Seçim akşamından bu yana AK Parti oylarında ortaya çıkan düşüş konusunda yorumlar ve analizler yapılıyor. Ama çoğunlukla bu yorumların herbirinde konunun spesifik bir boyutu esas alındığı için bütüncül bir tablo ortaya çıkmıyor.
Söz gelimi Kürt meselesinde son aylarda yapılan yanlışları sıralayıp iktidar partisinin oy kaybetme sebeplerini açıklamaya çalışan analizler ne kadar isabetli olursa olsun bize tablonun bütününü göstermiyor.
Çünkü AK Parti’nin oy kaybı sadece belli bir bölgede gerçekleşmiş değil.
Haddizatında kaybedilen oyların bir kısmı HDP’ye kayarken bir kısmı da MHP’ye gidiyorsa buradaki sorun lokal nitelikte olamaz.
Bu noktadan bakınca meselenin birden fazla boyutu olduğu ama hepsinin bir yerde birbiriyle kesiştiği düşünülmeli. Yani aynı temel sebep toplumun farklı kesimlerinde farklı tezahür biçimleri gösterebilir.
Dünkü yazıda da söylemeye çalıştım: “İktidar partisinin Güneydoğu’daki oy kaybının nispeten daha yüksek olması buradaki seçmenin bazı ekstra gerekçelerinin olması yanında, özellikle ‘ikinci parti’ tercihini daha kolay yapabilmesinden bence. Nitekim İç Anadolu’daki ‘küskün’ AK Parti seçmeni de ikinci parti olarak MHP’ye yönelmekte zorluk çekmedi. Ama mesela İstanbul’daki seçmen ‘alternatif parti’ bulmakta aynı kolaylığa sahip olmadığından muhtemelen sandığa gitmeyerek küskünlüğünü ifade edebildi.
Yani ne Güneydoğu’ya ne İç Anadolu’ya ne de başka bir bölgeye yahut belli bir toplum kesimine özel bir durum değil sandıktaki hadise.”
Ne demek istiyorum? Şunu: AK Partiyi terk edip HDP’ye yönelen Kürt seçmenin gerekçesi ile söz gelimi MHP’ye giden seçmenin gerekçesi ilk bakışta farklı gibi görünebilir. Bunun yanında seçimden önceki anketlerin sonuçlarına göre kararsız veya küskün diye tanımlanan ve seçim gününde en azından bir kısmının hiç oy kullanmamayı tercih ettiği anlaşılan kitlenin de öncelikleri diğerlerinden farklı herhalde.
Keza kararsız ve küskün olup da sandık önüne geldiğinde “kerhen” AK Partiye oy vermiş olan bir kitle daha var...
İşte bütün bu seçmen kesimlerinin her birinin hoşnutsuzluklarında ortak bazı noktalar veya kesişim alanları varsa lokal tezahürlerin gerisindeki genel sorun buradan bakılarak tespit edilebilir belki. Daha bir yıl önce gerçekleşmiş olan iki önemli seçimin sonuçlarını hatırlayalım...
Bir yanda Çözüm Süreci hakkındaki onca tartışmaya, öbür yanda Cemaat’in 17 Aralık operasyonunda ortaya atılan yolsuzluk iddialarına rağmen AK Partiye oy vermekten geri durmayan büyükçe bir kitle bu kadar kısa zaman sonra neden fikrini değiştirdi?
Bu sorunun cevabını verebilmek için bu süreçte AK Parti’de neyin değiştiğine bakmamız lazım.
Tam da bu noktada partinin kurucu lideri Erdoğan cumhurbaşkanı olup başbakanlığı Davutoğlu devraldıktan sonra yaşananların kamuoyunda nasıl algılanmış olduğu önem kazanıyor. Mesela MİT Müsteşarı Fidan’ın milletvekili adaylığı konusu... Sonra Merkez Bankası ve ilgili bakan hakkında kamuoyu önünde söylenenler...
Dört bakanla ilgili Yüce Divan oylaması... Dolmabahçe deklarasyonu...
vs... Bu konulara ilişkin tartışmaların hem içeriği hem de “yönetimde çift başlılık” algısı yaratan biçimi parti tabanında olumlu yankı bulmadı.
Bütün bunlardan daha önemli olmak üzere, “Başkanlık Sistemi” konusunun kamuoyunda kabul görmemesine rağmen anlaşılmaz bir ısrarla gündemde tutulması muhalif çevrelerin “AK Parti otoriter yönetim peşinde” iddiasının değirmenine su taşıdı.
Ve nihayet Cumhurbaşkanı’nın seçim öncesinde meydanlara çıkışı da toplumda hüsn-ü kabul görmedi.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olmuştu aslında. Ne var ki “Bu tür tavır ve davranışlar özellikle seçim öncesinde size zarar verir”
diye dostça yapılan uyarılar da dikkate alınmadı ve üstelik dostça karşılanmadı..
Şimdi seçim sonuçlarını analiz etmek sadedinde “AK Partili Kürtler etnik aidiyetlerini hatırladılar” veya “İç Anadolunun milliyetçi hassasiyete sahip seçmeni çözüm sürecine tepki gösterdi” gibi izahlara baş vuruluyor.
Ama bu izahlar daha bir yıl önce yapılan iki seçimde aynı hassasiyetlerin AK Parti’ye oy vermeye engel oluşturmamış olmasını açıklayamıyor.