2013 senesi olağanüstü olaylarla tamamlandı. Şimdi önümüzde yeni bir sene var. Görünen o ki 2014 geçen yıldan çok daha zorlu geçecek. Önce 30 Mart’ta yerel seçim, beş ay sonra ise cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. Bir anlamda yerel seçimler 1989 seçimi gibi, on yılı tayin edecek.Cemaat-hükümet gerilimi, çözüm süreci, ekonomi, dış politika ve özellikle Suriye krizi siyasette yeni bir ‘dehşet dengesi’ yaratıyor. Bu sorunlar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın iktidar, muhalefet ve cemaatte büyük hasarlar bırakacak.Yerel seçimleri iktidar kazanırsa ‘anti Erdoğan cephesi’ bir yenilgi daha alacak. Erdoğan kaybederse siyasette yeni bir sayfa açılacak. Her hâl ve şartta mart seçimleri derin politik sonuçlar doğuracak. Şimdi gelin 2014’ün politik röntgenini birlikte çekelim.Erdoğan kaderi kimin elinde?On bir yıldır ülkeyi yönetiyor ve geçen yıl varoluşsal sorunlar yaşadı. 2023 hedefine varmak için bu yılı kazasız atlatması lazım. Yeni Türkiye’nin ‘kalkınmacılık ve makro demokratikleşme’ projeleriyle kurulamayacağını anlamış durumda. En güçlü yönü politik sezgileri ve kriz anında başvurduğu ‘iç sesi’.Pazarlık masasında güçlü oturuyor ve kaderi kendi elinde. On bir yılda sağı birleştirmesi ve alternatifsizliği en büyük avantajı. İstikrarı ve ‘ittifaklarını’ bozmaz, partisini böldürmezse yine kazanacak.Kılıçdaroğlu CHP’nin son şansı!Kılıçdaroğlu’nun gelişiyle başlayan değişim/açılım ara vermeden devam ediyor. M. Sarıgül ve M. Yavaş hamleleri CHP’deki değişimin boyutunu görmek bakımından önemli adımlar. Kılıçdaroğlu’nun ana sorunu bu değişimin stratejik bir değişime çevirememe riski. CHP haklı olarak tüm planını 30 Mart seçimlerine göre yapıyor. Temel hedefi tarihi tersine çevirip 1989 seçimlerinde kazanılan başarıyı yeniden sağlamak.Ancak olumsuz bir sonuç alınması durumunda parti içi iktidar mücadeleleri yeniden başlayacak. Bunun yanında Gülen hareketiyle kurulan konjonktürel ittifakı yakından izlemek gerekiyor. Cemaatin tabanının CHP’yi desteklemesi zor olsa da bekleyip görmek lazım.MHP ve Gordion’un düğümü...Yaşanan krizin geleceği paradoksal olarak Devlet Bahçeli’nin elinde. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizinde olduğu gibi hükümet-cemaat mücadelesinde tavrını Erdoğan’dan yana koyarsa karşı ittifakın işi zorlaşacaktır. Bahçeli, muhtemelen önce bir süre bekleyecek, ‘devlet krizinin’ derinleşmesi durumunda devreye girecektir.2009’da kıyılara açılan MHP için mart seçimleri yeni bir imtihana dönüşmüş durumda. CHP ile yaşanan seçmen değişimi bu seçimlerin kaderini tayin edecek. MHP yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sürpriz partisi olabilir.BDP belediye sayısını artıracaktırCemaat-hükümet geriliminden en çok etkilenen partilerden biri de BDP. Kürt sorunu öncelikli bir gündem izleyen BDP, cemaat-hükümet mücadelesinde geri plana düşmüş görünüyor. BDP’nin uzun süredir dile getirdiği ‘paralel devlet’ sorununun alacağı manzara çözüm sürecinin ve ülkenin geleceğini belirleyecek. 1999 yerel seçimlerinden bu yana her seçimde belediye sayısını artıran BDP bu seçimde de oyunu ve belediye sayısını artıracaktır. Hükümetin tasfiyesine varacak kriz ve bölgede BDP’nin yerel yönetimleri kazanması Kürt sorununda yeni bir sayfa açabilir...
Bugün senenin son günü. Bir yıl daha bitti ve yarın yeni bir yıl başlıyor. Çocukluğum zeytin, portakal, incir, dut ağaçlarının altında, güneşli bir Akdeniz kasabasında geçti. Yılbaşına dair hafızamdaki ilk resim, seksenli yılların başından kalan siyah beyaz bir fotoğraf. 12 Eylül darbesinin işkenceleri tüm hızıyla devam ediyordu. İstanbul Üniversitesi’nin Kenan Evren’e fahri doktora unvanı verdiği haberleri gazetelerde yer almıştı. Ülke açık cezaevine dönüşmüştü ve tam bir mezarlık sessizliği yaşanıyordu. Bir sağdan, bir soldan idamlar hız kesmeden devam ediyordu. Kemal Tahir’in romanından sinemaya uyarlanan Yorgun Savaşçı filminin yakıldığı konuşuluyordu. Çocuk aklımız olanları kavrayamasa da derin elemlerin yaşandığını hissediyorduk.Olmayacak düşler peşindeÇiğdem Talu-Melih Kibar şarkılarının dillerde olduğu zamanlardı. ‘Olmayacak düşlerin peşinde’ koşanlar darağaçlarına yollanırken, kardeş kavgasını engellemek için darbe yapanlar memlekete en büyük kötülüğü yaptılar. Sezen Aksu’nun ‘Firuze’si plakçı listelerinin başındaydı. Zeki Müren, Emel Sayın, Bülent Ersoy modasını söylemeye gerek yok. Nilüfer’in ‘kar taneleri’ni söylemesine bir yıl vardı. Gözyaşları sel olup akarken ülke bir yeni bir ‘yol’ arıyordu. Her sabah okula giderken gazetelerin asıldığı büfenin önünde manşetlere bakar ve olayları zihnimizde canlandırmaya çalışırdık. Yaşanan acıların derinliğini kavrayacak ne aklımız, ne tecrübemiz vardı. Zihnime yer eden resimlerden biri de insanların gözündeki kederdi. O devirde insanlar hâlâ ‘doğdukları yerde ölüyorlardı’. Televizyon çok az evde vardı ve prestij simgesiydi. Köyümüzde okul, su ve elektrik yoktu. Kasabada uzun elektrik kesintileri olurdu. Her sabah erkenden kalkar, ilçeye gelir, akşam geri dönerdik. Türkiye geri kalmış, kapalı bir ülkeydi. Televizyonda nelerin yayınlanacağına Devlet Başkanı Kenan Evren karar verirdi. Buna yılbaşında hangi sanatçının ekrana çıkacağı da dâhil.Karanlıklar aydınlanıyor...1980’de ülkenin ihracatı 2 milyar 945 milyon dolar, sadece petrol ithalatı ise 3 milyar 600 milyon dolardı. Memleketteki toplam turistik yatak sayısı, Rodos Adası’ndaki yatak sayısı kadardı. Ülkenin yetmiş sente muhtaç olduğu söyleniyordu.1983’e gelindiğinde karanlık yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Önce siyasi partiler kuruldu. Sonra seçimler yapıldı. Özal’ın ‘transformasyon’ devrimi başladı. Ülke hızla çoğulculaşmaya doğru yol alıyordu. 1970’li yılların şenlikli toplumu kaldığı yerden devam ediyordu. Türkiye dünyaya açıldı, insanlar ve toplum özgüven kazandı. 1983’ten 2013’e yeni yıl...O kasaba artık ülkenin en gelişmiş ilçelerinden biri. O vilayet Türkiye sanayisinin ilk on ili arasında. Otuz yılın sonunda hâlâ ciddi sorunlarımız olsa da çözüm için büyük bir toplumsal özgüvenimiz var. Evrensel ölçekte bir demokrasi talebi salt küçük bir aydın grubundan değil, halktan geliyor. Ülke sancılı bir ‘düzen arayışından’ bugünlere geldi. Geçmişle mukayese edildiğinde çok ilerleme kaydedildi. Cumhuriyetimiz düne göre daha fazla içselleştirildi. Yarın her şey daha güzel olacak. Çünkü ‘refah ve eğitim düzeyinin yükselmesi, şehirleşme, orta sınıflaşma’ bize aydınlık bir gelecek vaat ediyor. Yeni yıl, hepimiz için yeni bir başlangıca vesile olsun... Twitter.com@HuseyinYayman
Başbakan Erdoğan, Pakistan dönüşü ‘operasyonların hedefinin bizzat kendisi olduğunu’ söyledi. ‘Erdoğansız AK Parti/Türkiye’ senaryoları Ankara’da uzun zamandır konuşuluyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça bu analizlerin daha sık yapılacağı anlaşılıyor.Erdoğan’ı tasfiyeye gerekçe olarak kabaca şu iddialar öne sürülüyor. 1. İsrail’e karşı sert tutumu, 2. İran’a yumuşak davranması, 3. Erdoğan’ın öngörülemeyen politik kişiliği, 4. İslam dünyasının liderliğine soyunması, 5. Ortadoğu’da yeni bir politik denklem hayali kurması, 6. Türkiye’yi Batı blogunun dışına çıkarmak istemesi (Şanghay İşbirliği Örgütü) 7. Yaşam tarzı kaygıları 8. Son dönemde görece otoriter bir çizgiye kayma ve burada sayılamayan nedenlerden dolayı Erdoğan’a karşı açılan kredilerin sona erdiği iddia ediliyor.Stratejik hedefCumhurbaşkanlığı!Yukarıda ifade edilmeye çalışılan nedenlerin sonucunun ise cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu belirtiliyor. Tam bu noktada birbiriyle bağlantılı dört farklı senaryo tartışılıyor. Birincisi Erdoğan’ı toptan tasfiye etmek. İkincisi Köşk’e çıkmasına engel olmak. Üçüncüsü Erdoğan’sız bir AK Parti dizayn etmek. Dördüncüsü partiyi bölüp Erdoğan’ı güçsüz kılmak. Beşincisi ise Erdoğan’ın direnmesi durumunda ise hem partiyi hem kendisini imha etmek.Eskiler ‘fikir hür, yorum serbest’ derlerdi. Buraya kadar sorun yok. İnsanlar farklı politik planlar yapabilirler. Bunu hayata geçirmek için legal yollara başvurabilirler. Sanırım burada ihmal edilen bir dinamik var. Bu çok bilinmeyenli denklemde gözden kaçan husus ‘Erdoğan’ın karakteri ve politik sezgileri’. Erdoğan’ın politik kariyerini dört ana dönemde ele alabiliriz. Birincisi 1994 İstanbul Belediye Başkanlığına kadar olan dönem. İkincisi 2002 seçimlerine kadar olan periyot. Üçüncüsü Başbakanlığından 2010 referandumuna olan restorasyon yılları ve son olarak 2010 sonrası inşaa dönemi.Savaşlarla var oldu!Erdoğan, sert politik mücadelelerle var olan bir lider. Girdiği her savaşta daha da büyüdü. Kendisi de bunu ‘Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük’ dedi. Erdoğan siyasetinin temel ilkesi ‘iktidarda muhalefet’ olmaktır. Özellikle kapatma davasın sonrasında ‘devletleşti/sağcılaştı/otoriterleşti’ denilse de pragmatik kişiliğiyle ezberleri bozmaya devam etti. Rakiplerinin statik pozisyonuna karşı ‘oynak merkezde’ durdu.Erdoğan’a karşı yapılan tüm mühendislik çalışmaları geri tepti. Bugün yolsuzluk operasyonlarında yapılan ‘yöntem/zamanlama/içerik/hedef/aktör’ sorunları toplumda yeni bir ‘Erdoğan mağdur ediliyor’ algısı yaratıyor. Sonuçları üzerinden okunduğunda sanki bir görünmez el ülkeyi yeniden Erdoğan’ın Pınarhisar cezaevine gönderildiği sürece döndürüp cumhurbaşkanlığı seçimini manüple etmeye çalışıyor.Duyguların ayağa kalktığı böylesi bir atmosferde sanılanın aksine Erdoğan daha da güçlenir. 1994 belediye başkanlığı, 2002 seçim sürecini ve 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde neler yaşandığını hatırlayın. Bu süreç sonunda velev ki Erdoğan tasfiye edilse dahi ‘daha sert bir muhafazakar dalga’ gelip, ülke geri dönülemez bir yola girebilir.Bu defa çok farklı deyip, inanmıyor musunuz? Öyleyse 12 Eylül darbesiyle başlayan son 30 yılı gözünüzün önüne getirin...
Hükümet-cemaat mücadelesi hız kesmeden devam ediyor. Toplum her gün yeni bir gündeme uyanıyor. Bu süreçte en çok merak edilen soru çözüm sürecinin geleceği konusunda düğümleniyor. Bu soruyu BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a sordum. Seçim çalışmaları için yollarda olan Demirtaş son olaylara ilişkin ‘siyaset mühendisliği’ni dile getirdi.Demirtaş’ın ısrarla dile getirdiği bir tez var. Eş Başkan, ‘paralel yapıların yolsuzluk operasyonu gibi meşru bir olay üzerinden güç devşirmeye çalıştığını ve sonunda barış sürecini bozacağını’ dile getiriyor. BDP’nin tavrının yolsuzluk/rüşvet operasyonu için net olduğunu belirten Demirtaş, ‘yolsuzlukların üzerine sonuna kadar gidilmeli ancak aynı kararlılıkla paralel yapılar üzerine de gidilmelidir’ tezinin altını çiziyor.‘Siyaset mühendisliği var’...Başbakan Erdoğan’ın geçmişte de paralel yapıları bildiğini ancak bugünkü gibi dillendirmediğini ifade eden Demirtaş şunları söyledi. ‘Başbakan geçmişte de bu yapıları biliyordu ancak adlarını zikretmiyordu. Ancak bugün canı yandığı için bunları deşifre ediyor. Biz parti olarak yolsuzluk operasyonlarının asıl amacının farklı olduğunu düşünüyoruz. Paralel yapılar, yolsuzluk operasyonu gibi kimsenin itiraz edemeyeceği bir olaydan meşruiyet ve güç devşirerek bir adım sonraki hamlelerine hazırlanıyorlar.Son olaylarda cemaat mensupları ile ulusalcıların bir araya gelmesi asıl operasyonun amacını gösteriyor. Burada çok açık bir siyaset mühendisliği var. Hükümet bu yapıların üzerine gitmezse, çözüm süreci riske girecektir.’‘Devlet içinde devlet olmaz’Selahattin Demirtaş, ‘devlet içinde devlet olmaz’ cümlesiyle bir diğer konunun altını çizdi. Demirtaş bu olaydaki asıl amacın yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını kullanarak yeni bir vesayet dönemine kapı aralamak olduğunu belirtirken kendilerinin Erdoğan’ın da AK Parti hükümetinin de savunuculuğunu yapmadıklarını, hakikatin sözcülüğünü yaptıklarını dile getirdi.Selahattin Demirtaş ‘Biz yolsuzlukların tümünün üzerine gidilmesi gerektiğini başından beri söylüyoruz ama bu yetmez, paralel yapılarla mücadele edilmesi lazım. Derin devletle mücadele edilmezse kalıcı çözüme ulaşamayız’ dedi. Bundan sonra ne olacak?Geçmişte derin yapıların çözüm süreçlerini provoke ettikleri düşünüldüğünde hâlen ciddi bir risk var. Ancak özellikle hükümet ve BDP tarafının sağduyulu ve ön alıcı açıklamaları önemli. Bu noktada özellikle bir süre önce Yüksekova’da üç kişinin hayatını kaybettiği olayları unutmamak lazım. Özellikle Öcalan’ın fotoğraflarının yayınlanması süreçte ciddi bir rahatlatma yarattı. Son tahlilde çözüm sürecinde sorun yok ancak daha hızlı adımlar atılması gerekiyor.Sonuç olarak, Demirtaş’ın cemaat-hükümet mücadelesi olarak kodlanan gelişmelere yönelik stratejik akılla dile getirdiği çerçeve, siyasal gelişmelerin ihmal edilemez bir aktörü olan Kürt siyasi hareketinin çözüm hassasiyetini teyit etmenin yanı sıra hükümetin yolsuzluk soruşturmasına ilişkin söyleminde başka toplumsal kesimleri de yanında bulacağını gösteriyor.
Cemaat-hükümet çatışması ara vermeden devam ediyor. Taraflar ‘kazan-kazan’ stratejisinden ‘kaybet-kaybet’e geldiler. Hocaefendi’nin son videosu fazla söze gerek bırakmıyor. Sanırım bu olay son yüzyılda İslam dünyasında görülen en büyük mücadele.Sokakta en çok sorulan, bu mücadeleyi kimin kazanacağı. Anadolu’da güzel bir söz var. İki testi çarpıştığında biri kırılırsa, diğeri de çatlar. Bu mücadelede kim kaybeder bilinmez ama kazanan Türkiye olmayacak. Kazanma/kaybetme diyalektiğinden öte ülke yeni bir istikrarsızlık sarmalına girecek.Sağcı/Solcu, Laik/İslamcı, Alevi/Sünni, Türk/Kürt kamplaşmasında bedel ödeyen ülke yeni bir çatışmaya sürükleniyor. Sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında aynı amaca hizmet ediyor. Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta iç savaşta insanlar Allah diyerek birbirini öldürüyor. Türkiye’de ise Allah Allah nidalarıyla ‘psikolojik bir savaş’ yürütülüyor. Farkı ne?Ordu-Giresun izlenimleri...Hafta sonu Başbakan Erdoğan’ın Ordu ve Giresun seyahatini yerinde izledim. Asıl derdim halkın ‘cemaat-hükümet mücadelesine’ nasıl baktığıydı. Vatandaşın gündemi Hocaefendi’nin beddua ettiği sohbetti. Toplumda büyük bir şaşkınlık ve tedirginlik var. Birincisi bu mücadelenin daha ne kadar devam edeceği, ikincisi ise Hocaefendi’nin neden böyle konuştuğu.Bu sohbet halkta büyük tepkiye yol açmış. Mesele salt cemaat-hükümet gerilimi değil. Asıl mesele bir din adamının bedduasında düğümleniyor. Bu gerilimde tarafsız kalan ‘sessiz çoğunluk’ için son dua tam bir turnusol oldu. Duanın politik sonuçları bir yana, yeni bir toplumsal ve dini yarılmaya neden olacağı görülüyor.Halkın desteği kimin yanında?Tabii olay çok taze ve henüz duygusal tepki veriliyor. Kalıcı sonuçlar bir süre sonra daha net görülecek. Muhafazakâr/dindar kitle bu tartışmadan rahatsız. Ordu ve Giresun’da Başbakan’a bir açılışın ötesinde yoğun ilgi vardı. Fırtınada güvenli limana sığınma güdüsüyle hareket eden bir kitle psikolojisi var.Politik sezgileri güçlü bir lider olan Erdoğan da bunu hissetti. İki gün boyunca net mesajlar verdi. Başbakan kendinden emin konuştu. Kişisel kanaatim ‘siyasal mühendislik’ iddiaları ve Hocaefendi’nin son vaazı toplumda derin muhafazakâr asabiyeyi tetikleyebilir. En yalın ifadesiyle bir ‘etki-tepki’ hâli yaşanıyor.Kabine değişikliği ne zaman?Kurmay kadro yolsuzluk konusunda tavrını net olarak koyuyor. Hâkim görüş, bu iddiaların ‘partide ve devlette arınmaya’ vesile olması yönünde. Bu süreçte arınma kadar hukuk ve demokrasiyi güçlendirme de önemli. Başbakan, MGK sonrası geniş çaplı bir kabine revizyonuna gidecek. Bir anlamda ‘mücadele kabinesi’ kurup, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar kader birlikteliği yapacağı kadroyu belirleyecek. Yolsuzluğa karışan isimlerin istifaları kabul edildikten sonra sürprizlerin olduğu yeni bir kabine kurulacak. Gözlemim, beddua videosu partide büyük bir kenetlenmeye ve bir seferberlik hâlinin yaşanmasına neden olmuş durumda.