Ak Parti yeni bir hikâye yazabilecek mi?

Haberin Devamı

Hafta sonu Berlin’deydim. Yurt dışında memlekete daha nesnel gözle bakmak mümkün oluyor. Son dönemde yaşananlara bakınca üzülmemek elde değil. Türkiye’nin özgül ağırlığının arttığı bir dönemde biz yeniden içe kapanıyoruz. Bunun anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir tarafı yok.

Soğuk Savaş döneminin simgesi Berlin Duvarı yıkılalı çeyrek asır oldu. Türkiye, SSCB’nin dağılması sonrası yaşanan özgürlük rüzgârını kaçırdı. Daha da ötesi, devletlerin yeniden yapılanma sürecini ıskaladı. Dünyayı ikiye bölen Berlin Duvarı yıkılırken ülkemizdeki manevi Berlin duvarları varlığını devam ettiriyor.

‘Batı Türkiye’yi tanıyor muyuz?

Gayri resmi rakamlara göre Avrupa’da 5, Almanya’da 3 milyon vatandaşımız yaşıyor. Nereden baksanız bu bir ülke nüfusu demek. Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın sayısı, 5 milyon olan Danimarka’nın nüfusuna eşit. Bulgaristan’ın nüfusunun 8, Ermenistan’ın 3, Gürcistan’ın 5, Kırgızistan’ın 5 milyon olduğu düşünüldüğünde mesele daha iyi anlaşılacaktır.

Bu nüfusa Batı Türkiye diyebiliriz. Peki bu potansiyel güç kullanabiliyor mu? İyi eğitimli, refah düzeyi yüksek, dünyayı tanıyan; hepsinden önemlisi, modern bireylerin oluşturduğu bu demografi ana vatana büyük bir fırsat kapısı aralıyor. Ancak hükümetin bunu görmesi gerekiyor.

'İkinci Değişim Programı' hayata geçirilecek mi?

Reform ve değişim vaadiyle gelen partiler bir süre sonra metal yorgunluğuna yakalanıyorlar. Özal, toplumsal ve iktisadi serbestliği sağladı ancak politik liberalizasyonu sağlamaya ömrü yetmedi. AK Parti Özal’ın ‘İkinci Değişim Programı’nı hayata geçirmek için iktidara geldi. On yılda sessiz devrim yaptı, büyük projeler gerçekleştirdi. Ancak sonra kendi hikâyesini unuttu.

AK Parti hikâyesinin özgünlüğünün zaman içinde flulaşması ülkeyi yönetmesini zorlaştırıyor. Henüz bu sonlanmış bir mesele değil ancak partinin 2009 büyük kongresiyle başlayan duraklaması devam ediyor. 2009’dan bu yana söylem ve kadro değişimi bir türlü hayata geçirilemiyor. Ben buna rakipsizliğin verdiği özgüven zehirlenmesi diyorum.

Erdoğan, yönetim dizgesini maksimalist ve radikal bir üslupla değiştirmek yerine süreklilik içinde değiştirme yoluna gidiyor. Bu strateji, ülkenin zaman kaybetmesine, hasarların büyümesine ve Erdoğan isminin yara almasına neden oluyor. Yapısal dönüşümün gecikmesi yeni kriz alanları doğuruyor.

Devlet reformu ne zaman?

Aslında bugün yaşananlar 2010 referandumuyla başladı. AK Parti’nin askeri ve yargı vesayetini geriletmesiyle birlikte yeni bir hikâye yazması gerekiyordu. Ancak o hikâye henüz yazılmadı. Geçen dört yıl kötü kullanıldı. Parti yeni hikâyeyi yazamazsa onu zor bir gelecek bekliyor.

Bu noktada hükümet, sistemi değiştirmek yerine, kadroları değiştirmekle düzeni değiştireceğini düşünüyor. Kürt meselesinden, Alevi meselesine yeni anayasadan siyasi partiler yasasına tüm yapısal sorunlar kozmetik reform paketleriyle değil, radikal ve kuşatıcı bir yaklaşımla mümkün olur.

AK Parti’nin yeni Türkiye’nin sosyolojisine uygun bir politik söylem ve kadroyla devleti dönüştürecek demokratik, sivil, özgürlükçü, şehirli bir partiye evrilmesi gerekiyor. Erdoğan bunu başarabilecek mi? 30 Mart sonrası onu ve Türkiye’yi bekleyen en önemli soru bu olacak.

DİĞER YENİ YAZILAR