Bir önceki yazıda CHP sağa mı açılıyor yazısına partiden uzun bir mektup geldi. Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak partide politik bir kriz olmadığının altını çizerek şunları söylüyor:‘CHP sağa kaymıyor, CHP bugün kendisini demokratik merkezi yeniden inşa etme hedefiyle konumlandırıyor. 12 yıllık AKP iktidarının; ülkenin yerleşik kurum ve kültürünü yok eden, demokratik değerlerini hiçe sayan, baskıcı, otoriter ve tahakkümcü karakteri CHP’nin kendisine yeni bir misyon yüklemesine neden olmuştur. CHP’nin tarihsel misyonu yeniden güçlü bir demokratik ve merkezi siyaseti inşa etmektir. Biz bu süreci yeniden çok partili yaşama geçme çabası olarak tanımlıyoruz.’ Benzer sözleri CNN Türk’te Ankara Günlüğü programında Haluk Koç söyledi. Koç yaşananları ‘sağcılaşma değil, demokrasi ve cumhuriyet ilkelerinde işbirliği ’ olarak tanımlıyor.CHP ve Cemaat’in ‘Anti Erdoğan’ ittifakı...CHP tabanı ile Gülen haraketi varoluşsal olarak birbirine karşılar. İki hareketin politik ve sosyolojik kodları tamamen farklı. Bunun da ötesinde Türkiye tasavvurları örtüşmüyor.Normal şartlar altında böyle bir ittifak olmaz. Ancak son yaşananlar yerel seçimlerde CHP ile Gülen hareketinin taktik bir koalisyona gideceğinin işaretlerini veriyor.Bu koalisyonun ana motivasyonunu CHP ve Gülen hareketinin ortak paydaları değil, ‘Erdoğan karşıtlığı’ tayin ediyor. Ancak CHP ile Gülen hareketi arasında başta Kürt meselesi olmak üzere din-devlet ilişkisi, özgürlükler, Ergenekon/Balyoz davaları ve Alevilik konusunda ciddi görüş farkları bulunuyor.Kader birlikteliği mi, taktik işbirliği mi?İki hareketin sosyolojik tahlili yapıldığında bu işbirliğinin ‘Erdoğan’dan kurtulma’ ittifakı olacağı anlaşılıyor. Bu strateji taraflar için politik olarak doğru olabilir ancak meşruiyet bakımından beklenmeyen sonuçlar yaratabilir.30 Mart’tan beklenen sonuç alınamazsa ‘cemaatle girilen konsorsiyum’ CHP’de depreme yol açacaktır. Tepki Alevi kesimden değil, ‘ulusalcı beyaz Türk’lerden gelecektir. CHP oy artışı sağlasa dahi Ankara ve İstanbul’dan birini kazanamadığı takdirde Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı tartışmaya açılacaktır. Benzer bir risk Gülen Hareketi için de geçerli. Açıktan yapılacak bir seçim koalisyonu hizmeti, dindar/muhafazakar kesimin gözünde ‘oportünist ve Müslümanların iktidarına engel olan’ bir taraf yapacaktır.Yerel seçime kadar ‘gizli/geçici’ ittifak...Aslında Gülen hareketinin asıl hedefi AK Partiyi bölüp, başında Abdullah Gül’ün olduğu yeni bir merkez sağ parti kurdurmaktı. Ancak bu planı Abdullah Gül bozdu. Bu noktada hizmet, hem Erdoğan’a bir ders vermek hem de Gül’ü ikna etmek için CHP’le ‘ultra kozmik ama geçici’ bir koalisyona gidecek. Hareket CHP’yi destekleyeceğini asla deklare etmeyecek. Bu ittifakın ana hedefi AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesini sağlamak. Bir anlamda CHP’de, hizmet hareketi de ‘kazan-kazan’ stratejisine yatırım yapıyor.Politik ruletin kaybedeni kim olacak?Kamusal farkındalık oluşturmadan yapılacak bu ittifak başarılı olursa sorun çıkmayacak. Seçimlerden sonra Gülen Hareketi yeni parti arayışına devam edecek ve yeni hedefi Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. CHP ise yerel seçimlerde kazandığı başarıyla sonbaharda yapılacak erken genel seçimde iktidar alternatifi olmaya çalışacak. Ancak böylesine riskli bir politik mühendisliğin geri tepmesi durumunda CHP’de de, Gülen hareketinde de ciddi değişimler olacak.CHP ne diyor?Gülen hareketiyle ittifak mı yapılacak sorusunun partide iki cevabı var. CHP tabanı ve ulusalcı kanat bu işbirliğine sıcak bakmıyor. Parti yönetimi ise görece farklı bir pozisyonda duruyor. Partide örtülü eleştiriler yapılsa da geçmişte ‘Ecevit- Gülen diyalogunu’ yürüten Erdoğan Toprak ismi öne çıkıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise bu işbirliğine ilkesel ama pozitif yaklaştığı iddia ediliyor. Kılıçdaroğlu Washington’da Gülen hareketiyle görüşmüştü. Kılıçdaroğlu’nun cemaati kast ederek ‘herkesin kendi sınırları içinde kalması’ koşuluyla işbirliğine olumlu yaklaştığı öne sürülüyor.
CHP’nin ‘sağ’dan gelen Mansur Yavaş ve Lütfü Savaş’ı aday yapması eski tartışmayı yeniden açtı. Aslında tartışma yeni başlamış olsa da epey eski. Basit bir aday tartışmasından öte sosyal demokratların yaşadığı derin politik krizi gösteriyor. Bugün yaşananları anlayabilmek için biraz geriye gitmek lazım. 12 Eylül darbesinden sonra General Evren’in icazetiyle Necdet Calp liderliğinde Halkçı Parti (HP) kurduruldu. Fakat Erdal İnönü’nün kurduğu SODEP veto edildi. 1984 yerel seçimlerine gidildiğinde HP hezimete uğradı. Taban, HP ile SODEP’in birleşmesi gerektiğini söylemeye başladı. Ancak iki partinin birleşmesi bir yana 1985’te Ecevit’lerin DSP’si kuruldu. Seksenler, ‘sol’da birleşme’ tartışmalarıyla geçti. Aydınlardan gelen baskılar karşısında SODEP ve HP, SHP’de birleşti. Sola açılan SHP 1989 yerel seçimlerinde 1980 sonrası solun en yüksek oyunu aldı.Birleşme-kurultay parantezinde ‘yeni sol’...1991 seçimlerinde SHP yüzde 20,7, DSP yüzde 10,7 oy aldı. Seçimden sonraki ana gündem solun birleşmesiydi. 1992 Kurultayında Baykal ‘Yeni Sol’ manifestosunu yayınladı. Ancak bir kez daha İnönü’yü yenemedi. Kurultaylarda istediğini alamayan Baykal çareyi CHP’yi açmakta buldu. 1994 yerel seçimlerine SHP, DSP, CHP’yle girildi. Ankara’da CHP seçimlere girmese Melih Gökçek seçilemeyecekti. Solun, parti içi iktidar mücadelesi zamanla onu alternatif olmaktan çıkardı. 1999 seçimlerinde CHP ilk defa meclis dışında kaldı.‘CHP’nin Mayası, Anadolu Solu’ ve 2002 seçimi... CHP meclis dışında kaldığında yeni bir arayışa girdi. Baykal’ın ‘Anadolu Solu’ teması önemli bir umut yarattı. Bu dönemde Baykal odasına Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğüdünü astı. Bu açılım basında uzun uzun tartışıldı. 2002 seçimlerine ‘CHP’nin Mayası, Anadolu Solu’ mottosuyla giren CHP, ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk’ü partiye davet etti. Tek başına iktidar sloganıyla girilen seçimden tek başına muhalefetle çıkıldı.CHP+DSP ittifakı ve 2007 seçimi2007 olağanüstü bir yıl oldu. ‘367 krizi, e-muhtıra, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve cumhuriyet mitingleri’ seçime damgasını vurdu. Referanduma dönüşen seçimden CHP bir kez daha istediğini alamadı. Bu dönemde İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar gibi sağ isimler partiye davet edildi. Ancak bu yaşananları özeleştiri geleneği olması gereken bir sol parti bir kez olsun masaya yatırmadı.Çarşaf açılımı ve 2009 seçimleri...2009 yerel seçimleri öncesinde bu defa İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin öncülüğünde CHP çarşaf açılımı yaptı. Eyüp’te yapılan salon toplantısında Baykal çarşaflı kadınlara parti rozeti taktı. CHP’nin bu açılımı basında geniş yankı buldu ve partinin yerel iktidara yürüdüğü öne sürüldü. İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu ile yarışa girilirken, Ankara’da aday belliydi. Fakat yine istenilen sonuç alınamadı.Yeniden ‘sağ’a açılma ve 2011 seçimleri...2011 seçimlerine giderken CHP kendince haklı olarak yeniden ‘sağ’a açıldı. Süleyman Demirel öncülüğünde M. Haberal, S. Aygün, T. Tayan, B. Kuşoğlu, A. Çıray gibi isimler CHP listelerinden vekil seçildiler. Ancak yeniden ‘sağ’a açılma partiye beklenen katkıyı sağlamadı. Parti yüzde 25,9 oy aldı.2014 yerel seçimleri ve yeniden ‘sağ’a açılma?Son otuz yıllık manzara böyleyken CHP’nin ‘sağ’a mı, ‘sol’a mı yoksa ikisine birlikte mi açılması gerektiği sorusu varoluşsal önem taşıyor. Parti, iktidar olabilmek için tüm kesimlere açılmalı. Ancak açılımın konjonktürel açılım olarak kalması, inandırıcılık sorunu yaşamasına yol açıyor.Bu konuda partide ciddi bir fikir ayrılığının olduğunu şu mesajlar ortaya koyuyor. Hüseyin Aygün ‘Mansur Yavaş, Mustafa Sarıgül, Lütfü Savaş, Sabri Erbakan, Ercan Dalkılıç... Hakikaten Quo Vadis CHP?’Sabahat Akkiraz ‘Partimizde aday olmak için ilk kıstas sağcı olmak. Düne kadar bize küfredenler için oy istediğimiz tabanımız ne der acaba.’Muharrem İnce ‘Şu sağa açılma modasından ben de rahatsızım. Türkiye’de oy kullanmayan yüz binlerce sol seçmen var. Ben onlara açılmayı daha sağlıklı buluyorum.’Demeki sorun CHP’nin ‘sağ’a açılıp açılmamasından değil, uzun süredir devam eden kimlik krizine cevap verememesinden kaynaklanıyor. Ancak bu defa da istenilen sonuç alınamazsa en kötüsü, umutlar tükenmiş olacak.Bir sonraki yazıda CHP cemaatle ittifak mı yapıyor sorusuna cevap arayacağız...
Hafta sonu Dolmabahçe’de yapılan toplantının gündemi demokratikleşme paketi oldu. Alınan kararlar bir yana, süresine, katılanların kimliğine ve gündemine bakıldığında bu toplantının önemi hakkında fikir yürütülebilir.Neler konuşulduğuna geçmeden önce bir hususu hatırlatmak gerekiyor. Belediye başkanlığından bu yana genel bir okuma yapıldığında Tayyip Erdoğan’ın bir siyaset yapma biçimi olduğu görülür. ‘Erdoğan siyaseti’ şeklinde ifade ettiğimiz bu kavramın çözümlemesi yapıldığında hükümetin yol haritası hakkında da bilgi sahibi olunabilir.AK Parti krizlerini nasıl aşıyor?‘Erdoğan siyaseti’nin varoluşsal prensibi her türlü krizi ‘daha fazla demokrasi’ vaadiyle aşmasıdır. Sorunla karşılaştığında onu kavramak ve bileşenlerine ayırmak için başta bir miktar zaman kaybetse de zihninde sorunu çözdüğünde kararlılıkla üzerine gidip, yeni bir yol açtı.Tarihi toplantılara ev sahipliği yapan Dolmabahçe hafta sonu tarihi bir gün daha yaşadı. Dolmabahçe’de konuşulanlar bir gün açıklandığında eminim yer yerinden oynayacaktır. Hele bir de bu kapalı toplantılarda kimin reformcu, devletçi, statükocu, demokrat, liberal bir tavır aldığı açıklansa eminim bütün ezberleriniz bozulabilir.Numan Kurtulmuş neden katıldı?AK Parti politik katmanları olan bir grup. Parti sürekli bir toplantı modunda. Zamana ve konuya göre toplantıların bileşenleri değişiyor. Ancak toplantılara katılan daimi bir kadro var. Kamuoyu onları zaten az çok biliyor. Dünkü toplantıya da Beşir Atalay, Bekir Bozdağ, Efkan Ala, Ömer Çelik, Yalçın Akdoğan, Mahir Ünal, Numan Kurtulmuş, Ertan Aydın katıldı. Numan Hoca’nın partiye katıldığından bu yana ilk defa bu tür bir toplantıya katıldığına şahit olduk.Daha çok geri planda duran ve farklı bir gündemi olan Kurtulmuş’un son toplantıya katılması başlı başına bir analiz gerektiriyor. Çünkü Kurtulmuş’un politik kimliği, partiye sonradan katılması, görece daha sivil ve muhalif bir kimlik algısına sahip oluşu, onun bu çoklu akıl toplantılarına katılmasını daha da sembolik kılıyor.Numan Kurtulmuş’un gelenekselleşen toplantılara taze bir kuvvet olarak katıldığı anlaşılıyor. Bu katılım partinin karar alma sürecindeki yeni bir duruma işaret ediyor.Paket ne zaman meclise gelecek?Meclis’in yerel seçim öncesi 15 Şubat’ta tatile gireceği belirtiliyor. Bu bağlamda takvim oldukça sıkışmış durumda. Adalet Bakanlığı adeta zamana karşı yarış veriyor. Muhtemelen yarın hazırlıklar tamamlanacak. Sonra Meclis süreci başlayacak. Her hâl ve şartta 15 Şubat’tan önce paketin çıkarılacağı ifade ediliyor. Zaman sorunu ve hızlı hareket etmek amacıyla bazı maddelerin paketten çıkarılabileceği de iddialar arasında.Bekir Bozdağ’ın büyük kısmını açıkladıkları yanında pakette başka sürpriz düzenlemeler de olduğu öne sürülüyor. Ali Babacan öncülüğünde ekonomi bürokrasisi tarafından üzerinde iki yıldır çalışılan ‘Saydamlık/Şeffaflık/Hesap Verebilirlik/Yolsuzlukla Mücadele’ projesi nihayet tamamlanmış. Büyük ihtimalle bu düzenlemeler de pakete eklenebilir.Uzun tutukluluk süresinin kısalması neden önemli?Bu, spesifik ve teknik bir konu gibi görünse de Türkiye’nin imajı ve yurt dışındaki algılanışı bakımından hayati öneme sahip bir problem. Uzun süredir uluslararası toplumun ciddi eleştirileri biliniyor. Başta Beşiktaş ve Diyarbakır adliyeleri olmak üzere yargı bürokrasisi ülkeye büyük siyasi maliyet ödetse de hükümet doğru bir kararla beş yıllık bir hatadan çıkıyor.Paket tüm kesimleri tatmin edecek mi? Paketin mutfağında yer alan bir isme bu soruyu sordum. Hükümetin demokratikleşme meselesine bir sonuç olarak değil, bir süreç olarak baktığını ve başka adımların zaman içinde getirileceğini belirtti. Erdoğan pratiği ‘maksimalist/radikal projeler’ yerine zamana yayılmış, toplumsal ikna süreçlerine önem veren bir stratejiyi kapsıyor.
Cuma günü bir milletvekilinin daha istifasından sonra gözler AK Partiye çevrildi. Listeler yapılıp, isimler yazılıyor, tarih veriliyor. 28 Şubat sürecinde, Ecevit Hükümetinde olduğu gibi bir borsa kurulmuş havası verilmeye çalışılıyor. Durum böyle mi? Kaç kişi daha istifa edecek? Sorularına isterseniz biraz geriye dönerek cevap verelim. Hükümetin kurmay kadrosundan bir ismin iddiasına göre 12 Haziran seçimleri öncesinde Gülen’den liste geldi. İçinde bazı meşhur isimlerin de olduğu özel zarftaki listenin 40-50 kişiden oluştuğu belirtiliyor. Müracaatlara bakıldığında bu isimlerin bazılarının görüleceği ifade ediliyor.- Gülen’den gelen listeyi Erdoğan ne yaptı?Başbakan Erdoğan listeyi aldı ve çekmecesine koydu. Gelen zarfın yerine cemaatten güvendiği isimlere sorup üç dört ismi vekil listesine aldı. Erdoğan, o gün listenin tümünü alsaydı ilk krizde parti çatlayacaktı. O isimler istifa edecek ve parti bölünecekti. Ecevit’in başına gelenler, Erdoğan’ın da başına gelecekti.Peki şimdi kaç kişi istifa edecek? Parti kaynaklarından alınan bilgilere göre ‘Hizmet hareketi mensubiyeti’ nedeniyle en fazla 3-4 ismin daha ayrılabileceği söyleniyor. Ancak bu isimlere partide umudunu kaybetmiş, önümüzdeki seçimlerde alt sıralarda olacağını düşünen, beklentisi kalmayan 4-5 ismin daha eklenebileceği iddia ediliyor.Erdoğan’ın, Gülen’den gelen listeyi sümen altı etmesi kopmaların düşük kalmasına neden oldu. Gelinen noktada büyük bir ayrılıktan çok en fazla yedi sekiz kişinin istifa edebileceği belirtiliyor.- Hükümet güvenlikçi paradigmayı terk mi ediyor?Son günlerde yaşanan tartışmalar hükümetin özeleştiri yapmasına yol açtı. Kumpas iddialarıyla başlayan, yeniden yargılama ile devam eden süreç, yeni bir demokratikleşme paketine evrildi. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılacağını bizzat Başbakan söyledi. Sırada yeniden yargılama var.Hükümet tarihi sapmadan nihayet döndü. AK Parti 1991-2002 arasında yaşanan siyasal/yönetsel krizden sonra iktidara geldi. Hükümetin, devletin eski aparatlarına sahip çıkması büyük bir hataydı. Uğur Mumcu’nun, Eşref Bitlis’in, Bahtiyar Aydın’ın, Mehmet Sincar’ın öldürülmesinde, Susurluk’ta, Güçlükonak’ta dahli olmayanların devletçi reflekse savrulmaları zaten doğru değildi.Halk, Erdoğan’ı yanlışları düzeltsin ve evrensel ölçekte bir demokrasi kursun diye iktidara getirdi. Anayasa referandumundan sonra partinin içe kapanması ve ‘özgüven zehirlenmesi’ yaşaması bugünkü sorunlara yol açtı.Son tahlilde ‘bir musibet, bin nasihatten hayırlıdır’ prensibince hükümet hatasını fark etti. Umarız bu taktiksel bir zaman kazanma değil, yeni bir politik bir yöneliş olur. Hükümetinde, ülkenin de kurtuluşu daha fazla demokrasi ve hukukun üstünlüğünde.- Yerel seçimlerin referanduma dönüşmesi kime yarar?17 Aralık operasyonu sonrasında yaşananlar yerel seçimleri bir referanduma dönüştürdü. Seferberlik duygusunun yaşandığı bu ortamda şehirlerin problemlerinden daha çok genel siyaset konuşuluyor. Bu atmosferin iktidarın mı, muhalefetin mi işine yarayacağını 30 Mart’ta göreceğiz. Ancak duyguların ayağa kalktığı ve olağanüstü bir psikolojinin yaşandığı bu havanın muhalefetin aleyhine olduğunu düşünüyorum. Yakın geçmişte yaşanan seçimlere bakıldığında da bu tez daha açık görülecektir.- Güney Yıldız o sorulara ne cevap verdi?BBC’de tarihi bir söyleşiye imza atan Güney Yıldız’la ilgili çeşitli iddialar ileri sürüldü. Ben de bu iddiaları ve başka soruları Güney Yıldız’a sordum, işte onun cevapları...- Gülen cemaati üyesi misiniz? Ben gazeteciyim ve BBC’de çalışıyorum. Herkese ve her kesime eşit mesafade durmak zorundayım. Geçmişte farklı kesimlerle ilgili haberler ve söyleşiler yaptım. Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın dışında kalmak için çaba sarfediyorum. Bugün bunları söyleyenler, yarın başka biri ile söyleşi yaptığımda eminim başka yakıştırmalar yapacaklardır.- ‘MİT olayını, TIR meselesini, ses kayıtlarını’ neden sormadığınız merak ediliyor?Öncelikle şunu ifade edeyim. Bu 16 yıl sonra televizyon için yapılan ilk röportaj olmasının yanı sıra Gülen ile yüzyüze yapılan nadir röportajlardan da biriydi. Dolayısıyla, son birkaç haftanın gündeminin dışına çıkmaya ve daha genel meselelerle ilgili sorulara da cevap almaya çalıştık. Röportajın tam hakkını vermek için saatlere ihtiyaç vardı. Bize doktorlar tarafından 20 dakikadan az bir süre tanınmıştı. Biz o süreyi aşabildik. Her soruyu, muhtemelen bu son sorum düşüncesiyle sorduğum için tercih yapmak zorundaydım. Ya herhangi bir konu üzerine yoğunlaşıp röportajı sınırlayacaktık ya da birçok konudaki iddiaları sorup yanıt almaya çalışacaktık. Zaman sorunu ve söyleşinin odak kaybı yaşamaması için bazı soruları elemek durumunda kaldık.- Gülen’in sağlığı nasıldı?Doktorlarının bize söylediği ciddi sağlık sorunları yaşadığı yönündeydi. Bedensel olarak bazı sorunları fark etsem de olaylara hakim ve zihinsel olarak sağlam gördüm.- Gülen-Erdoğan mücadelesinde sizce bundan sonra ne olacak? İzleniminiz ne oldu? BBC kurallarınca yayınlarımız dışında siyasi bir değerlendirmede bulunamam. Aslında bunun ipuçları söyleşide var. Gözlemlediğim kadarıyla yolsuzluklar meselesinde kendinden emindi. Bazı konularda net konuştu. Etrafındaki insanlar dahi buna şaşırdılar. Konuşmalar çok katmanlıydı ve sürekli semboller ve metaforlar kullandı. Kimi zaman sert mesajlar verdi, kimi zaman uzlaşmaya açık bir dil kullandı.
Fethullah Gülen’in BBC’den Güney Yıldız’a verdiği söyleşi tarihi nitelik taşıyor. Söyleşi, içeriği, zamanlaması ve muhatapları bağlamında milat olacaktır. Konuşmanın içeriği kadar Hocaefendi’nin haleti ruhiyesi söyleşiye damgasını vurdu. Kendinden emin bir portre çizdiği konuşmasında zaman zaman ‘söylesem mi, söylemesem mi’ duygusunu yaşadı.BBC’den Tim Franks bunu şöyle anlatıyor. ‘Gülen önce çekingen sonra imalı, tekrar çekingen ve yine imalı şöyle dedi. Şimdi de ben o mevzuda bir şey söyleme niyetinde değilim, dedi ve sonra devam etti .’ Aslında bu ikircikli tutum tüm konuşma boyunca gözleniyor. Bunun yanında kimi sorunları ‘yok sayma’ tavrı içindeydi.* Neden şimdi, neden BBC: Gülen ülkeden ayrıldıktan sonra hiç söyleşi vermedi. Zaman zaman sohbetleri medyada yer aldı ama böylesine kapsamlı bir söyleşisi olmadı. Bu konuda Tim Franks şunu söylüyor ‘yanlış anlamalara karşı doğruları ortaya koymak için.’ Demek ki ortada bir yanlış anlaşılma olduğuna inanılıyor. Meselenin kritikliği karşısında hasta olmasına rağmen Hocaefendi bizzat kendisi açıklama yapmak zorunda kalıyor.‘Neden Türkiye basını değil de, BBC’ sorusuna ise hizmetten henüz bir açıklama gelmedi.* Dershane tartışması yok sayılmış: Uzun sohbet boyunca dershane tartışmasına girilmemiş. Bu meselede Arınç’ın şu sözleri oldukça manidar; ‘...mesele sadece dershane değilmiş, önümüze başka meseleler geldi. Sizin samimiyetiniz yok, sizler dershane konusunu sadece bir kavgayı başlatmak için ortaya koymuşsunuz. Çünkü gelişmeler onu gösteriyor.’- Politik özne gibi konuştu: Hocaefendi söyleşi boyunca bir din adamından çok muhalif bir lider gibi konuştu ve politik mesajlar verdi. Hocaefendi’nin önceki demeçleri ve referandumdaki tavrı biliniyor.Ancak bu defa hizmeti hükümetin karşısında konumlandırarak bir siyasi özne gibi konuştu. Cemaati, Başbakan üzerinden yeniden tanımladı. Kürt meselesinde ‘...o sürece biz onlardan önce destek verdik’ ifadesinde bu somut olarak ortaya çıkıyor.- Türkiye’ye değil, dünyaya konuştu: Söyleşi verilen kanalın kimliği ve konuşmada bahsi geçen ABD ve AB meselesi Hocaefendi’nin iç kamuoyu kadar dünyayı hedef aldığını gösteriyor. Ancak bu muhafazakâr camiada ‘kendi hükümetini dünyaya şikâyet etme’ şeklinde algılanma riski taşıyor.- Başbakan Erdoğan’a sert çıkış: Sohbetin satır araları irdelendiğinde Başbakan Erdoğan’a karşı yer yer sert bir üslubun kullanıldığı gözleniyor. Hocaefendi ilk defa Türkiye Başbakanı’na ‘arkadaş’ ifadesini kullandı. Ayrıca demokrasi bahsinde Erdoğan’ın meşhur ‘...demokrasi araçtır’ ifadesine referans veriyor. O bölümde şunu söylüyor ‘...Demokrasi geri dönüşü olmayan bir vetiredir dediğimde bugün aleyhte yazıp çizenler o zaman da kıyamet kopardılar. Ne demek, Müslümanlıkla demokrasinin ne alakası var. Sonra daha ötesini söylediler kendileri.’- Yolsuzluk var: Yolsuzluk konusunda Gülen’in net bir duruşunun olduğu anlaşılıyor. Kırmızı ışık metaforu bu konuda önemli bir bilgiye işaret ediyor. Bu bağlamda operasyonları yapanlara dolaylı olarak sahip çıkıp ‘kanun neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar’ diyor.- Danışmanlar meselesi: Mabeyni Hümayun ifadesiyle Başbakan’ın danışmanları ve yakın kadronun kastedildiği anlaşılıyor. Türkiye’de bir süredir tartışılan danışmanların sosyal medya üzerinden verdikleri mesajlar konusu Gülen’in de gündeminde yer alıyor.- Kapı tamamen kapatılmamış: Söyleşinin sonunda ‘gerekirse sükût ederiz’ açıklaması. Galiba en önemli kısımlardan biri. Fethullah Gülen, tüm yaşananlara rağmen kapıyı tamamen kapatmayıp, sulhu istediğini söylüyor. Tüm bunlara rağmen hizmetin yok sayma tavrını terk edip, gerçekle yüzleşme, özgürlükler ve iktidar mücadelesi konularında daha fazla özeleştiri vermesi gerekiyor.Not: Bir önceki yazıda Leyla Zana’nın doğum tarihi sehven 1971 olarak çıkmıştır. Doğrusu 1961 olacaktır...
Leyla Zana 3 Mayıs 1961’de Silvan’ın Bahçe Köyü’nde doğdu. On dört yaşında gelin oldu. On beş yaşında anne oldu. 11 Aralık 1977 yerel seçimlerinde eşi Mehdi Zana Diyarbakır Belediye Başkanı seçildi. Darbe günlerinde kucağında iki çocuğuyla eşini cezaevi kapılarında bekledi.Otuz yaşında SHP’den milletvekili oldu. Türkiye onu 6 Kasım 1991’deki yemin gecesinde tanıdı. ‘Bu yemini Türk ve Kürt kardeşliği adına okudum’ sözünü Kürtçe söylediği için ülkede küçük çaplı deprem oldu. 2 Mart 1994’te TBMM’den beyaz bir ‘Toros’a bindirilip Ulucanlar Cezaevi’ne götürüldü.Ulucanlar Cezaevi’nde tam on yıl yattı. Cezaevi süreci Zana’nın hayatında milat oldu. Siyasetçi girdiği cezaevinden bilge biri olarak çıktı. 9 Haziran 2004’te tahliye edildiğinde henüz kırk üç yaşındaydı. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Önce DTP denemesi, parti içi tartışmalar derken 2011 yeniden vekil oldu.Leyla Zana: Sorunu Erdoğan çözer...PKK 2012’yi final yılı ilan edip, ‘Devrimci Halk Savaşı’ çağrısı yaptığında Leyla Zana, ‘Kürtler en büyük devrimini zaten yaptı, biz halk savaşını Türklere karşı mı vereceğiz’ diyerek bu konsepte karşı çıktı. Asıl itirazını 14 Haziran 2012’de Hürriyet’teki söyleşisinde yaptı. Leyla Zana’nın bu çıkışı çözüm sürecinin ilk adımı oldu. Tabutların geldiği bir ortamda ‘sorunu Erdoğan çözer’ demek cesaret istiyordu. Başbakan’la yaptığı görüşme umutların tükendiği zamanda çözümü yükselten bir girişim oldu. Aykırı açıklamaları ve Başbakan’la teması BDP çevrelerinden eleştiri aldı.Erdoğan-Barzani buluşması ve ZanaBenzer eleştiriler siyasi hayatı boyunca hep yapıldı. Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani’nin Diyarbakır ziyareti sırasında tarihe geçen arka kapı diplomasisi yürüttü. BDP ile hükümet arasında buzların erimesine ve Başbakan’ın ilk defa belediyeyi ziyaretine zemin hazırladı. Zana’nın yürüttüğü temaslar pozitif havanın kitleselleşmesini sağladı.Yukarıda özetlemeye çalıştığımız anlatı dahi başlı başına Zana’nın İmralı’da Abdullah Öcalan ziyaretini tarihi kılmaya yetiyor. Bunun yanında yirmi yıl sonra iki güçlü ismin buluşması doğal olarak önemlidir.Başbakan onay verdi...Leyla Zana’nın görüşme talebi Sadullah Ergin dönemine dayanıyor. O dönemde Adalet Bakanlığı’nda yapılan görüşmede Zana’nın adaya gitmesi yolunda prensip kararı verilmişti. Ancak Gezi olayları ve daha sonra yaşanan cemaat tartışması ziyareti geciktirmişti. Adalet Bakanlığı’nın BDP’yle yürüttüğü diplomasi sonucu Bakan Bekir Bozdağ konuyu Başbakan Erdoğan’a iletti ve onun onayı ile Zana ilk defa İmralı Adası’na gitti. Detayları henüz açıklanmasa da tarihi bir görüşme olduğu biliniyor.Leyla Zana’nın Öcalan ziyareti neden tarihidir...1. Çok samimi ve duygusal bir ortamda gerçekleşen görüşmenin gündemini Suriye ve Rojava konusu oluşturdu. Bahsedildiği gibi Öcalan’la Zana arasında bir kan davası olmadığı anlaşıldı.2. ‘Leyla Zana, BDP’den ayrıdır’ iddiaları çöktü. Seçim sonrasında yapılacak kongre için sembolik mesaj verildi.3. Barzani’nin selamını Öcalan’a götürerek, Öcalan ile Barzani arasında var olduğu söylenen gerilimin düşmesini sağladı. Zana, BDP ile KDP ve hükümetle KDP arasında arabulucu işlevi gördü.4. PKK ile KDP arasında yaşanan tartışmalar ve durumun vahameti birinci elden Öcalan’a iletildi.5. Rojava’nın statüsüyle ilgili PKK ile KDP arasında yaşanan rekabette gerilimin düşmesi için zemin hazırlandı.6. Hükümet, Zana’nın ziyaretine onay vererek kararlılığını gösterirken, sürecin müzakereye evrilmesi hususunda önemli bir adım daha atıldı.7. Zana’nın ziyareti unutulan sürecin yeniden hatırlanmasını ve umutların tazelenmesini sağladı.8. Zana’nın Başbakan’dan sonra Öcalan’la da görüşmesi son iki yılda yapılan eleştirilerin anlamsız olduğunu gösterdi.9. PKK ile KDP arasındaki sorun nedeniyle ertelenen Kürt Ulusal Konferansı’nın yapılması bağlamında ortaklaşma sağlandı.
Ecevit Hükümetinin yıkılmasına yol açan TÜSİAD ilanı 13 Mayıs 1979’da yayınlandı. Büyük sermaye, Ecevit’e savaş açmıştı. İlanlara Başbakan Ecevit’in tepkisi sert oldu.TÜSİAD’ın düğmeye basmasıyla başlayan süreç Ekim’de hükümetin istifasıyla son buldu. Sonrasını biliyorsunuz. Önce Demirel azınlık hükümet kurdu. 24 Ocak kararları çıkartıldı. Şartlar olgunlaşınca da darbe oldu.İşadamlarının hükümeti yabancılara haksız yere jurnal ettiklerini belirten Başbakan Bülent Ecevit, konuyla ilgili şunları söyledi: ‘Bazı büyük işadamları bir yandan milyonlar dökerek, gazetelere ilan veriyorlar, reklam veriyorlar, bir yandan da hükümetin ekonomi politikasına verip veriştiriyorlar. Ne zaman diyorsun? Tam Ankara’da İMF temsilcileriyle görüşürken, hükümeti arkadan bıçaklıyorlar’Bugünlerde olduğu gibi ‘zamanlama manidar’ diyen Bülent Ecevit TÜSİAD’ı halka şikayet etti. Ancak gazete yayınları ve işadamlarının askerle kurdukları ittifak, hükümetin tasfiyesine zemin hazırladı.Ecevit: İşadamlarının muhtırasıyla hükümet düşmez!Ecevit yurt gezisi için gittiği Gönen’de işadamı örgütlerini topa tuttu ve şunları söyledi: ‘Akılları sıra bu hükümet gitsin diyorlar. Bu devlet işadamlarının muhtırasuyla hükümet düşürmez. Bu ülkede ancak halkın dediği olur, halkı sömürenlerin değil.’Başbakan Ecevit, içimizden de engellensek, dışımızdan da engellensek nasıl 1920’lerin siyasal kurtuluş savaşını kazandıysak, bugünkü iktisadi kurtuluş savaşını da kazanacağız, diyordu. Bugünkü tartışmalara ne kadar benziyor değil mi?TÜSİAD: ANAP+DYP hükümeti istedi...TÜSİAD, Ecevit hükümetini düşürdükten sonra ülkenin üzerinden tank geçti. Kenan Evren’den esirgenen eleştiriler en sert haliyle Özal ve Demirel’e yapıldı. 24 Aralık 1995 seçimleri sonrası TÜSİAD bu defa hükümet kurma arayışlarına girdi. RP’ye varoluşsal olarak karşıydı. Seçimlerden sonra gazetelere ilan verdi ve DYP-ANAP koalisyonu kurulmasını istedi. TÜSİAD’ın tavsiyesiyle kurulan ANAYOL hükümeti dört ay sonra yolsuzluk iddiasıyla düştü.28 Şubat sürecinde TOBB, TESK, DİSK, TÜRK-İŞ, TİSK’ten oluşan beşli yapının içinde olmadı. Ancak İshak Alaton’un sıklıkla ifade ettiği gibi başta Bülent Tanör konusu olmak üzere TÜSİAD 28 Şubat sürecinde demokrasinin ve siyasetin yanında değil, askerin yanında durdu.On yıl sonrasını görüyoruz!Patronların tarihe geçen demeçlerinden biri de iki bin yılında DSP+MHP+ANAP kaolisyon hükümeti sırasında yaşandı. TÜSİAD ‘ekonomi harika gidiyor, on yıl sonrayı görüyoruz’ derken on gün sonra ülke tarihinin en büyük ekonomik krizi patladı.Başbakan Erdoğan ile TÜSİAD arasındaki ilk tartışma 2009 ekonomik krizi sırasında yaşandı. 2001’de ‘herşey harika olacak’ diyen TÜSİAD bu defa ‘herşey kötü olacak’ demeye başladı. Dönem başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Başbakan Erdoğan’ın ‘kriz teğet geçecek’ açıklamalarına sert cevaplar verdi. Ekonomik kriz ülkeyi teğet geçti ama Arzuhan Doğan Yalçındağ başkanlık görevini bırakmak durumunda kaldı.Anayasa referandumu ve TÜSİADErdoğan’la TÜSİAD arasındaki tartışmalar bununla da kalmadı. En sert tartışmalardan biri de 12 Eylül 2010 refarandumunda yaşandı. Bu defa TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’di. Boyner, her ne kadar biz Anayasa’ya ilkesel bakıyoruz dese de kamuoyu algısı öyle değildi.Sınıfının politik duruşu gereği özgürlüklerden ve demokrasiden yana olması gereken TÜSİAD, daha çok muktedirlerin yanında durdu. Tarihe iktidarları değiştiren kulüp olarak geçti.İrtica konusunda demeçler veren patronlar, Aleviler, Kürtler ve özgürlükler konusunda sustu. Kimi zaman ‘politik duruşumuz olamaz, biz bir sivil kuruluşuz’ dedi, kimi zaman iktidarları tayin etti.İktidarları ve toplumu cesaretlendirmek yerine sürekli negatif bir dil kullandı. Ancak zamanın ruhu değişti. Artık iktidarları TÜSİAD değil, halk tayin ediyor...
Adana’da durdurulan TIR’lar, unutulan bir konunun yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Hatay/Kırıkhan’daki TIR ve Adana’da aranan otobüslerden sonra yirmi gün içinde yaşanan bu üçüncü kriz. Olayla ilgili çok soru var. Fakat sorulması gereken asıl soru, ‘bütün bunların amacı nedir ve aslında ne yapılmak isteniyor?’Sorun, TIR olayını aşmış görünüyor. Olayın boyutlarına ve taraflarına bakıldığında devlet içinde bir ‘gölge boksu’ yaşanıyor. Güvenlik bürokrasisinin içinde süren ‘kuralsız mücadele’ hız kesmeden devam ediyor. Bir anlamda doksanlara dönüşün işaretleri var.Devlet içinde bir ‘istihbarat savaşı’ yaşanıyor. Ortak akıl devreye girmez ve kurumlararası koordinasyon sağlanmazsa benzer sorunlar devam edecek.İhbar eden kim?Araçların Ankara’dan gece yola çıktığı ve jandarmaya sabah 07.15’te ihbar geldiği iddia ediliyor. Hatay’da da ihbar bilerek jandarmaya yapılmıştı. Tabii bütün bunlar iddia. Burada iki temel soru var. Birincisi, araçları kimin ihbar ettiği. İkincisi ise ihbarın nereden yapıldığı. Bu iki sorunun cevabı bulunduğunda olayın üzerindeki şal kalkmış olacak.Krizin detayları devletin bilgi işleminde var. Ancak şimdilik toplumla paylaşılmıyor. Bununla birlikte konunun ayrıntılarına bakıldığında operasyonun ‘profesyonel bir el’ tarafından yürütüldüğü anlaşılıyor. Galiba önümüzdeki günlerde mesele epey aydınlanacak.Konunun polisiye boyutuna dair detaylar yazıldı. Ancak karanlıkta kalan çok boyut var. Vali’nin, MİT Bölge Başkanı’nın, Jandarma’nın haberinin olmadığı bir olaydan bahsediyoruz. Olay böyle olunca doğal olarak birçok şayia ortalıkta dolaşıyor.Jandarma üzerinden savaş...TIR meselesinin arka planında emniyet/yargı/MİT arasında yaşanan mücadelede jandarmayı taraf yapma arayışı var. Bir anlamda taraflar jandarma üzerinden bir istihbarat satrancı oynuyorlar.‘MİT’in içinde farklı gruplar var’ yakıştırması ise bir iddiadan ziyade Hakan Fidan yönetimindeki kurumu çatlatmayı ve operasyona açık hâle getirmeyi amaçlıyor. Hatta daha da ileri gidilerek, Sakine Cansız cinayeti de dâhil olmak üzere bu iddiaların MİT içinden sızdırıldığı öne sürülüyor. Bunların doğru olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz.Ancak bahse konu olan teşkilat, gelenekleri olan bir kurum. Şimdiye kadar güçlü durmasını, bütün zamanlarda siyasetin dışında kalmasına borçlu. TIR meselesi, 7 Şubat’ta yarım kalan hesabın kapatılmasına yönelik bir operasyon ve algı yönetimine dayanıyor. Hedefinde Tayyip Erdoğan var...Koordinasyon sorunu...İstihbarat savaşlarına ilave olarak izaha muhtaç ciddi sorular var. En büyük problem koordinasyon konusunda yaşanıyor. Bu konuda güvenlik bürokrasisinde ciddi bir arayış olduğu belirtiliyor. Son yirmi günde yaşananlardan herkes gerekli dersi çıkarmış durumda.Krizin ana fikrini ‘koordinasyon eksikliği ve güven sorunu’ oluşturuyor. MİT Emniyet’e, Emniyet Jandarma’ya güvenmiyor. Durum böyle olunca kriz daha da derinleşiyor. Koordinasyon sorunu çözüldüğünde galiba pek çok sorun kendiliğinden çözülmüş olacak.