Yarınki Türkiye nasıl olacak? Aktüel tartışmaları bir kenara bırakıp bu soruya cevap aramak gerekiyor. Mustafa Çalık, Türkiye Günlüğü Dergisi’nin 2004 yılındaki sayısında ‘Yarınki Türkiye, yarınki Orta Doğu, yarınki Avrasya ve hatta kısmen yarınki dünya demektir’ şeklinde enfes bir cevap veriyor. ‘Kaos, kargaşa, kıskaç var ama umut da var. Her ne olursa olsun buraya inanıyor ve burası için hayal kuruyoruz’ diyen Çalık, ülkenin yaşadığı sıkıntıları yarınki Türkiye’nin doğum sancıları olarak görüyor.Yarınki Türkiye, geçmişin makus talihini yenecek mi, yoksa ömür tüketen anlamsızlıklarla uğraşmaya devam mı edecek? Bunu zaman gösterecek. Ancak aynı sayıda Mahir Kaynak ‘Coğrafi olarak sınırda, sosyolojik olarak temas noktasında, tarihi ve kültürel olarak merkezde bulunan ülkemiz çözümün uygulama yeri olacaktır’ çarpıcı betimlemesiyle gelecek hakkında özgüvenli bir perspektif sunuyor.‘Uç beyliğinden merkezi devlete’İlber Ortaylı, ‘tarih sosyolojinin labortuvarıdır’ der. Her türlü engellemeye ve soruna rağmen Türkiye’nin geleceği, geçmişinde saklı. Beş bin yıllık bir devlet geleneğine yaslanan ve üçüncü Roma olarak nitelenen Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bölgesel güç olma yolunda ilerliyor.Sorunlarımız yok mu, tabii ki var. Ancak gerçekçi olmak ve kendimize karşı insaflı tenkidler yapmak lazım. Cumhurbaşkanı Turgut Özal 1992-1993 eğitim öğretim yılının açılışında Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi’nde şunları söylüyor:“1950 senesinde Teknik Üniversiteden mezun oldum. İstanbul-Ankara arasında demiryolu dışında başka bir yol yoktu. Bugünkü karayolu mevcut değildi. 1953 senesinde asfalt yol sadece Hatay’da vardı. Onu da Fransızlar yapmıştı. Bir şehirden diğerine toz içinde gidilirdi. Ülkede karayollarının yapılışı 1950 ile başlar.1923-1950 yılları arasında ülkede üç baraj yapılmıştır. Aslında bugünkü ölçülerde barajda değillerdir. Biri Ankara Çubuk bendi, diğeri Porsuk çayı üzerine yapılan bir bend, diğer ise Niğde’de yapılan bir barajdır. On yıllık DP döneminde yapılan toplam baraj sayısı altıdır. 1992’de baraj sayısı yüzü geçmiştir.”2014 yılı rakamlarına göre, halihazırda 203’ü büyük çaplı olmak üzere toplam 503 adet baraj vardır.Türkiye ‘Augustus eşiği’ni aşabilir mi?H. Münkler, ‘İmparatorluklar’ kitabında Roma’nın küresel bir güç haline gelmesini ‘Augustus eşiği’ denen stratejik eşiği geçip ‘siyasi-askeri-mali’ reformları yapmasına bağlar. Türkiye’nin de artık zaman kaybetmeden cumhuriyeti demokratikleştirmesi, devlet reformunu başarması ve kendi ‘Augustus Eşiğini’ aşması gerekiyor.Türkiye, Roma’dan aldığı pragmatizm ve denge oyunuyla zaman zaman sorunlarını çözmeyi değil, yönetmeyi arzuluyor. Devlet aklı, ‘bekle gör staretjisiyle’ kendisi için en uygun zaman ve hamleyi arıyor. Mevcudu muhafazayı, maceracı arayışlara tercih ediyor. Ancak artık tarih ve coğrafya makas değiştirirken devlet aklı da dönüşüyor.Yarınki Türkiye, bölgenin, Ortadoğu’nun ve Avrasya’nın geleceğini yeniden şekillendireceği için daha fazla demokrasiye ve entellektüel akla ihtiyaç duymaktadır. Tarih ve jeopolitik, demokratik dönüşümünü gerçekleştirdiği takdirde Türkiye’ye sonsuz ufuklar açıyor.Yarınki Türkiye, daha güçlü, daha demokratik ve daha aydınlık bir Türkiye’dir!
Diyarbakır’da çok miting gördüm. BDP’nin mahşeri kalabalıklarını, Newroz’da milyonları izledim. Erdoğan’ın 2007 seçimi öncesi mitingine tanıklık ettim. Hiçbiri böylesine duygusal bir ortamda olmamıştı. Meydanda ağlayan insanlar vardı. Kürtler, 17 Aralık sürecinde Tayyip Erdoğan’ın yanında durduklarını bir kez daha gösterdiler. AK Parti’nin en kalabalık Diyarbakır mitingi oldu.Başbakan Erdoğan’ın sesinin çıkmadığı haberi kendisinden önce tarihi İstasyon Meydanı’na geldi. Diyarbakır’da da sesi kısılmış hâlde konuştu. Sanırım sesinin kısılması ve verdiği insanüstü mücadele milletin vicdanında simgesel bir yer edinecek. Son yapılanlar duygusal olarak milleti Erdoğan’ı yanında konumlandırdı.Konuşmasından sonra Ruşen Çakır’la Başbakan’la ayaküstü bir sohbetimiz oldu. Erdoğan’ın sesi kısık olsa da kendinden ve yaptığından emin bir hâli vardı. Erdoğan tek başına savaşıyor ve asla pes etmiyor.Bahar gelmiş Diyarbakır’a...Diyarbakır’da Erdoğan’ın konuşması çözüm süreci heyecanı içinde yapıldı. Sokaklarda insanlar Erdoğan’ın ne konuşacağından çok barış sürecini konuşuyorlardı. Halk son bir yılda sağlanan huzur ortamını vurguluyor ve sürecin devam etmesi gerektiğini söylüyor.İstasyon meydanındaki miting bir anlamda geçen yıl birincisi, bu yıl ikincisi yapılan barış Newrozları coşkusu içinde gerçekleşti. Bölgede sağlanan huzur ve güven ortamı hayatı normalleştiriyor. Tam anlamıyla Diyarbakır’da ve bölgede bahar yaşanıyor.Bölgede seçim AK Parti ile BDP arasında geçiyor. Ancak insanlar seçimi değil, Gülen-hükümet mücadelesini daha fazla takip ediyor.Kürt sorununu çözebilir mi?Erdoğan’ın çözüm sürecinin kendisine sağladığı avantajın farkında olup olmadığı çok soruluyor. Diyarbakır’ın da asıl gündemi Başbakan’ın sürecin arkasında durup duramayacağıydı. Bu soruya, durulan yere göre verilen farklı cevaplar var. Ancak Erdoğan’ın İzmir’de, Karabük’te Hatay’da ve gittiği her yerde çözüm sürecinden bahsetmesi bu meseleyi kendisi için varoluşsal bir mesele olarak gördüğünü ortaya koyuyor.Erdoğan’ın yüz yıllık sorundan bin yıllık kardeşliğe erişecek barış sürecini başlatması ona uluslararası bir özgül ağırlık kazandırıyor. Bir anlamda Erdoğan’ın politik ömrünü uzatıyor. Çözüm süreci bir anlamda Erdoğan ve hükümeti için stratejik bir karta dönüşmüş durumda.Kürtler kime oy verecek?Bölgede çözüm sürecinin etkisiyle AK Parti’nin oyları yükselecek ancak belediye sayısı düşecek. Görünen o ki bölgede Kürtler kimliklerine bu seçimde de oy vermeye devam edecekken batıda AK Parti’yi destekleyecekler. Bir anlamda AK Parti, Kürtlerin ikinci partisi konumunda.BDP bölgede seçimlerin favorisi. Ancak BDP’nin yerel yönetim paradigmasını değiştirmesi ve yeni bir yerel yönetim vizyonu ortaya koyması gerekiyor. BDP’nin Diyarbakır Belediye Başkan adayı Fırat Anlı ve Gültan Kışanak’la telefonda konuştuk. Seçim çalışmaları için Fırat, Ergani ve Çüngüş’teydi. Kışanak ise Silvan’daydı. BDP bu seçimi özyönetim seçimi olarak görüyor.
Gülen hareketiyle işbirliği yaptıkları iddiasını reddeden MHP lideri “Bir işbirliğimiz yoktur. Eski söylediklerimizin alayının arkasındayız” dedi.MHP lideri Devlet Bahçeli’ye memleketi Osmaniye’de gündeme dair sorular sorduk. Toprakkale, Kadirli, Bahçe ve Düziçi mitinglerini izledim. Bahçeli esprili bir üslupla hükümete eleştirilerini sıralarken, kitlenin Başbakan Erdoğan’ı yuhalamasına izin vermiyor. Kadirli’de ‘hırsız Tayyip’ sloganlarına sert tepki verirken, ‘başkalarının sloganını kullanmayın, buna mahkeme karar versin’ dedi. MHP, Doğu Akdeniz’de sürprize hazırlanıyor.- Anketlerde MHP’nin bu seçimlerin sürpriz partisi olacağı söyleniyor, doğru mu?Biz uzun zamandır seçim çalışmalarımızı devam ediyoruz. Yeni bir strateji belirledik. Mitingler düzenlemek yerine ilçelerde toplantılar düzenliyoruz. Hangi partiden olursa olsun tüm vatandaşlarımızla toplantılar düzenliyoruz. Halk yollara çıkıyor ve bize teveccühünü gösteriyor. Heyetler hâlinde insanlar yollara dizilip bize olan muhabbetlerini gösteriyor. Geçmiş dönemlerle mukayese edildiğinde bir canlılık ve yöneliş görüyoruz.- Bu ilgiyi MHP’nin merkeze açılma stratejisi olarak görüyor musunuz?Bizimle ilgili eskiden beri bir yanlış anlama var. MHP siyasi yelpazenin sağında veya solunda ya da uçlarında değildir. Bizim merkez algılamamız, toplumun temel değerlerine odaklanıyoruz. Merkeze açılma yaklaşımı içinde değiliz ama aynı zamanda merkezin de partisi değiliz.- ‘Okyanus ötesi’ kavramını ilk kullanan kişi sizsiniz, bugünlerde Başbakan Erdoğan ‘devlet içinde devlet’ kavramını kullanıyor.Siyasi iktidarın on yılı aşkın uygulamaları sırasında Fethullah Gülen hareketiyle birbirlerini ve çok yakın politikaları benimsedikleri biliniyor. Uygulamalarda da birbirlerine yardımcı oldukların görüyoruz. Şimdi bu birlikteliğin neden son bulduğu ve mücadelenin nereye varacağı hakkında bir yorum yapmak istemiyoruz. Biz aralarına girmeyeceğiz. Ancak gelişmeleri yakından takip ediyoruz.- Peki bu yapı devlet için bir tehdit oluşturuyor mu?Biliyorsunuz bütün bunlar 17 Aralık’tan sonra çıktı...- Neden 17 Aralık sonrasında çıktı acaba?Dediğim gibi biz Başbakan Erdoğan ile Fethullah Gülen arasına kesinlikle girmeyeceğiz. Bizim daha önce Hem Fethullah Gülen hareketine hem AKP’ye karşı kamuoyuna açıkladığımız görüşlerimiz oldu. Sayın Başbakan’ın söylediği gibi Fethullah Gülen hareketiyle bir işbirliğimiz yoktur ve onlar hakkında görüşlerimiz aynıdır. Fethullah Gülen hareketi hakkında eski söylediklerimizin alayının arkasındayız.- Cumhurbaşkanlığı için sözünüzün ardında mısınız?Bu şans kaybolmuştur diye düşünüyorum. Bu şansın olabilmesi için yolsuzlukla mücadelede önemli adımlar atması, arkasından da kendisinin iddia ettiği şekilde sonuçlanırsa o zaman yeniden bir aklanma sürecini başlatmış olur. O vakit ancak siyaseti şu şekil yönteceğim dediği zaman bu talebi makul karşılayan çevreler olabilir. Ama bizim şu an için söylediğimiz, Sayın Erdoğan’ın siyasi ömrü tükenmiştir. Zorlamasına gerek yoktur. Siyasetinde bir zaman aralığına ihtiyacı vardır.Kürt vatandaşlar ile PKK ayrımıBahçeli, Kürt bahsinde, Kürt vatandaşlarımızla PKK ayrımının altını kalın çizgiyle çiziyor. “Son günlerde konuşmalarınızda bin yıllık kardeşlikten bahsediyorsunuz” diye hatırlatmamız özerine, Bahçeli şunları söyledi:“Biz Kürt kökenli vatandaşlarmız ile bölücü terör örgütünü aynı mütalaa etmiyoruz ve aynı çatı altında da görmek istemiyoruz. Ancak bugünlerde kamuoyu ve basına yansımış şekliyle İmralı’daki cani, kalkmış biz bağımısz hareketiz, bağımsız Kürdistan’a doğru programımız var ona devam ediyoruz diyor. Böyle bir ayrışmayı Türkiye’deki Kürt kökenli kardeşlerimiz düşünebiliyorlar mı? Onlara sormak lazım.”‘Türkmenlere yardım yapılıyorsa’- Suriye’ye giden TIR’ların durdurlumasını nasıl değerlendiriyorsunuz?Suriye’deki gelişmeler esnasında siyasi iktidarın uyguladığı politikalar ve yöntemler bir çatallaşmaya gitmiştir. Bunlar arasında Esad yönetimine karşı muhalefeti yönlendirmek, sahiplenmek ve destek vermek gibi bir durum var.Bir de bu arada Suriye’de yaşayan Suriyeli Türkmenler var. Suriye’deki Türkmenler zaman içinde taraflardan birinin yanında yer almadılar. Dışarıda kaldılar, yalnızlığa terk edildiler. Her türlü imkândan uzak kaldılar. İki taraftan da tehdit almaya başladılar. Böyle bir durum karşısında zannederim Türkiye’nin Suriyeli Türkmenlere karşı sahiplenme tutumunun asli görevi olması lazım. Eğer bu amaca yönelik burada kardeşlerimize gıda, giyim, silahlanma açısından yardım yapılıyorsa bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin komşuluk hukukunun dışında soydaşlarımızı sahiplenmesi hâlidir.
Yerel seçimlere dört gün kaldı. Bir yanda ‘Erdoğan karşıtlığı’ paydasında birleşmiş cephe, diğer tarafta Tayyip Erdoğan var. Aslında bu filmi 2007 seçimlerinden bu yana izliyoruz. Hepsinin de sonucu belli. Ancak yaşlı kurtlar maske değiştirerek şanslarını yeniden denemek istiyorlar.Geçmişten farklı olarak bu kez Gülen hareketinin cepheye eklenmesiyle ilginç bir tablo ortaya çıktı. Hakkını teslim etmek lazım, Gülen hareketinin sert muhalefeti AK Parti’nin kimyasını bozuyor.Gülen hareketi muhalefetten etkin çalışıyor...Gülen, geçmişte Erdoğan için kullandığı gücünü bu defa muhalefet için kullanıyor. Başta yaygın medyası olmak üzere örgütlü gücünü kullanarak hükümete öldürücü hamleler yapıyor. Nasıl bir sonuç alacağını seçimde göreceğiz ancak AK Parti’nin sinirini bozduğu açık.Yalnız, burada gözden kaçan bir durum var. Gülen hareketi ile hükümet arasındaki kavga, bir anlamda hayatında hiç kavga etmemiş mülayim ama aynı zamanda hileci mahalle delikanlısıyla, hayatı mücadelelerle geçmiş bıçkın delikanlının kavgasına benziyor. Kavga pratiği zayıf delikanlı, kavganın başında silahını çekip, bıçkın delikanlının kafasına ateş etti. Ancak rakibini öldüremedi. Şimdi hamle sırası bıçkın delikanlıda ve rakibini tenhada yakaladığında ona üstünlüğünü yeniden kabul ettirecek.Kavganın raconunu bilmeyen ve ilk anda silahına davranan delikanlı karşı mahallenin gazına gelerek saldırılarına devam ediyor. Aslında o da birebirde rakibini yenemeyeceğini biliyor ancak mermi de silahtan çıktı. Geri dönse gururu incinecek, dönmese yenilecek. Törede olduğu gibi ak sakallıların araya girip onları barıştırmasını istiyor.Cephe siyaseti kimin işine yarar?Tayyip Bey, referanduma dönen cephe seçimlerinin tümünü kazandı. Seçimin güvenoyuna dönüşmesi, sonucu belli bir yarış anlamına geliyor. Çünkü Erdoğan’ın politik kariyeri kavga üzerine kurulu. Onu belediye başkanı yapan da, Başbakan yapan da girdiği kavgalar. Her kavgadan büyüyerek ve daha büyük özgüvenle çıktı.Bunun en çarpıcı örneği 2009 yerel seçimlerinden sonra yaşandı. 2009’da oyları sekiz puan düşen Erdoğan, anayasa referandumunda verdiği cephe mücadelesiyle bir yıl sonra yapılan seçimde oyunu yüzde elliye çıkardı. Normal şartlar altında 17 Aralık süreci yaşanmasa Erdoğan’ın oyları bir kez daha düşecekti. Fakat 17 Aralık süreci muhafazakâr tabanında yeni bir tetiklemeye sebep oldu.Tapulu arazi el değiştirdi!17 Aralık tetiklemesinin nasıl bir depreme yol açacağını yakında göreceğiz. Fakat serinkanlı bir çıkarsamayla meseleyi netleştirebiliriz. Muhafazakâr sağda Erdoğan’ın alternatifinin olmaması onu rakipsiz kılıyor. Sadece 1995 seçimlerine bakıp bu durumu anlayabiliriz. 1995’te ANAP, DYP, RP arasında eşit biçimde paylaşılan sağ oyların bugün Erdoğan’dan başka gidecek adresi yok.Süleyman Demirel, 12 Eylül darbesi sonrası Turgut Özal’ın AP tabanına yönelik siyaset yapması üzerine ‘tapulu arazime gecekondu yaptırmam’ demişti. Demirel sözünün arkasında durdu ve ANAP’ı tasfiye etti. Artık devir değişti, köprünün altından çok sular aktı ve tapu Erdoğan’a geçti.Son tahlilde insanlar sandığa gittiğinde şunu soracak: ‘Tamam, Erdoğan gitsin, peki kim gelsin?’
Ben twitter’ı etkin kullanmıyorum. Daha çok yazılarımı paylaşmak için tercih ediyorum. Ayrıca twitter’ın faydalı olduğuna da inanmıyorum. Twitter’le birlikte okuma saatlerim azaldı, kitap projelerim gecikti, aileme ve dostlarıma ayırdığım zaman azaldı. Yani kişisel olarak twitter’la aram hoş değil.Ancak bu benim kişisel tercihim. Daha ileri birşey söyleyeyim akıllı telefonların ve sosyal medyanın insanlık için faydalı olduğunu düşünmüyorum. Belki ben konvansiyonel dönemin insanı ve eski kafalıyım. Ancak şunu da görüyorum. İletişim ve teknoloji devrimi yeni bir birey ve sosyoloji yarattı. Bunu yok saymak mümkün değil.Seçimlerin seçimine gidiliyor!Türkiye tarihinin en önemli yol ayrımına girdi. 30 Mart’ta yeni bir kurucu irade ortaya çıkacak. Gerilimli bir seçim kampanyası yaşanıyor. Kutuplaşma had safhada. Kasetler üzerinden siyaset dizayn edilmek isteniyor. Bütün bunlar toplumun gözü önünde oluyor.Bazı kesimlerin öngörülerinin aksine halk, siyasete müdahaleye tepki gösteriyor. Araştırmalar bu tür mühendisliklerin kabul görmediğini ortaya koyuyor.Yani seçimin sonucu aslında belli. Uzmanları bugünden yarına radikal değişiklikler beklemiyor. Özetle herşey hükümetin istediği gibi ilerliyor.Mesele twitter değil...Bunların yanında ayrıca hükümetin otoriterleştiği, demokrasiden ayrıldığı, reformlardan vazgeçtiği, devletin dilini kullanmaya başladığı gibi büyük bir psikolojik kampanya yürütülüyor. Bunlara karşı Erdoğan kişisel karizmasını sahaya sürerek büyük bir mücadele veriyor.Bu manzara karşısında twitter’ı engellemek kime fayda sağlar. Yalçın Akdoğan bilgilendirici bir açıklama yaptı ve meselenin siyasi değil, hukuki olduğunu belirtti. Akdoğan şunları söyledi:“Twitter kökten tamamen kapatılmış gibi takdim edilirse bu yanlış olur. Burada vatandaşlarımızın şikayetleri üzerine dava konusu olmuş meseleler var, mahkeme kararları var. Bunlar hükümete dönük, siyasi içerikli konular değil doğrudan kişi hakları ile ilgili konular. Facebook’a mahkeme kararı gittiği zaman Facebook o mahsurlu olan içeriği çıkarıyor. Ama Twitter çıkarmıyor. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni de, hukukunu da tanımam’ diyor.”Keşke bu açıklamayı daha önce Ulaştırma Bakanı veya diğer yetkililer yapsaydı. Başbakan Erdoğan’ın twitter hakkında konuştuğu günün akşamı twitter’a kapatmak ancak AK Partinin rakiplerinin isteyebileceği bir yasak.‘Twitter değil, TİB Kapatılmalı’Velev ki twitter mahkeme kararıyla kapatıldı, yasaklara karşı olan bir hükümet neden TİB’in bu kararına itiraz etmez. Tamam belki bu sandığa yansımayacak ama ülkenin toplam algısı ne oldu. 30 Mart geçecek, hükümet ülkeyi yönetmeye devam edecek ve bu hatalar ona bedel ödetecek.Ayrıca twitter kapatılınca AK Parti taraftarları sisteme giremedi. Hükümet karşıtları yeni sistemler üzerinden twitlerini ikiye katlayarak eleştirilerine devam ettiler.Partinin içe kapanması ve ortak aklın kullanılmaması savrulmalara neden oluyor. Mehmet Barlas’ın dediği gibi bir yer kapatılacaksa Erdoğan imajına darbe vuran TİB olmalı. Yasaklarla mücadele ederek yeni bir tarih yazan lideri, yasakla özdeşleştirmek ona yapılacak en büyük kötülüktür.
Diyarbakır’da çok Newroz izledim. Yasak olduğu dönemlerde de, serbest olduğu zamanlarda da şehre geldim. Yasaklar kalktıkça bölgenin, Kürtlerin ve ülkenin normalleştiğini yaşayarak şahitlik ettim. Bölge doksanlı yıllarda büyük acılar çekti. Bugün yaşananlara isim vermek gerekirse gerçekten bir devrim yaşandı. Acı, kan ve göz yaşının sonucunda bugünlere gelindi. Bugünü anlamak için geçmişe bakmak yeterli. 1992 Nevruzunda yüzün üzerinde insan öldü. Cemil Bayık, pastoral manzara eşliğinde verdiği mesajda Öcalan’a nazaran sert tonda konuştu. Konuşmanın ana fikrinde Öcalan’ın serbestliği vardı. Bayık, Öcalan’ın elini güçlü tutmak için kısa vadede dilini yumuşatmayacağının işaretini verdi. Öcalan geçen yıla göre düşük tonda yazdığı mektubunda diyalogdan, müzakereye geçilmesi gerektiğini söylerken bin yıllık kardeşlik vurgusunu yeniledi.‘Barış savaştan zordur’‘Bütün ara yollar ve geçici biçimler artık miyadını doldurmuştur. Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Diyalog süreçleri bağlayıcılık içermez. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturamazlar. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz oldu’ dedi.Çözüm süreci devam edecek...2014 Nevroz’unun temel mesajı ‘çözüm sürecinin devam edeceği’ oldu. Öcalan, bazı kesimlerin beklediği ‘müzakereyi sonlandırma’ mesajını vermedi, hükümete diplomatik dille uyarılar yaparken diyalog sürecinin müzakereye evrilmesi gerektiğini ifade etti. Öcalan, ‘...barış savaştan daha zordur, ama her savaşın da mutlaka bir barışı vardır. ’ cümlesiyle sürecin arkasında duracağını gösterdi. ‘Türlü biçimlere bürünerek karşımıza çıkan uluslararası komplolara karşı yeterli dikkati göstermek tarihsel sorumluluğumuzdur. Sorumlu dil ve üslup bir çok ırkçı psikolojik harp metotlarını boşa çıkaracağı gibi büyük barışımızın da temel karakteri olacaktır’ sözleriyle cemaat hükümet mücadelesinin çözüm sürecine yönelik olduğunu ima etti. Öcalan geçen bir yılın değerlendirmesini yaptıktan sonra önümüzdeki dönemin de politik yol haritasını ortaya koydu.MEYDANDAN YÜKSELEN MESAJLAR...1. Geçmişe nazaran normalleşmenin yaşandığı bir Newroz oldu. 2. Politik dozajı görece daha düşük bir Newroz’a şahitlik ettik. 3. Öcalan’ın mesajının vurgusu ve coşkusu geçen yıla göre daha düşüktü. 4. Öcalan çözüm süreciyle ilgili bir kez daha ‘yetmez ama evet’ dedi. 5. Meydandaki pankartların ana mesajı ‘Ya Müzakere, Ya Savaş’tı. 6. BDP’nin 2014 gündeminin ‘Öcalan’a özgürlük’ olduğu belli oldu. 7. Süreç ilerledikçe sosyolojinin normalleştiği görüldü. 8. Güvenlik önlemleri oldukça hafiflemişti. 9. Eskiden Sikorskyler ve İHA’larla yapılan izlemeler bu yıl yoktu. 10. Öcalan’ın liderliği bir kez daha tescillendi. 11. PKK’nın yurt dışına çekilmesinden bahsedilmedi. 12. Politik Nevrozların yerini sosyolojik Nevrozlara bıraktığını şahitlik ettik. 13. Öcalan, çözümün ve dolayısıyla Erdoğan’ın yanında durduğunu örtülü biçimde ifade etti.
Türkiye yarın tarihi günlerinden birini daha yaşayacak. Nevroz alanında Abdullah Öcalan’ın yeni mesajı okunacak. Çözüm sürecinin Gezi Parkı ve 17 Aralık operasyonuyla geri plana itildiği ve soruların arttığı bir dönemde Öcalan’ın ikinci deklarasyonuyla süreçte yeni bir aşamaya geçilecek.3 Ocak 2013’te milletvekilleri ilk defa İmralı Adası’na gittiler. Ayla Akat ve Ahmet Türk’ün Öcalan ziyareti devletin çözüm stratejisindeki paradigma değişikliğini gösteriyordu. O ziyaret dâhil bugüne kadar tam on yedi ziyaret gerçekleşti.Müzakereler yeniden başladığında bu sürecin ‘Öcalan için liderlik, BDP ve PKK için sadakat, Erdoğan ve Hükümet için samimiyet testi’ olduğunu söylemiştim. Geçen bir yılda yaşanan türbülanslara rağmen süreç başarıyla ilerledi. Öcalan, PKK ve BDP üzerinde liderliğini gösterirken, BDP ve PKK da Öcalan’a bağlılığını teyit etti.Bir yılın sonunda Kürt siyaseti başarılı bir imtihan verdi. Hatta Gezi Parkı ve 17 Aralık sürecinde Hükümet’e can simidi attı.Süreç toplumsallaştı ve derinleşti...Özal’la başlayan ve tarihsel gelgitlerle ilerleyen müzakereler 25 yıldır sürüyor. Geçmişte devlet ve yöneticiler tarafından talep edilen çözüm İmralı süreciyle beraber toplumsallaştı. Artık mesele devletlu bir mesele olduğu kadar halkın sahiplendiği bir konu.Müzakerelerde ikinci perde açılıyor. Şimdi gözler Başbakan Erdoğan’da. Başbakan, Batman mitingi sonrası ‘(...)seçimlerden sonra sürecin kararlılıkla devam edeceğini’ söyledi. Son altı ayda yaşanan sorunlar karşısında Hükümet, çözümün değerini anladı. Çözüm süreci, Erdoğan’ın özgül ağırlığını ve Gülen’le mücadelesinin sonucunu tayin edecek stratejik bir karta dönüşmüş durumda. Sürecin geleceği 30 Mart’ta çıkacak sonuçlarla yakından ilgili. AK Parti de, BDP de seçim sonucuna göre yeni bir strateji belirleyecek. Hükümet beklediği sonuçları aldığında süreç level atlayarak yoluna devam edecek. Ancak başarısız bir sonuç ortaya çıktığında ise süreç yeniden yapılandırılacak.Öcalan yeni çağrı yapacak!Öcalan’ın mektubu dün sabah Hakan Fidan tarafından Sırrı Süreyya Önder’e teslim edildi. Öcalan’ın mektubunun içeriğini bilmiyoruz. Ancak önceki açıklamaları ışığında yarın ‘2013 Nevrozundaki çağrılarını yenileyeceğini ve çözüme daha fazla sahip çıkılması gerektiğini’ söyleyeceğini tahmin edebiliyoruz.Tabutların gelmemesinin toplumsal bir rahatlama yarattığı ve bu durumun sürece özgüven kazandırdığını söyleyecek olan Öcalan, BDP/PKK’ya, topluma ve Hükümet’e ayrı ayrı çağrılarda bulunacak. Öcalan, sürecin yasal altyapısının kurulmasını, yeni provokasyonlara karşı Hükümet’in hızlı hareket etmesini ve eylemsizlik ortamının devam etmesini isteyip Misakı Milli vurgusunu yenileyecek. Bir anlamda ‘evet ama yetmez’ diyecek.Öcalan mektubunda sürece dair bazı eleştirilerini sıralasa da KCK’nın aksine, müzakerelerin devamı için güçlü bir çağrı yapması bekleniyor. Alanda yarın başka sürprizler de yaşanabilir!Süreçte hangi adımlar atılacak?Seçimden sonra süreç yoluna kaldığı yerden devam edecek. Ankara planı doğrultusunda yeni adımlar gündeme gelecek. Bu adımların başında İmralı’ya akil insanların ve gazetecilerin gitmesi geliyor.Bunun yanında adadaki mahkûmların değiştirilmesi, cezaevi koşullarının iyileştirilmesi, avukatlarla görüşmelerin yeniden başlaması ve hepsinden önemlisi, Öcalan’ın müzakerelerin yasal çerçeveye kavuşturulması talebi olduğu biliniyor.
Temel tezi tekrarlamakta fayda var. İstihbaratçılar, Gülen hareketine sızdılar ve onu illegalize ettiler. Hareket, güvenlikçi paradigmanın tuzağına düştü. Önce masumiyetini sonra meşruiyetini kaybetti. Bu analize hareketin içine sızmış ‘geç kalmış Makyaveller’ itiraz edecekler. Çünkü onların meselesi Gülen’i savunmak değil, Erdoğan’ı devirmek.Bu aktörler dün de ‘biz yönetelim’ diyordu, bugün de aynısını diyorlar. Sadece aparat değiştirdiler.Basit düşünelim. Erdoğan bir partinin lideri ve siyasetçi. Sezgileri güçlü, yüzde elli oy almış bir liderin karşısına bir hocayı çıkarmak baştan mücadeleyi kaybetmek anlamına geliyor. Çünkü bu mücadele doğası gereği asimetrik bir mücadele.Parti lideri ile Hoca’nın mücadelesinin sonucunu görmek için teorik çözümlemelere gerek yok. Sadece kafanızı uzatıp sokağa baktığınızda toplumsal gerçekliği göreceksiniz. Mesele siyasi bir mesele hâline geldi ve çözümü de siyaset kurumunun alacağı karara bağlı.Gülen hareketi dokunulmazlığını kaybetti...Sözü uzatmaya hiç gerek yok. Bu mücadelenin sonucunda Erdoğan oy kaybedebilir, belki iktidarını da yitirebilir. Siyasetin doğası içinde bunlar yaşanabilecek sonuçlardır. Peki Gülen hareketi ne kaybedecek. En başta kırk yılda inşa ettiği güveni ve meşruiyeti kaybedecek ve kaybetti.Son dört ayda hareket dokunulmazlık zırhını çıkarmak zorunda kaldı. Tayyip Erdoğan’ı siyaseten tasfiye etse dahi sonrasında onu daha büyük bir cepheye karşı vereceği bir mücadele bekliyor.Gülen hareketi ilk büyük hatasını zayıf tarihselliğiyle yaptı. Türklerin devlet ve devletin bekası öncelikli bir millet olduğunu unutup, devlete operasyon yaptılar. İkinci temel yanlış 17 Aralık operasyonuyla hükümeti devirip yönetimi tayin edeceğini sanmak oldu. Üçüncü varoluşsal hata Abdullah Gül’ün Erdoğan’ı yalnız bırakacağına ve kendileriyle birlikte hareket edeceğine inan(dırıl)maları oldu. Dördüncüsü hata ise Erdoğan’ın politik gücünü hafife almalarıydı.Önce beyaz Türkler ve sermaye terk edecek...30 Mart’tan sonra Erdoğan’ın alacağı sonuca bağlı olarak cemaat adım adım yalnızlaşacak. Erdoğan’ın mücadeleden başarıyla çıkması, ürkek olan İstanbul sermayesinin cemaati terk etmesine neden olacak. Onları ‘beyaz Türkler’ izleyecek. Erdoğan’ın Batı’yla pazarlık masasına yeniden oturmasıyla bu defa ABD’deki lobilerini kaybedecekler.Bugün cemaatin elindeki kasetlerle Erdoğan’ı tasfiye etmeye çalışanlar seçimden sonra Hizmet hareketine ‘kural dışına çıkmışsınız’ diyecek ve onu Roma’da aslanların önüne atılan misyonu bitmiş gladyatörler gibi devletin önüne atacaklar.Kasetler devletin güvenliğini tehdit eder hâle geldiği için artık sorun dinleme değil, güvenlik meselesine dönüşecek. Türkiye bu savaşlar coğrafyasında varlığını güçlü devlet algısıyla sürdürdü. Türkler devlet öncelikli millettir ve Gülen meselesi artık devlet meselesi hâline geldi.Bütün bu değerlendirmeleri bir kenara bırakın ve bir an geriye yaslanıp düşünün; dünya haritası önünde kum havuzuna dönmüş bir hareket, şike meselesi, casusluk davası ve istihbarat oyunlarıyla anılıyor. Liseli gençler Hocaefendi’yle alay eden caps’ler hazırlıyorlar. Meydanlardan yuh sesleri yükseliyor.Gülen hareketinin büyüsü bozuldu. Bu harekete bundan daha büyük bir kötülük olabilir mi?