Bugün senenin son günü. Bir yıl daha bitti ve yarın yeni bir yıl başlıyor. Çocukluğum zeytin, portakal, incir, dut ağaçlarının altında, güneşli bir Akdeniz kasabasında geçti. Yılbaşına dair hafızamdaki ilk resim, seksenli yılların başından kalan siyah beyaz bir fotoğraf. 12 Eylül darbesinin işkenceleri tüm hızıyla devam ediyordu. İstanbul Üniversitesi’nin Kenan Evren’e fahri doktora unvanı verdiği haberleri gazetelerde yer almıştı. Ülke açık cezaevine dönüşmüştü ve tam bir mezarlık sessizliği yaşanıyordu. Bir sağdan, bir soldan idamlar hız kesmeden devam ediyordu. Kemal Tahir’in romanından sinemaya uyarlanan Yorgun Savaşçı filminin yakıldığı konuşuluyordu. Çocuk aklımız olanları kavrayamasa da derin elemlerin yaşandığını hissediyorduk.
Olmayacak düşler peşinde
Çiğdem Talu-Melih Kibar şarkılarının dillerde olduğu zamanlardı. ‘Olmayacak düşlerin peşinde’ koşanlar darağaçlarına yollanırken, kardeş kavgasını engellemek için darbe yapanlar memlekete en büyük kötülüğü yaptılar. Sezen Aksu’nun ‘Firuze’si plakçı listelerinin başındaydı. Zeki Müren, Emel Sayın, Bülent Ersoy modasını söylemeye gerek yok. Nilüfer’in ‘kar taneleri’ni söylemesine bir yıl vardı. Gözyaşları sel olup akarken ülke bir yeni bir ‘yol’ arıyordu.
Her sabah okula giderken gazetelerin asıldığı büfenin önünde manşetlere bakar ve olayları zihnimizde canlandırmaya çalışırdık. Yaşanan acıların derinliğini kavrayacak ne aklımız, ne tecrübemiz vardı. Zihnime yer eden resimlerden biri de insanların gözündeki kederdi. O devirde insanlar hâlâ ‘doğdukları yerde ölüyorlardı’.
Televizyon çok az evde vardı ve prestij simgesiydi. Köyümüzde okul, su ve elektrik yoktu. Kasabada uzun elektrik kesintileri olurdu. Her sabah erkenden kalkar, ilçeye gelir, akşam geri dönerdik. Türkiye geri kalmış, kapalı bir ülkeydi. Televizyonda nelerin yayınlanacağına Devlet Başkanı Kenan Evren karar verirdi. Buna yılbaşında hangi sanatçının ekrana çıkacağı da dâhil.
Karanlıklar aydınlanıyor...
1980’de ülkenin ihracatı 2 milyar 945 milyon dolar, sadece petrol ithalatı ise 3 milyar 600 milyon dolardı. Memleketteki toplam turistik yatak sayısı, Rodos Adası’ndaki yatak sayısı kadardı. Ülkenin yetmiş sente muhtaç olduğu söyleniyordu.
1983’e gelindiğinde karanlık yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Önce siyasi partiler kuruldu. Sonra seçimler yapıldı. Özal’ın ‘transformasyon’ devrimi başladı. Ülke hızla çoğulculaşmaya doğru yol alıyordu. 1970’li yılların şenlikli toplumu kaldığı yerden devam ediyordu. Türkiye dünyaya açıldı, insanlar ve toplum özgüven kazandı.
1983’ten 2013’e yeni yıl...
O kasaba artık ülkenin en gelişmiş ilçelerinden biri. O vilayet Türkiye sanayisinin ilk on ili arasında. Otuz yılın sonunda hâlâ ciddi sorunlarımız olsa da çözüm için büyük bir toplumsal özgüvenimiz var. Evrensel ölçekte bir demokrasi talebi salt küçük bir aydın grubundan değil, halktan geliyor. Ülke sancılı bir ‘düzen arayışından’ bugünlere geldi.
Geçmişle mukayese edildiğinde çok ilerleme kaydedildi. Cumhuriyetimiz düne göre daha fazla içselleştirildi. Yarın her şey daha güzel olacak. Çünkü ‘refah ve eğitim düzeyinin yükselmesi, şehirleşme, orta sınıflaşma’ bize aydınlık bir gelecek vaat ediyor.
Yeni yıl, hepimiz için yeni bir başlangıca vesile olsun...
Twitter.com@HuseyinYayman
Yeni yıl, umutlar ve aydınlık Türkiye...
Haberin Devamı