AK Parti seçim kampanyası sırasında “hizmet” ve “icraat” odaklı vaatlerde bulundu. Raylı sistem yatırımlarından, köprülerden, hava limanlarından söz etti. Özellikle de geçmiş yıllarda yapılan hizmet ve icraat örnekleri hatırlatılarak “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” mesajı verildi seçim kampanyasında. Bu meyanda kullanılan “onlar konuşur, AK Parti yapar” sloganı da iyi düşünülmüştü.
Ne var ki seçim öncesinde karşımıza çıkan bu “hizmet” ve “icraat” odaklı dil epey zamandır ihmal edilmiş; iktidar partisinin sözcüleri çok uzun süredir değer odaklı-ideolojik bir dille kamuoyuna mesaj verir olmuşlardı. Dolayısıyla seçim öncesindeki birkaç hafta boyunca AK Parti siyasetinin “hizmet” ve “icraat” boyutunun öne çıkarılmasıyla maksat hâsıl oldu mu, bilemiyoruz.
“Maksat neydi?” diye soracak olursanız, konuyu şöyle izah edeyim: AK Parti, toplumun yarısının oyunu alabilmesinin de gösterdiği üzere, bir merkez partisi. Kuruluşundan itibaren ideolojik kimliğini açıklama sadedinde kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımladı ki bunun açılımı kültürel anlamda “toplumun değerlerini korumak” ve politik anlamda “halkın iradesine sahip çıkmak”tı.
Partinin çekirdeğini oluşturan Milli Görüş kökenli muhafazakâr-dindar kadrolar benimsenen bu misyonun etrafında yeni bir Türkiye vizyonu geliştirdiler. Böylelikle daha önce milli görüş partilerinin ulaşamadığı ölçüde bir destek buldular toplumda. Bahsettiğimiz vizyonu realize etme imkânı bulduklarında halkın desteği de büyüdü. Yüzde 58’lere kadar ulaşan oranlarda oy aldı bu parti Türk halkından.
Bu kadroların değer önceliklerini veya ideolojik hassasiyetlerini bütünüyle paylaşanlar da oy verdi, kısmen paylaşanlar da, hiç paylaşmayanlar da. Çünkü bu partinin hem halka sunduğu Türkiye vizyonu hem de “hizmet” ve “icraat” misyonu geniş kitlelerce hüsnükabul görmüştü.
Ancak, biraz önce de ifade ettiğim gibi, son yıllarda AK Parti kendisine oy veren kesimlerin tamamına hitap etmeyen bir dile ağırlık verir oldu. Tek parti yönetiminin “yanlış laiklik” uygulamalarından imam hatip okulları meselesine, Mısır ve Suriye’de yaşananlara kadar... Bir dizi “ideolojik konu”dan söz ediyorum.
Bunlar üzerinde durulmayacak, hassasiyet gösterilmeyecek konular değil elbette. Hatta muhafazakâr-dindar kimliğe sahip bir siyaset kadrosunun gündeminde bulunması değil, bulunmaması yanlış olur bu başlıkların. Ama neredeyse sadece bu gündem maddelerine odaklanmış görünmek bir merkez sağ parti için riskli olabilir.
AK Parti’ye duble yollar inşa ettiği için, sağlık sisteminde reform yaptığı için, Avrupa Birliği’yle üyelik müzakeresine başladığı için, paradan altı sıfırı attığı için vs. vs. oy veren insanlar ne diyor bu gitgide sivrilen ideolojik dile? Net bilmiyoruz cevabı. Ama bir uzaklık hissine kapılmaları, hatta tedirginlik duymaları olmayacak şey değil herhalde.
Hatırlayanlar vardır, seçimden önce de bu konuda bir iki yazı yazdım; “iktidar partisinin giderek hizmet ve icraat odaklı söylemden uzaklaşıp ideolojik veya sembolik bir siyaset diline savrulması” diye tarif ettiğim problemin seçim sandığına da yansıyabileceğini anlatmaya çalıştım.
Belki bu seçimin sonuçlarına çok fazla yansımamış olabilir. Bilemiyorum. Münhasıran bu konuya dair bir araştırmadan haberdar olmadığından bir şey söyleyemiyorum. Ancak bunun göz ardı edilemeyecek bir problem olduğunu ve yakın zamanda bir çare düşünülmezse seçim sandıklarında AK Partinin başını ağrıtan bir problem olabileceğini düşünüyorum.
Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim: AK Parti’nin ideolojik dilinin sivriltilmesi işine bugünlerde emek vermekte olan kadronun çoğunlukla o ideolojik dünyaya yabancı kişilerden oluşması da dört dörtlük bir paradoks -ve aynı zamanda bir risk- olarak dikkat çekiyor!