Sandıkla bugün tanışmış değiliz

Seçim sandığı bugün tanıştığımız bir nesne değil. 1876’dan beri parlamentomuz var ve milli iradeyi temsil edecek kadroları belirlemek üzere -bazı fasılalarla da olsa- o tarihten bu yana seçim yapıyoruz.

Hatta mahalli idare seçimlerindeki tecrübemizin geçmişi 1830’lara kadar gidiyor. Tanzimat’tan hemen sonra köylerde ihtiyar heyetleri, şehirlerde belediye meclisleri halkın oyuyla belirlenmeye başlamıştı.

Demek ki kabaca iki asra yakın bir süredir tanışıyoruz seçim sandığıyla. Üstelik bahsettiğimiz seçimler bugün bazı Asya ve Afrika ülkelerinde gördüklerimiz gibi “göstermelik türden” seçimler de değildi.

Çok partili demokratik sisteme ise bazılarının sandığı gibi 1946’da değil, daha 1908’de geçmiştik.

Bu tarihten itibaren seçimden hiç vazgeçmedik. Bazıları bu dönemde gerçekleştirilen seçimlerin adil olmadığını, çünkü ittihatçıların baskısıyla seçmenin manipüle edildiğini ileri sürerler. Bu abartılı bir yorumdur. Söz konusu dönemde memleketteki demokratik kültür bugünkü İskandinav ülkeleri seviyesinde olmasa da bugünün ölçüleriyle AGİT gözlemcilerinden geçer not alacak ciddiyette seçimler yapıldığı da bir hakikattir.

Haberin Devamı

İkinci Meşrutiyet döneminde 1908, 1912, 1914 ve 1919 yıllarında dört defa milletvekili genel seçimi yapıldı. Hiçbirinde ittihatçılar bugünkü bazı ülkelerde yapılan seçimlerde olduğu gibi yüzde 98 vs. oranında bir sonuç alamadılar. Öyle ki savaş sırasında yapılan seçimler bile iyi kötü usulüne uygun şekilde gerçekleştirildi.

Demek ki savaşı bahane ederek memlekette baskı rejimi kurdukları söylenen ittihatçılar sandığı manipüle etmeyi ya bilmiyorlardı ya da beceremiyorlardı!

Gelgelelim cumhuriyet dönemindeki seçimler için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Bu dönemdeki hiçbir seçimde adayların belirlenmesi aşamasından oyların sayılması aşamasına kadar demokratik ve şeffaf bir süreç yaşandığını söylemek imkansız maalesef. Mesela “açık oy, gizli tasnif” sistemi gururla savunabileceğimiz bir seçim uygulaması değil.

Tek parti rejiminin seçim rejimi de 1946’ya, hatta gerçek anlamda 1950’ye kadar böyle devam etti. 1950’den sonraki demokrasi tarihimiz de güllük gülistanlık değildir belki ama o tarihten bu yana gerçekleştirilen seçimlerin hiçbiri için adil olmadığı iddiası ileri sürülememiştir. Lokal kademede bazı usulsüzlükler her zaman ve her yerde olabilir tabii ama seçimin sonucuna etki edecek şekilde bir manipülasyon yapılması sistemik bakımdan imkansızdır.

Haberin Devamı

Zira...

Seçimler, bir defa, yargı denetimi altında yapılıyor. İkincisi, ve daha önemlisi, siyasi partilerin denetimi altında yapılıyor.

Sandıklarda oy kullandırılması, oyların sayılması ve zabıt altına alınarak ilçe seçim kuruluna ulaştırılması çoklu bir denetim mekanizması içinde gerçekleşiyor.

İlçe seçim kurulları bir hakim, o ilçenin kıdemli iki devlet memuru ve ilçede en çok oyu alan 4 siyasi parti temsilcisinden oluşuyor.

Oyların sayılmasında veya tutanağa geçirilmesinde kasıtlı veya kasıtsız herhangi bir yanlışlık varsa en ufak bir itiraz halinde bile sandıklar yeniden açılıp oylar tekrar tekrar sayılabiliyor.

Haberin Devamı

Örneklerini hemen her seçimde görüyoruz. Keza tutanaklar ve birleştirilmiş tutanaklar defalarca yeniden gözden geçirilebiliyor.

Bütün bu denetim ve süzgeçlere rağmen yine de bir usulsüzlük yapılmışsa bile bunun seçimin sonucunu etkileyecek boyutta olması düşünülemez. Yani bir parti diyelim ki yüzde on oranında oy almış olsun, bütün Türkiye birleşip de bir manipülasyon yapmaya kalkışsa bile seçimin sonucunu değiştirip bu partinin oyunu mesela yüzde 9 yapamaz.

Benim görebildiğim kadarıyla, bu seçimin en zayıf halkası kamu güvenliğinin adeta yok seviyesinde olduğu bazı Doğu vilayetlerindeki sandıkların silahlı terör örgütünün baskısına açık oluşu. Özellikle köylerdeki sandıklarda bütün partilerin temsilcisinin bulunmayışı dolayısıyla denetim mekanizmasının işletilmesi de kolay değil. Umulur ki demokratik tecrübemize yakışan ve demokrasimizi zenginleştirecek bir seçim olsun.

DİĞER YENİ YAZILAR