserini teşhis eden elektronik sütyen geliştirdi.Hiçbir uzmanlık gerektirmeyen elektronik sütyen, ultrasonik alıcılarıyla kanserli dokuları tespit edebiliyor. Doktora gitmeye gerek kalmadan günlük olarak tarama yapabiliyor. 6 yıldır üzerinde çalışılan cihazın insan deneyleri yapıldı ve cihaz ABD'de patent aldı.HEDEFLİ KEMOTERAPİ HAPI HEYECANLANDIRDISon olarak ABD'deki City of Hope adlı kanser araştırma ve tedavi kuruluşundan bir araştırma ekibi de kanser tedavisinde çığır açan bir gelişmeye imza attı. Geliştirilen ilaç, hücreleri taşıyan yollarda, yalnızca kanser hücreleri taşıyan hücreleri hedef alıyor. ‘AOH1996’ adı verilen bu molekül, kanserli hücreler üzerinde hedefli kemoterapi kullanarak etkili oluyor. Henüz Faz-1 aşamasında olan hap şimdiden bilim dünyasını heyecanlandırdı.Yaşanan bu önemli gelişmeler sonrası akla şu sorular geliyor: Kanserin sonu mu geliyor? Çağın hastalığının önümüzdeki 10-15 yıldaki geleceğini nasıl yorumlamak gerekiyor?Konunun uzmanları tüm bu gelişmeleri ve kanserin geleceğini değerlendirdi.‘KANSERİN 10-15 YILDA TAMAMEN YENİLECEK BİR HASTALIK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM’ABD'de Jackson Laboratuvarı Enstitüsü'nde Baş Araştırmacı olarak çalışan İmmünoloji Uzmanı Prof. Dr. Derya Unutmaz: Kanserin çözümü aslında iki önemli gelişmeye bağlı. Bunlardan ilki kanseri erken teşhis edebilmek, ikincisi de kanser hücrelerinin hedefli tedavisi…Öncelikle erken teşhis edebilme konusunu detaylandırayım. Bu hastalığı ne kadar erken teşhis ederseniz tedavisi de o kadar kolay oluyor. Hatta şu an birçok kanserin erken teşhisinde yüzde 100 tedavi sonucu alınıyor. Bu nedenle erken teşhiste yaşanan son gelişmeler çok önemli...Meme kanserini bir sütyen ultrasonuyla bulabilen çalışma oldukça ilginç. Bu meme kanserini çok hızlı bir şekilde tespit edebilir. Bu sayede kanser daha yayılmadan çok küçükken hızlı bir şekilde tedavi edilebilir. Yapay zekânın desteği de artık kanserde inanılmaz bir noktaya geldi. Bu teknoloji sayesinde hızlı bir şekilde radyolojik görüntüler taranabiliyor. Öyle ki, radyologların bile gözünden kaçan çok küçük tümörler yapay zekâ tarafından tespit edilmeye başlandı. Bunların dışında başka erken teşhis yöntemleri de geliştiriliyor. Biz de bazı çalışmalar yapıyoruz. Örneğin, kanda kanser hücresi tespit etmek için yapay zekâ sistemini kullanarak bir yöntem geliştiriyoruz.Gelelim kanser hücrelerinin hedefli tedavisine… Eğer kanser hücresini normal hücreden ayırt edebilirseniz ve verdiğiniz tedavi sadece kanser hücresine etki ederse tedavide çok önemli bir rol oynar. Hatta birçok kanseri bu şekilde tamamen tedavi edebiliriz. Bunun da genelde iki yolu var. Birincisi akıllı ilaçlar diğeri de bağışıklık sistemini kullanmak.Akıllı ilaç dediğimiz şu; örneğin belli bir mutasyon oluyor bir kanser tipinde… Sadece o mutasyona uğramış hücrelere etki eden ilaçlar geliştiriliyor. Akciğer, kolon ve bağırsak kanserlerinde bu durum geliştirilmeye başlandı. Bunlar daha çok kanser hücresini öldürüyor. Çünkü o mutasyondan dolayı ilacın kemoterapi etkisi çok daha fazla oluyor. Tabii bunlar klasik kemoterapiden farklı… Klasik kemoterapi, birçok hücreyi etkilediği için yan etkileri çok fazla oluyor.Yine bu hedefli tedavilerin ikinci ve çok önemli bir yolu da bağışıklık sistemini kullanmak. Yani immünoterapi dediğimiz tedavi tipleri... Bu konuda ben ve ekibim de çalışıyoruz. Daha önce birkaç duyurumuz olmuştu. Buradaki amaç, bağışıklık sistemini sadece kanser hücresini tanıyacak hale getirebilmek. Bunu şu anda laboratuvarda yapabiliyoruz. Bunu eğer birçok kanser tipine, özellikle de katı kanserlere karşı geliştirebilirsek, gerçekten tedavide ciddi bir devrim yaratılmış olacak. Özetlemek gerekirse, gelişen bu inanılmaz teknolojiler sayesinde kanserin 10-15 yıl içerisinde ölümcül olmaktan çıkıp, bir kısmının da kronik hastalık olarak tedavi edileceğini düşünüyorum.‘AKILLI İLAÇLAR VE İMMÜNOTERAPİ DEVRİM NİTELİĞİNDE GELİŞMELER’Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Sadi Kerem Okutur:Kanser tüm dünyada en önemli ve sık görülen sağlık problemlerinden biri; doğal olarak her yıl kanser hakkında çok fazla bilimsel araştırma yapılıyor. Son 20 yılda tıp alanındaki en önemli gelişmelerin onkolojide gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu gelişmeler arasında kanserin moleküler ve genetik özelliklerinin açığa çıkarılması, kanser teşhisinde kullanılan görüntüleme yöntemleri ve patoloji alanındaki ilerlemeler, hedefe yönelik tedavilerin ve immünoterapi ajanlarının geliştirilmesi sayılabilir.Tüm bu gelişmeler sonucu eskiden hemen her hasta için benimsediğimiz standart tedavi şekli bugün yerini tamamen kişiye ve hastalığa özgü spesifik tedavi yaklaşımına bıraktı. Burada tümörün karakteristik moleküler özeliklerini belirleyip ilaç seçimini buna göre yapmaktan, böylece hastalığı körlemesine tedavi etmemekten bahsediyoruz. Bunların yanında yapay zekâ temelli tanı ve tedavi programlarının geliştirilmesi özellikle gündelik pratikte hekimlere çok yardımcı olacak gibi görünüyor. Elbette “Yapay zekâ artık doktorun yerini alacak” gibi bir cümle kurmak bugün için, hatta gelecekte bile çok iddialı olur; çünkü hekimlik hastaya dokunmayı ve sentez kabiliyetini gerektirir. Ancak yapay zekânın gelecekte hekimlerin ve sağlık çalışanlarının birçok iş yükümlülüğünü hafifletebileceği söylenebilir.Özellikle hedefe yönelik akıllı ilaçların ve immünoterapinin son 20 yıllık süreçte kanser tedavisindeki devrim niteliğindeki gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden kalıcı şifa şansı bulunmayan birçok kanser türünde günümüzde bu tedaviler sayesinde çok uzun yaşam süreleri elde etmek, hatta belli bir hasta grubunda kalıcı şifa sağlamak mümkün olabiliyor.Özetle, bugün için ileri evre bile olsa kanserin yenilebilir ve kalıcı şifa şansı olabilen bir hastalık olduğunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki 15-20 yıllık süreçte teknolojideki gelişmelerin daha da ivme kazanacağını düşünürsek, bu zor hastalıkla savaşta elimizin hayli kuvvetleneceğini ümit ediyorum.‘ARTIK YAVAŞ YAVAŞ SONUCA DOĞRU GİDİYORUZ’Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Gökhan Özyiğit:1990 yılından beri istatistiklere bakıldığında kanser ölümleri yüzde 30 oranında azalmış durumda... Zaten kanser ölümlerinin büyük kısmı ağırlıklı olarak gelişmemiş ülkelerde görülüyor. Şöyle söyleyeyim; tüm kanser ölümlerinin yüzde 70'i orta ve düşük gelirli ülkelerde ortaya çıkıyor. ABD ve Avrupa, şu an için kanserden ölümlerin yüzde 30'unu oluşturuyor. Fakat son yıllarda kansere dair yürütülen çalışmalar, istatistiklere de pozitif olarak yansımaya başladı. Görünen o ki yavaş yavaş sonuca doğru gidiyoruz. Oldukça sevindirici gelişmeler meydana geliyor.Özellikle yapay zekâ artık hayatımızın bir parçası olacak gibi duruyor. Pek çok projede kullanılmaya başlandı. Yapay zekânın tespit başarı oranının iki radyologla birlikte yapılan normal teşhis süreciyle aynı olduğu çalışma çok kıymetli… Fakat bilim insanları bunun yaygın bir şekilde kullanılması için daha fazla araştırmaya gerek duyulduğunu da söylüyor. Prof. Dr. Canan Dağdeviren’in de meme kanserini erken tespit edebilmek amacıyla elektronik sütyen geliştirmesi çok güzel. Bu da tanıyla ilgili güzel ve umut verici bir gelişme... Fakat son olarak haberlerde de yer alan kanser öldürücü hapa yorum yapmak için daha çok erken. Çok iddialı sözlerle basında yer alınca biraz ilgi çekti tabii. Henüz Faz-1 çalışmalarında ve şu aşamada kanseri öldürüyor ya da bitiriyor demek zor. Faz-2 ya da Faz-3 aşamasında olsaydı daha net şeyler söyleyebilirdik. Ama takip ediyoruz, sonuç olarak bu da umut verici... ‘KANSERDE İLERLEYEN ZAMANDA ÇOK DAHA BÜYÜK ADIMLAR ATILACAĞI KONUSUNDA UMUTLUYUZ’Genel Cerrahi-Meme Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Pelin Basım:Meme kanseri kadınlarda en sık rastlanan kanserlerin başında geliyor. Erken evrede tespit edildiğinde çok daha kolaylaştığı bilgisine dayanarak, tarama ve tedavi yöntemlerindeki hasta ve hekime kolaylık sağlayan her türlü metodolojik, teknik ve tedavisel yaklaşım hastalar için yeni umut kapıları aralıyor.Yapay zekâ ile meme radyoloğunun değerlendirmesini bir arada yorumlayan görüntüleme yöntemleri, Prof. Dr. Canan Dağdeviren’in geliştirmekte olduğu sütyen içi mini ultrason tarama cihazı, yan etkisi az, hedefe yönelik ve hastalıklı hücreyi tanıyarak yok etmeyi amaçlayan kemoterapi ilaçları, hastalığın erken tanısı ve tedavisini kolaylaştırmayı amaçlarken aynı zamanda sağ kalımı ve hastalık geçiren bireylerin hayat kalitesini artırıyor. Bu nedenle son gelişmeler çok sevindirici…Öte yandan bir diğer gelişme ise kanser genomu üzerinde yapılan çalışmalarda meydana geliyor. Kanserli hücrelerin vücutta henüz oluşum evresinde yok edilebilmesini sağlayan teknolojinin geliştirme çalışmaları devam ediyor. Bu sayede belki de önümüzdeki 15-20 yılda kanser açısından yüksek risk grubunda olan hastalar erken dönemde tespit edilebilecek ve hastalık oluşmadan koruyucu önlemlerle önüne geçilebilmesi sağlanacak. Henüz kat edilmesi gereken çok yolumuz olsa da kanserde ilerleyen zamanda çok daha büyük adımlar atılacağı ve bu ilklerin başında gelen kanser türünün de meme kanseri olacağı hususunda umutluyuz.‘GİDEREK DAHA MOLEKÜL HEDEFLİ BİR KANSER TEDAVİSİ BİZİ BEKLİYOR’Medikal Onkoloji Uzmanı Dr. Vildan Kayku:Sadece erken evre değil, ileri evre kanserlere de baktığımızda kanser, öyle bir yöne evrilmeye başladı ki artık biz tümörün çapına ve şekline bakmaktan çok, kanserin moleküler alt yapısına, genetiğine yani tamamen o incecik asıl detaylarına inmeye başladık. Kanserin kendi genetiği ve kendi moleküler alt yapılarına göre de yeni tedaviler verebiliyoruz. Halk arasında buna hedefe yönelik tedaviler ya da akıllı ilaç deniyor. Bu tedaviler de son 10 yılda inanılmaz bir hızla gelişiyor.Özellikle ileri evre kanserler, bu gelişmelerle ölümcül olmaktan çıkmaya başladı. Diyabet veya hipertansiyon gibi kronik hastalık formunda kişinin de hayatını, yaşam konforunu bozmadan, günlük işlerine ve hayatına normal devam edebildiği bir hastalık olma yolunda ilerlediğini söyleyebiliriz.Klinik sonuçlarını da daha yakından ve daha uzun vadede gözlemlemeye başladık. Gerçekten de pozitif bir durum yakaladığımızda çok daha fazla umut veren sonuçlar elde edebiliyoruz. Hedefe yönelik tedaviler arasında yine immünoterapi, kanser tedavisinde büyük bir çığır açtı. Tüm sonuçları, hemen hemen her çalışmayı olumlu yönde etkiledi. Gelecek biraz daha moleküllere, tümörün genetiğine inmeye başlayacak. Hatta tümörün genetiğinin yanı sıra kişinin kendisinin kalıtsal olarak taşıdığı mekanizmaların da birtakım tedaviler konusunda bize yol göstereceği yönünde düşüncelerim var. Giderek daha molekül hedefli bir kanser tedavisi bizi bekliyor gibi görünüyor.'SON YEDİ SEKİZ YILDA BAŞ DÖNDÜRÜCÜ GELİŞMELER OLDU'İç Hastalıkları ve Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Veysel Haksöyler:Kanser tedavisinde son yedi sekiz yıl içinde baş döndürücü gelişmeler oldu. 2000’li yılların başına kadar kanserin sistemik tedavisinde elimizde kemoterapi dışında seçenek yokken, bu tarihten sonra halk arasında ‘akıllı ilaçlar’ olarak adlandırılan ve vücudumuzdaki normal hücrelere zarar vermeyen, tümör hücrelerini tanıyıp hedefleyen ‘hedefe yönelik moleküller’, 2015’ten sonra da vücudumuzun savunma hücrelerini kuvvetlendirip tümör hücreleri ile çok daha etkili mücadele etmesini sağlayan ‘immünoterapi’ klinik pratiğimizde devrim yarattı.Akıllı ilaçların kullanım alanı bazı kanser türlerine özgüydü, buna bağlı olarak kullanım alanı dardı; ancak immünoterapi kanser tedavisinde kendine çok geniş bir alanda yer buldu. Neredeyse tüm kanser türlerinde kemoterapiye kıyasla çok daha etkili olduğunu gördük. Üstelik bu etki, kemoterapinin aksine kısa süreli değildi. İşe yarayan hastalarda faydası çok daha uzun sürüyordu. Belki daha önemlisi, kemoterapinin neden olduğu saç kaybı, bulantı-kusma, kan değerlerinde düşme ve buna bağlı gelişen bağışıklık zayıflaması gibi yan etkileri de yoktu. Hastaların çoğu bu tedaviyi alırken yan etki hissetmiyor, günlük aktivitelerini sorunsuz gerçekleştirebiliyordu.Örneğin daha önce birkaç aylık yaşam süresi öngördüğümüz dördüncü evre malign melanom (cilt kanseri) hastalarının yarısına yakınının immünoterapi ile beş yıldan uzun süre hastalık ilerlemeden hayatta kaldığını gördük.Son yıllarda tümör DNA’sının neredeyse tamamını detaylı analiz edebilmek için Next Generation Sequencing (yeni nesil dizileme-NGS) yöntemi, özellikle gelişmiş ülkelerde standart olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemle tüm DNA incelenip hatalı kısım saptanmakta, tümörün akıllı ilaçlara veya immünoterapiye duyarlı olup olmadığı tahmin edilebilmektedir. Tedavi yanıtını önceden öngörebileceğimiz bu testlere Prediktif Moleküler Biyobelirteçler (MSI, tümör mutasyon yükü, PDL-1 seviyesi, DNA’daki mutasyonlar vb. gibi) diyoruz. Her hastada bu prediktif moleküler biyobelirteçi saptayabilirsek ve doğru hastaya kendine özgü olan doğru ilacı vermeyi başarabilirsek o zaman kanseri çok daha kolay tedavi edebilir ve belki de ölümcül bir hastalık olmaktan çıkarmayı konuşabiliriz.ÖNÜMÜZDEKİ YILLARDA KANSER TAMAMEN İYİLEŞMESE BİLE HASTALAR NORMAL HAYATINA DEVAM EDEBİLİRYıllar içinde onkoloji alanında tecrübe ettiğimiz şey ise hiçbir tedavinin, kanseri önlemenin ya da erken evrede saptamanın yerini alamadığıdır. Yapay zekâ destekli radyolojik görüntüleme yöntemleri ve giyilebilir teknolojideki yenilikler önümüzdeki yıllarda kanserin henüz şikâyete sebep olmadığı erken evrelerde saptanmasını sağlayacak ve bazı tarama testlerinde standart yöntemler olarak yerini alacaktır.Özetle, bu gelişmeler ışığında önümüzdeki 10 belki 20 yıl içerisinde yapay zekâ destekli tarama ve teşhis testleri tanı sürecini kolaylaştırıp hızlandıracak gibi görünüyor. Moleküler/genetik alandaki gelişmeler ise hangi hastanın hangi tedaviden yarar göreceğini tahmin edebilmemizi sağlayacak. Muhtemelen her hastayı kendine özgü bireyselleştirilmiş yöntemlerle tedavi edebileceğiz. Çok iddialı gibi görünse de daha da uzun vadede belki de kanser tedavisinde ameliyatların bile yerini çok daha akıllı ilaçlar alacak. Bu perspektifte, önümüzdeki on yıldan sonra evresinden bağımsız olarak birçok kanser türünün iyileşebileceğini; tamamen iyileşmese bile diyabet, böbrek yetersizliği, kalp hastalıkları hastaları gibi uzun yıllar ağır şikayetleri olmadan, normal hayatını konforlu bir şekilde yaşayabileceğini öngörebiliriz.
Yıldız futbolcular, büyük meblağlar ve cazip teklifler… Suudi Arabistan, bu yıl transfer sezonuna adeta damga vurdu. Aslında bu filmin fragmanı Cristiano Ronaldo transferiyle tüm dünyaya gösterilmişti.Ronaldo’dan sonra Ballon d'Or sahibi Karim Benzema, Chelsea'li Kante, İnter'li Brozovic, Bayern Münih'li Mane, Manchester City'li Mahrez gibi yıldız isimler Suudi Arabistan’ın yolunu tuttu. En son ise Al-Hilal, PSG'nin Brezilyalı yıldızı Neymar'ı 90 milyon Euro (yaklaşık 2 milyar 660 TL) karşılığında renklerine bağladı.Öyle ki, 18 takımlı Suudi Arabistan Ligi'nin dört büyük takımı olan Al-Ittihad, Al-Ahli, Al-Nassr ve Al-Hilal'in toplam piyasa değerleri yapılan transferlerin ardından 700 milyon Euro'ya (Yaklaşık 21 milyar TL) yaklaştı. GÖZLER ŞİMDİ DE ŞAMPİYONLAR LİGİ’NE ÇEVRİLDİİtalyan basınında yer alan haberde ise yaşanan çılgın transferler sonrası, Körfez'den bu kez de Şampiyonlar Ligi için sürpriz bir hamle geldiği iddia edildi. Suudi Arabistan yönetimi, Pro Lig'de şampiyon olan takımın ‘wild card’ (turnuva kartı) alarak UEFA Şampiyonlar Ligi'nde oynamasını istedi.Suudiler bu yolla kendi kulüplerinin gelişeceğini, organizasyondaki rekabetin ve sponsorlukların artacağını düşünüyor. UEFA'nın ise bu talebe nasıl cevap vereceği merakla bekleniyor.Peki, Suudi Arabistan takımları Avrupa'nın en büyük futbol organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nde yer almalılar mı? Yapılan yıldız transferler Avrupa'da olmak için bir anahtar mı? UEFA, artık Şampiyonlar Ligi’ne diğer kıtaların takımlarını da dahil etmeli mi? Spor yazarları ve yorumcularla konuyu masaya yatırdık. 'BU YOLUN AÇILACAĞINI ZANNETMİYORUM’Spor yazarı Uğur Meleke, Suudi Arabistan’ın bu talebinin biraz da Katar’ın Concacaf Gold Cup’a (Orta-Kuzey Amerika Sampiyonası) katılmasıyla ilgili olduğunu düşünüyor. Meleke, “Katar birkaç turnuvaya özel davetle katıldı. Bu durum Suudi Arabistan açısından ‘Neden biz de UEFA’nın turnuvalarında yer almayalım?’ görüşünün ortaya çıkmasına neden oldu. Fakat Suudi Arabistan’ın UEFA turnuvalarında yolunun açılacağını pek tahmin etmiyorum” dedi.Şampiyonlar Ligi dışında artık FIFA Kulüpler Dünya Kupası’nın büyük önem kazandığını ve giderek büyüdüğünün altını çizen Meleke, “FIFA, 2025'te ilk kez 32 takımın katılımıyla düzenlenecek FIFA Kulüpler Dünya Kupası'na ABD'nin ev sahipliği yapacağını açıkladı. Turnuvaya hem Real Madrid, PSG, Manchester City gibi takımlar hem de Suudi Arabistan temsilcileri katılacak. Bu organizasyon artık daha da fazla ses getirecek” ifadelerini kullandı. ‘İLK OLARAK WILD CARD VERİRLER ARDINDAN DA UEFA’YA ÜYE YAPARLAR’Gazeteci ve spor yorumcusu Okay Karacan ise Suudi Arabistan takımlarının UEFA organizasyonlarında yer almalarına biraz daha sıcak bakanlardan…Karacan, “Şu an Suudi Arabistan’da petrol kaynaklı bir para var. Özellikle Körfez’de kontrolü biraz daha üçüncü nesil almış durumda… Bu nesil Batı’da okumuş, Batı kültürünü almış ve Batı ekonomisine hâkim. Dedelerinden ve babalarından kalmış geleneği daha da geliştirmek istiyorlar. Kulüpleri aldılar, statlara sponsor oldular ve şimdi de Avrupa’nın önemli futbolcularını kendilerine çekiyorlar. Şunun çok iyi farkındalar; Futbol dünyaya kendinizi tanıtmak için önemli bir kanal” dedi.“UEFA organizasyonlarına wild card ile girmelerinde bir sakınca olup olmadığına UEFA karar verecek” diyen Karacan, “Girmeliler mi? Sponsor oluyorlarsa, takım alıyorlarsa, takımları Avrupa şampiyonluğu yaşıyorsa, liglerindeki takımlardan birinin de oraya girmesi gerekiyor. Bence ilk olarak wild card verecekler ardından da UEFA’ya üye yapacaklar” görüşünü paylaştı. ‘AVRUPA FUTBOLU VE ORGANİZASYONLARINDA DENGELERİ BOZARLAR’Suudi Arabistan Ligi’ndeki takımların UEFA organizasyonlarında yer aldıklarında çok çabuk Avrupa futboluna adapte olacaklarını da düşünen Okay Karacan, “Futbolun dili ortak. Zaten Avrupalı teknik adam ve futbolcuları kullanıyorlar. Haliyle Avrupa’da bir heyecan yaratırlar. Şampiyonlar Ligi’nde Manchester City ile bir Suudi Arabistan takımının oynadığını ve maçı Suudi’lerin kazandığını düşünsenize… Bu gerçekten çok farklı bir heyecan ortaya çıkarır. Fakat şu da bir gerçek ki, Avrupa futbolunun dengelerini bozarlar. Başarı geldikçe bütün oyunculara büyük paralar vererek futbolcuları çok genç yaşta transfer etmeye başlayabilirler. Bu parasal durumla dünyanın en iyi takımlarını ortaya çıkarmak gibi bir şansları var” dedi.‘MAHALLE MAÇLARINDA KENDİ TOPUNU GETİREN ZENGİN ÇOCUĞA BENZETİYORUM’Uzun yıllar pek çok kulübün akademisinde görev yapmış Teknik Sorumlu ve Spor Yorumcusu Semih Sezerli, Suudi Arabistan’ın bu tutumunu kestirmeden olaya dahil olma çabası olarak yorumluyor.Sezerli, “Geçtiğimiz sezondan bu yana fısıltı halinde olan bu söylemler artık yerini yüksek seslere bıraktı. Arabistan Ligi’nin bu tutumunu, mahalle maçlarında kendi topunu getiren zengin çocuğa benzetiyorum. Tamamen kestirmeden olaya dahil olma çabası. Hiç sempatik değil ve futbolun doğasına aykırı. 'Bakın biz yıldızları topluyoruz. Bu nedenle dünyanın en büyük ligine bizi de alın' düsturuyla hareket ediyorlar. Sadece yıldızları astronomik rakamlara ülkelerine getirmekle Şampiyonlar Ligi’ne katılma talebini bir hak ediş olarak göremiyorum. Kısacası pozitif ayrımcılık isteniyor” dedi. ‘ASIL AMAÇ, FUTBOLU KULLANARAK İMAJ DEĞİŞİKLİĞİ YAPMAK’Eğer Suudi Arabistan takımları Şampiyonlar Ligi’nde yer alırsa, kendileri için çok faydalı bir hareket olacağının altını çizen Sezerli, “Şampiyonlar Ligi’nde yer almak hangi kulübü kurumsal olarak olgunlaştırıp ileriye taşımaz ki? Kendi menfaatlerini düşünürsek onlar için çok faydalı olacağı kesin… Ancak konunun futbolun ötesinde olup asıl amacın vizyon 2030 projesine yatırım yapmak olduğunu düşünüyorum. Büyük resimdeki amaç arka planda turizme yatırım yaparken futbolu başrol oyuncusu olarak göstermek. Mantıklı mı? Çok dahice bir fikir. Araştırmalar ve gözlemlerimden anlıyorum ki kimsenin futbolla ilgilendiği yok. Amaç futbolu kullanarak imajı değişikliği ve düzeltmesi yapmak” ifadelerini kullandı. 'SUUDİ ARABİSTAN TAKIMLARI GİRER, DOĞU AVRUPA'NIN ŞAMPİYONLARI ATILIR'“UEFA'nın son zamanlarda Avrupa'nın büyük kulüpleri ile turnuva gelirlerinin paylaşımı üzerine ciddi tartışmaları var, bu kulüpler tüm pastayı kendilerine istiyorlar. Şimdi bir de Suudi takımları işin içine girerse işler daha da karışabilir” diyen Spor Yorumcusu Didem Dilmen, “Suudi Arabistan'ın yıldızlar karması takımlarının bu turnuvaya dahil olması pek çok değişkeni kökünden sarsacaktır. UEFA ve para ikilisi bir araya gelince, olmaz diye bir şey yok. Suudi Arabistan takımları turnuvaya girer, Doğu Avrupa'nın gelir olarak alt sıradaki ülke şampiyonları turnuvadan atılır. Bu asla şaşırtıcı olmaz” dedi. ‘UEFA İÇİN ŞAMPİYONLAR LİGİ TAM ANLAMIYLA BİR PARA BASMA MAKİNESİ’Dilmen, “UEFA için Şampiyonlar Ligi tam anlamıyla bir para basma makinesi… Kulüpler de bu turnuvaya para üzerinden bakıyor. Hatta pastadaki paylarını artırmak için kendi taraftarlarını bile karşılarına almaya hazırlar. Öte yandan Şampiyonlar Ligi’nin, bir kıta futbol organizasyonu olmaktan çıkalı çok uzun zaman oluyor. Sadece maçların oynanacağı saatleri değiştirmeleri bile turnuvanın kültürel yapısını derinden sarstı. Bakalım, ABD izleyebilsin diye ne zaman gece yarısına maç koyacaklar…” ifadelerini kullandı.‘BENZER BİR TALEP AMERİKALILARDAN DA GELEBİLİR’Çok yakın zamanda ABD’nin Şampiyonlar Ligi finali istediğini hatırlatan Hürriyet Gazetesi Spor Yazarı Koray Durkal, “UEFA Başkanı Aleksander Ceferin bu isteğe son derece sıcak yaklaştı. Benzer bir talep Amerikalılardan da yakın zamanda gelebilir. Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmek isteyen yüzlerce takım birçok eleme maçından geçerken, Suudi Arabistan takımlarına bir wild card vermek hiç adil değil" yorumunda bulundu.‘RONALDO’NUN İLK MAÇI BİLE SUUDİ ARABİSTAN’DA REYTİNG REKORLARI KIRMADI’“Suudi Arabistan’ın parasal anlamda Rusya ve Çin’in futbola kattıklarından çok daha fazlasını katacaktır ancak izlenme oranlarına baktığımızda aynı şeyi söylemek çok mümkün değil” diyen Durkal, “Çok basit bir örnek vermek gerekirse Ronaldo‘nun ilk maçı bile Suudi Arabistan’da reyting rekorları kırmadı. Ancak Messi’nin ilk maçı Amerikan televizyon tarihinin reyting rekorlarını kırdı" ifadelerini kullandı.Eğer Suudi Arabistan takımları Şampiyonlar Ligi'nde yer alırsa organizasyonda rekabete katkı vereceklerini düşünmeyen Durkal, "Arabistan takımlarının Avrupa takımlarıyla oynadığı hazırlık maçlarına baktığımızda ne kadar geride olduklarını gördük. Şampiyonlar Ligi'nde olurlarsa rekabet konusunda dengeleri çok fazla değiştireceklerini düşünmüyorum” dedi.Yıldız transferlerinin Suudi Arabistan'ı ön plana çıkarsa da Şampiyonlar Ligi’nin ruhunun hâlâ çok güçlü olduğunu söyleyen Koray Durkal, şu detayların altını çizdi: -- Günümüz futbolunda oyuncular artık tamamen para odaklı. Hiçbir futbolcu on binlerce kilometre ötedeki kamplara gitmek istemiyor, haftada üç maça çıkmak istemiyor, ailelerinden uzak kalmak istemiyor. Bu nedenle paranın daha fazla olduğu kendilerini daha az yoracakları ve aileleriyle daha çok zaman geçirecekleri yerleri tercih ediyorlar.-- Ronaldo, Benzema, Neymar düşüncesindeki oyuncuların sayısı artarken Modric, Thiago Silva ve Pepe gibi futbola daha çok şey vermek isteyen oyuncuların sayısı da giderek azalıyor. Her ne kadar para şimdilik Suudi Arabistan’ı öne çıkarmış gibi gözükse de Şampiyonlar Ligi’nin ruhu hâlâ pek çok organizasyon ve ligden çok daha güçlü.
Avrupa’da pek çok ülkenin zorunlu vergi getirdiği, bazılarının da lisans iptalleri yaptığı günlük ev kiralama uygulamaları ülkemizde tartışılmaya başladı. Söz konusu uygulamalar ev sahiplerine ekstra kazanç imkânı sunuyor. Özellikle bu yıl yerli ve yabancı turistler, bu konaklama seçeneğini tercih ediyor. Benzer tartışmalar uzun yıllardır İspanya’da da yaşanıyor. Ülkenin her yıl turist akınına uğrayan şehri Barselona’da bu uygulamanın çok popüler olması, Barselona Belediye Başkanı tarafından “Daha fazla turist gelmesin” çıkışlarına bile neden olmuştu.Bu durum, bir süre sonra şehrin kendine özgü kültürünün değişmesine neden olacağı kaygılarına yol açtı. Çünkü iddiaya göre Barselonalılar evlerini kiraya vererek artık Avrupa’nın daha ucuz kentlerinde yaşamaya başladı. Benzer tartışmalar dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanıyor. Airbnb gibi alternatiflere yönelinmesi turizmi ve otelcilik sektörünü nasıl etkiliyor?‘KONAKLAMA BAZINDA GECELEMEDE YÜZDE 75 ORANINDA DOLULUK VAR’Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Turizm Otel Yöneticileri Derneği Kurucu Onursal Başkanı Ali Can Aksu, “Şu an konaklama bazında gecelemede yüzde 75 oranında doluluk var” dedi. Bu sürecin oluşmasında kiralık ev gibi konaklama alternatifleri ile bu yıl yaşanan deprem ve seçim etkisinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulayan Aksu, şu bilgilerin altını çizdi:“Bu yıl yaşanan talihsizlikleri de hesaba katmamız gerekiyor. Şubat ayında çok büyük bir deprem yaşadık. Ardından yoğun bir seçim dönemine girdik. Sezon yerli turist için biraz geç başlamış oldu. Tüm bunları da hesaba katarsak konaklamalarda ciddi düşüşler yaşandı."Türkiye Otelciler Birliği Başkanı Müberra Eresin de günlük kiralık evlerin ciddi etki ettiğini ama tek etkenin onlar olmadığını belirterek, “Beklentimiz yılın ikinci yarısıyla birlikte talepte artış olacağı ve sektörde yukarı doğru gidecek grafiklerin oluşacağı yönündeydi. Ancak 11 ayrı şehirde yaşanan depremlerin sonucu olarak bu talebe yönelik ertelemeler birden kesinleşen iptallere dönüştü. Sonuç olarak, o dönem gelen iptallerin yanı sıra yeni talepler de alamadık. Rakamlarımızın beklentilerimizin gerisinde kaldığını söyleyebiliriz. Beklenen yoğun turist trafiğinin henüz gerçekleşmemiş olması sektörün moralini bozuyor” ifadelerini kullandı.'AIRBNB GİBİ KONAKLAMA ALTERNATİFLERİ OTELCİLİĞİ YÜZDE 25-30 BANDINDA ETKİLİYOR'Airbnb gibi konaklama alternatiflerinin otelciliği halihazırda yüzde 25-30 bandında etkilediğinin altını çizen Ali Can Aksu, “Bu oluşum haksız bir rekabet ortaya çıkarıyor. Evlerini kiraya verenler hiç vergi ödemediği için fiyat kırmalar yaşanıyor. Bundan dolayı yurt dışından gelen misafirlerin talebi o yöne doğru kayıyor. Haliyle bu durum Türk turizminde konaklama sektörünü sekteye uğratıyor” ifadelerini kullandı.‘BU YOLLA KİRALANAN 60 BİNE YAKIN EV OLDUĞU BELİRTİLİYOR’Müberra Eresin de “Günlük kiralanan evler aracılığıyla gerçekleştirilen kayıt dışı otelcilik faaliyetlerindeki büyük artış, bu yıl turizm rakamlarımızı ciddi olumsuz etkileyen gelişmeler arasında yer alıyor” dedi.Eresin, “Kayıt dışı günlük kiralık evler sıkıntısı geçmişte de bir dönem çok artmıştı, her anlamda alınan tedbirlerle kontrol altına alınmıştı. Ancak son 1-2 yılda sayılarda yeniden ciddi bir artış olduğunu gözlemliyoruz. Bu yolla kiralanan 60 bine yakın ev olduğu belirtiliyor. Bu çok büyük bir rakam” ifadelerini kullandı.‘DÜNYANIN PEK ÇOK YERİNDE EVLERİNİ AIRBNB İLE KİRALAYANLAR AYNI ZAMANDA VERGİ MÜKELLEFİDİR’Airbnb’ye karşı olmadıklarını, konaklama sektörü olarak çeşitlilikten yana olduklarını vurgulayan Müberra Eresin, yasal alt yapının şart olduğunu vurguladı ve şöyle devam etti:“Dünyada var olan turizmle ilgili tüm sistemlerin Türkiye’de de olması gerekir. Öncelikli olarak yasal altyapının kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Dünyada evlerini Airbnb’yle kiralayanlar aynı zamanda vergi mükellefidir. Ama şu anda bizde böyle bir uygulama maalesef bulunmuyor. Bu da çok net haksız rekabet anlamına geliyor.”‘GÜVENLİK SORUNLARI OLUŞTURUYOR’“Günlük kiralık evler güvenlik konusunda da ciddi soru işaretleri barındırıyor. Geçmişte maalesef bu tip evlerde çok kötü hadiseler de oldu” diyen Müberra Eresin, “Oysa ki otellerde konaklayan tüm misafirlerin, otele girdiği anda mutlaka kaydı alınır ve bu kayıt direkt İçişleri Bakanlığı’na ulaşır. Ama bir Airbnb’de veya kiralık bir evde böyle bir kayıt söz konusu değildir. Arbnb evlerinin tamamında olmasa da çok büyük bir bölümünde kimlik bildirimi bulunmuyor. Ayrıca aynı binada yaşayan diğer kat maliklerinin komşuluk hakları açısından da sürekli bir tedirginlik kaynağı oluşturuyor ve şikayetlere sebep olabiliyor” dedi.Ali Can Aksu da güvenlik sorununa dikkat çekerek, “Günübirlik kiralık evler, eğer kontrol altına alınmazsa ülkemiz için çok ciddi bir güvenlik zafiyeti ortaya çıkarabilir. Çünkü kimlerin, ne şekilde konakladığı hiçbir şekilde tespit edilemiyor. Bunların mutlak bir şekilde kontrol altına alınması gerekiyor” ifadelerini kullandı.BAŞI İSTANBUL VE ANTALYA ÇEKİYOR Bu noktada akla gelen en önemli soru şu: ‘Airbnb ya da benzer alternatif konaklamada en çok talep olan şehir hangisi?’Bu soruma Ali Can Aksu, “Başı İstanbul ve Antalya çekiyor” cevabını verdi ve ekledi: “Yapmış olduğumuz araştırmaya göre İstanbul’da 6-7 bin arasında oda kiralama görüyoruz. Özellikle emlak siteleri bu konuda bize ortalama fikirler veriyor. İkinci sırada da Antalya bulunuyor. Antalya’da bu iş biraz daha villaların kiralanması noktasına geldi. Özellikle yurt dışından villa satın alıp bunları kiraya verenlerin sayısı çok fazla. Daha çok da yurt dışından gelen iş insanları bu konaklamayı tercih ediyor.”NASIL ADIMLAR ATILMALI?Konuyla ilgili Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy geçtiğimiz günlerde açıklama yaptı. Bakan Ersoy, günlük kiralanan evlere sertifika zorunluluğu getirileceğini ve otellerde olduğu gibi konaklayan kişilerin bilgilerinin ilgili kurumlarla paylaşılacağını belirtti.Ersoy yaptığı açıklamada, "Bu evlere sertifika zorunluluğu getireceğiz, bakanlığa yapılacak başvuru ile bu belge alınacak. Ayrıca, otellerde olduğu gibi bu evlerde konaklayan kişilerin bilgileri de ilgili kurumlar ile paylaşılacak. Elde edilen gelirin de vergisinin ödeneceği bir sistem olacak" dedi.Bakanlık olarak bu tip kiralamalara karşı olmadıklarını kaydeden Ersoy, "Dünyadaki gibi bunu kayıt altına almayı hedefliyoruz. Bu konudaki ilgili mevzuat çalışması yıl sonunda tamamlanacak" ifadelerini kullandı.Peki bu adımlar yeterli olur mu?Müberra Eresin, "Bu adımlar önemli ve doğru. Mutlaka çözüm olacaktır. Fakat sektörün başka sorunları da bulunuyor. Örneğin gelirlerdeki artışın maliyetlerdeki artışla aynı düzeyde olmaması sektörü çok zorluyor" ifadelerini kullandı.Akdeniz Turistik Otelciler Birliği Başkanı Kaan Kaşif Kavaloğlu da "Düşünün bir kişi 70 daire alıyor, 70’ini de kiraya veriyor. Şimdi bu evlere sertifika zorunluluğu getirmek ve vergilendirmek önemli bir adım ve gerekli. Fakat bunun da belli bir oranının olması lazım. Özetle belli bir sayıda tutmak gerekiyor" dedi.
Türk futbolunun en çok tartışılan konularından biri genç oyuncuların yeteri kadar süre alamaması ve kulüplerin altyapılarından çıkarmayı bir türlü başaramaması.Halbuki Avrupa’daki genç yetenekler, yıldızlarla dolu rekabetçi liglerde mücadele eden takımlarında forma giyme şansı bulabiliyor. Ne yazık ki aynı durum ülkemizdeki yıldız adayları için geçerli değil. Genç futbolcuların çoğu yedek kulübesinde oturtulurken bazıları da istenen seviyede olmadıkları gerekçesiyle Süper Lig’de orta sıralarda mücadele edilen takımlara ya da alt liglerdeki kulüplere kiralık olarak gönderiliyor.Bu anlayış oyuncuların daha çok süre alarak ‘pişmeleri’ için kabul edilebilir ancak genç yeteneklerin büyük bir çoğunluğu, takımlarına geri döndüklerinde kendilerini transfer listesinde buluyor. Çoğu zaman kiralık gönderilen oyuncunun da şans bulmadığı görülüyor.Bu oyuncular içinde bulduğu şansa dört elle sarılanlar ve yeteneği görmezden gelinemeyecek kadar parlak olanlar da var. En son örnek ise Arda Güler…Türk futbolunun son dönemde yetiştirdiği en önemli değerlerden biri olan Arda, yeteneği ve performansıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Kısa sürede dünya devi Real Madrid'e transfer oldu. Fenerbahçe ve A Milli Takım'da kalitesini ispatlayan yıldız solak için İspanyol devi, bonuslarla birlikte 30 milyon Euro bonservis bedeli ödedi.Ancak bu transfer akla şu soruyu getiriyor: ‘Arda Güler’in Real Madrid yolculuğu Türk futbol altyapısı için ne anlama geliyor? Biz Arda Güler’ler yetiştirebiliyor muyuz yoksa Arda bir sistem hatası bir istisna mı?’Bu sorudan yola çıkarak ülkemizde Arda gibi potansiyelli oyuncuların kimler olduğunu ve altyapıdaki sistemsel hataları, uzun yıllar pek çok kulübün akademisinde görev yapmış iki isim olan Teknik Direktör ve UEFA Antrenör Eğitmeni Emrah Bayraktar ve Teknik Sorumlu Semih Sezerli ile masaya yatırdık. ‘20 YILDA ULUSLARARASI DÜZEYDE 20 FUTBOLCU YETİŞTİREBİLDİYSEK...'Emrah Bayraktar’a öncelikle uluslararası düzeyde az sayıda genç yetenek yetiştirmemizin tesadüf olup olmadığını sorduk.Bayraktar, “20 yıldır genç oyuncu gelişiminin tüm aşamalarında çalışmış, hem Türkiye hem de Avrupa futbol akademilerini yakından takip eden ve yüzlerce profesyonel oyuncuya eli değmiş bir teknik direktör olarak söyleyebilirim ki son 20 yılda ülke futbolu olarak uluslararası düzeyde toplasanız en fazla 20 futbolcu yetiştirebildiysek bu bir tesadüftür” dedi.Bayraktar, “Genç oyuncu gelişimi konusunda Türkiye’de bir kültür olmadığı için, tamamen bireysel çabalar üzerinden işler ilerliyor. Bu tür çabaların sonuçları da dönemsel oluyor ve devamlılığı gelmiyor” ifadelerini kullandı.‘BİREYSEL ÇABA VAR, SİSTEM YOK'Semih Sezerli de bu bireysel çabayı Arda Güler örneğine değinerek detaylandırdı:“Göreve gelen yöneticilerin ilk cümleleri genelde, 'Altyapıya önem vereceğiz; projeler üzerinde çalışıyoruz' olur. Ama bu sözlerin devamı gelmez hatta bir daha lafı bile açılmaz. Daha sonra bir Arda Güler çıktığında herkes ‘Biz çıkardık’ yarışına girer. Aslında Arda’yı asıl çıkaran Gençlerbirliği’nde bulan ve takıma alan kimse onun üzerinden başlamak lazım bu hikâyeye. Yani bir bireysel çaba var, sistem yok ne yazık ki... Fenerbahçe ise Arda konusunda bunun sadece bir ayağı oldu. Arda zaten biliniyordu ve herkesin dikkatini çekiyordu. Yani Fenerbahçe gidip Arda’yı bir halının altından bulmadı. Daha fazla rakam verdiği için Arda’nın transferini gerçekleştirdi. Arda için 'Fenerbahçe altyapısından yetişmiş' diyemeyiz ama altyapıyı bir basamak haline getirip kullandığını söyleyebiliriz.” 'YENİ ARDA GÜLER KİMSE OLAMAZ'Şu an 2003-2006 doğumlular arasında yetenekli pek çok futbolcumuz var. Peki bu jenerasyon içinden yeni Arda Güler’ler çıkar mı?Bu soruma Semih Sezerli, “Yeni bir Arda Güler kimse olamaz. Bunu çok açık ve net söyleyebilirim. Çünkü Arda örnek alınacak doğru bir isim değil, rekabet edilecek bir isim” cevabını verdi. Sezerli, şöyle devam etti:“Arda Güler’in genetik kodları farklı. Yani doğuştan süper yetenekli. Böylesi bir genetik koda sahipseniz yapmanız gereken teknik, taktik ve sürekli çalışarak üstüne koymak oluyor. Arda bunu başarmış bir genç futbolcu. O nedenle ben şu an kimseyi Arda ile kıyaslamam. Ama ‘Ardagiller’ var mı? Türkiye'nin her yerinde var. Yani siz eğer ulaşmak isterseniz şu an Hakkari'de, Şırnak'ta, Batman'da, Kilis’te Arda Güler’in yeteneğine yakın futbolculuk hayali kuran gençler bulursunuz. Önemli olan buna ulaşabilme kapasitesi…”‘EMİRHAN İLKHAN ŞU AN 2004 DOĞUMLULARIN İÇERİSİNDE EN İYİSİ’2003-2006 arasındaki jenerasyonda gayet kıymetli ve yetenekli oyuncular olduğuna da dikkat çeken Semih Sezerli, “2003-2006 doğumlu genç yeteneklere baktığımızda hepsinin farklı özellikleri var. Örneğin Emirhan İlkhan çok yetenekli… Arda ile kıyaslayamayız, zaten pozisyon olarak aynı değiller. Ama kendi pozisyonunda Emirhan'ın, şu an 2004 doğumluların içinde Türkiye’nin en iyisi olduğunu söyleyebilirim. İtalya'ya transfer oldu ve pek de forma şansı bulamıyor. Ama bunların hepsi bir aşama. Emirhan İlkhan’ın gittikten sonraki süreci orada başarısız olduğunu göstermiyor. Onlar ona bir proje sunuyor. 6, 8, 12 ve 15 aylık sürece bakılarak bir değerlendirme yapılacaktır" ifadelerini kullandı.Emrah Bayraktar ise bir isim söylemenin diğer gençlere haksızlık olacağının altını çizerek “Yurt dışında oynama potansiyeli yüksek gençler var ama önemli olan bu gençlerin profesyonel futbola geçişlerinin nasıl yapılacağı” dedi.Bayraktar, “Bu yaşlarda doğru yönetilemeyen kariyerler veya kulüplerin yeterli özeni göstermemesi sonucu her yıl onlarca oyuncuyu potansiyeline ulaşamadan heba ediyoruz. Genç oyuncu gelişiminde eksik olduğumuz ve geliştirmemiz gereken birçok eksiğimiz olması bir yana en kötü olduğumuz nokta gençlerin profesyonel futbola geçişlerini iyi yönetemememiz” ifadelerini kullandı. ‘BU İSİMLERİN ÇOĞU ŞANS BULAMAYACAK’Emirhan İlkhan dışında pek çok yetenekli gencimiz var. İlk akla gelenler; Onuralp Çevikkan, Jankat Yılmaz, Kazımcan Karataş, Ahmetcan Kaplan, Emin Bayram, Ali Turap Bülbül, Efe ve Hamza Akman, Naci Ünüvar, Can Uzun, Emre Gökay, Yasin Özcan, Ravil Tagir, Serdar Saatçi, Oğuzhan Yılmaz, Bartuğ Elmaz, Baran Aksaka, Ege Tıknaz, Ömer Faruk Beyaz, Bora Aydınlık, Semih Kılıçsoy, Emirhan Arkutcu...Bu noktada şu sorunun cevabı çok önemli: ‘Bu isimler ve diğer yetenekli gençlerimiz, gelişimlerini doğru şekilde sürdürmek için hangi adımları izlemeli?’“Bu isimlerin çoğu yeterli şansı bulamıyor ve bu anlayışla da bulamayacaklar” diyen Emrah Bayraktar şöyle devam etti: “Kulüplerin gençlerin gelişimi konusunda izledikleri politikalar çok kötü hatta birçoğunun bir politikası dahi yok. Yazılı bir gelişim mutabakatından bahsediyorum. Şu anki anlayış 'Yetenekliyse çıkar oynar' söyleminden öteye geçmiyor. Oysaki iş bu kadar amatörce söylemlerle yönetilemeyecek kadar uzmanlık gerektiriyor.” ‘YÖNETİMLER, ANTRENÖRLER ÇOK HIZLI DEĞİŞİYOR'A takımda gençlerle çalışmayı seven, yarışırken aynı zamanda bu gençlerin gelişimlerine de özen gösteren bir teknik direktör varsa o dönemdeki gençlerin şanslı olduğunu vurgulayan Bayraktar, “Teknik adamlardan beklenti sadece skor odaklı olunca, zaten belirli süre hatta bazen birkaç hafta görev yapan teknik adamların da eli kolu bağlanıyor. Geneli böyle, arada buna özen gösteren kulüp varsa da istisnadan öteye geçmiyor. Bireysel çabalar üzerinden işler ilerliyor. Bir gün ilgili bir yönetici, iyi bir akademi direktörü ve yetenekli altyapı antrenörleri bir arada çalışıyor. O dönem akademide işler iyi ilerliyor. Ama devamlılığı olmuyor. Yönetimler, direktörler ve antrenörler hızla değişiyor. Futbol sektörü sabır, emek ve devamlılık gibi kavramlara ne yazık ki çok uzak…” ifadelerini kullandı. ‘TÜRKİYE'DE KİRALIK FORMÜLÜ İYİ İŞLEMİYOR’Genç bir oyuncunun her zaman kulübün A takım antrenman havuzunda kalacak diye bir kaide olmadığına dikkat çeken Semih Sezerli, “Sorun şu ki, Türkiye'de kiralık formülü de iyi işlemiyor” dedi. Sezerli şu detayların altını çizdi:“Oyuncu kiralık gidiyor ama asıl kulübü oyuncunun takibini doğru bir şekilde yapmıyor. Bir de dikkat edin genç yetenekler genelde kulübün ilişkilerinin iyi olduğu yere veriliyor. Sezon sonuna kadar da orada takibi yapılmıyor. Yapılsa bile kiralık göndereceğiniz kulübü çok iyi seçmeniz lazım. Hangi lig seviyesinde? Ne tarz bir oyun oynuyorlar? Size futbol anlayışı olarak yakınlığı var mı? Hangi teknik direktörle çalışılıyor? Bu gibi soruların cevapları çok önemli… Diyelim 19 yaşında bir genç yıldız adayını bir kulübe kiralık gönderdiniz ve sezon içinde takımda üç kere teknik direktör değişti. Böyle bir ortamda oyuncunuz gelişebilir mi? Ne yazık ki bu tip olaylar liglerimizde yaşanıyor.”