Özler insan kendini ama bunu bilmez çoğu zaman

Haberin Devamı

41 yaşında bir kadın Sanem Altan ve 40’ına kadar yaşamında kendine yalanlar söylediğinin farkında. Bu nedenle artık kendisine bunu yapmak istemediğini biliyor. Çünkü ona göre; tüm arayışlarımız kendimize çıkıyor... Vatan Gazetesi’nde yazdığı yazılardan oluşan, insanı ve yaşamı sorgulayan, “Özler İnsan Kendini” kitabı Alfa Yayınları’ndan piyasaya çıkan Sanem Altan’la neden roman yazmadığından aşka, kendi istekleri ve yaşamı sorgulamasına kadar pek çok şeyi konuştuk. Kendisine giden yolda çok adım atmış Altan ve bunları da çok güzel paylaşmış.

Eski ve yeni yazılarını neden kitap olarak toparladın? Yazılarını severek okuduğum için bunları kaleme alan iyi bir roman yazar diyorum...

Vatan’da söyleşileri bırakıp yazıya geçtiğimde; bu benim için ciddi kararlardan biriydi. Çünkü çok iyi yazarların olduğu bir evden geldiğin zaman yetişmek istediğin çıta çok yüksek oluyor ve o kadar kolay cesaret edemiyorsun yazmaya. Korkmayı da sevmeyen biriyim. Korkmayı sevmeyen bir korkağım daha doğrusu. Yazdığım kahramana benziyorum. Çok fazla şeyden endişe ettim... İyi olur mu, onlar beğenir mi, başkaları ne der, düşmanlık yaparlar mı? Ve yazıya başladığımda bir baktım, o kadar da korkulacak bir şey yokmuş. Çok beğendiler gerçekten. Dedem o zaman bana demişti ki, ‘İyi yazılar yaz sonra onları kitap yaparsın’ ben de ‘hayır’ demiştim. Kendim de yapmakla beraber yazı toplama işini hala çok sevmiyorum. Ancak, kitaplaştırınca ve peşpeşe okuyunca yazı tazeleniyor aslında. Bana bile taze gelmesini sevdim, hiçbiri birbirini öldürmemiş. Bu arada da roman fikri hep var bu basamaktan sonra onu yazacağım. Başladım hatta. Kitaptaki ilk yazı kahramanım olacak.

İnsan kendini nasıl özler, hangi koşullarda kendinden uzaklaşır?

Kendimize çok yalan söylediğimizde çok uzaklaşıyoruz. Özümüzü, müthiş bir kandırmaca ile kaybediyoruz. Kendimizi kandırdığımız çok şey var. Gerçeklerle yüzleşmemek için gerçekten istediklerimizi hiçbir zaman yapmaya cesaret edemiyoruz...

‘Herkes sevilmek istiyor ama esas olan sevebilmek...’

Peki aşk? Bütün yazdıklarından çıkardığım; naylon diye ifade edilen yapaylık var ya, bu kadar sorguladığında baktığın şey sana ne olarak görünüyor?

Sevmek ve sevilmek... Herkes sevilmek istiyor onun peşinden koşuyor. Ben ise sevmenin çok güçlü bir duygu olduğunu düşünüyorum. Ben 11 yıllık evliydim ve 11 yıllık ilişkimin tanımı; İbrahim beni çok sever... Bu harika bir şey. Kadınların çok sık rastlamadığı bir şey belki de. Bizi tanıyan herkes bilir İbrahim Sanem’i çok sever. Ama ilişkilerdeki sevgi, sevilmek üzerine kurulmamalı. Sevilmek üzerine kurulu olduğunda her şey daha kolay yapaylaşıyor, kendini daha rahat kandırıyorsun. Aslında güç sevmekte. O ilişkinin tanımı şu olmalıydı: Ben İbrahim’i çok seviyorum. Ben İbrahim’i çok sevdim... Bunu diyebilirse insan aşkla ilgili temel dertlerin pek kalmıyor. Sevilmek çok önemli ama aslında, sen ne kadar sevebiliyorsun onu bulmak lazım. Sen sevebileni seviyor musun çünkü genelde bizi sevenleri çok kolay sevemiyoruz. İlişki, sevgi, aşk dediğin zaman kendi sevebilme gücümüzün çok yukarıda olması gerektiğini düşünüyorum. Bütün korkuları yok edebilecek şey de o. Biz koktuğumuz için o kadar yüksekte sevmiyoruz. Ama bence sevdiğinde korku kayboluyor. Birini çok sevmek hayatı hafifletir... Gerçekten sevmek ama!

Sen sevilen taraf mı kaldın hep?

Ben öyle kalmadım ama kadın olarak çok sevilmenin harika bir şey olduğu yanılgısına düştüm. Bunu işi bir şey sandım. Hayır öyle bir şey yok. Her şeyi daha gerçek kılacak şey daha çok sevmektir. Sevgi, sevmek bunlar da içi boşalmış laflar asında o yüzden sık tekrarlamaktan hoşlanmıyorum ama güçlü sevebilmek korkulacak bir şey değil onu anlatmak istiyorum.

Kaybetmeyi göze almak daha çok mu kaybettiriyor?

Kaybetmeyi göze aldığında hiçbir şeyi kaybetmiyorsun. Ben evrenin tasarımına hayranım. Çünkü nefis çalışıyor. Olağanüstü bir kandırmaca var. Biz insanlar o kadar iyi kandıramıyoruz kimseyi. İllüzyonu yüksek olan bir hayatın içinde yaşıyoruz. Bu, tıpkı Truman Show gibi. Bir gün ufuktaki duvara çarpıyorsun geriye bakıyorsun hayatın belki çok güzel ama gerçek değil ve başka hayatlar da var bunu görüyorsun. Korkmadan hayatını değiştirirsen, kaybedeceğini sandığın hiçbir şeyi kaybetmediğini anlarsın... Tıpkı yalnız kalmaktan korkmayan insanların yalnız kalmadığı gibi...

Farkındalık adamı zorlar, hayatı kolaylaştırır...

Mevsimlerin döngüsü, hayvanların çiftleşme zamanları bile belli. Evlilikler de çok bildik süreçlerde ilerliyor. Bunun farkına varınca kendi hayatının da o düzende, tek düzelikte gittiğini görüyorsun ve kendini tekrar ediyorsun. O farkındalık mı insanı mutsuz ediyor?
Farkındalık denen şey adamı zorlayacak bir şey ama bence hayatı kolaylaştıran bir şey. Bütün duygularımızı kendimiz seçiyoruz... Bunu bilebilsek keşke...
Hep bu kadar anlayışlı mısın?
Hayır tabii ki. Mesela trafikte üç kişinin boğazını sıkmak istedikten sonra bunları düşünüyorum.

‘Bunları yazmasam, düşünmesem yalnızlık daha da büyür’


Kendine yalanı nasıl farkediyorsun?

Kendine yalanı bile bile söylüyor insan. Korkularımdan, endişelerimden, herkes gibi içimde sakladığım ve bir türlü yapmadığım isteklerim yüzünden söylüyorum ben de. Bedelini ödemeden bir şey yapmak çok zor. Ama hepimiz çok tembeliz. O bedelleri ödemek istemiyoruz. Aslında içimizde çok daha güçlü insanlar var. Arzuları güçlü insanlar... İnsana ve duygulara çok meraklıyım ben. İnsan malzemesini de en iyi kendimi izleyerek görüyorum. Ve büyüdükçe fark ettim ki, sürpriz yok. Başkaları neyse sen de osun. Babam böyle genellemeler yapmamı sevmez, ‘insanlar farklıdır birbirinden’ der bana... ‘sen kimlerle görüşüyorsun ben böyle birilerini tanımıyorum’ der... Güleriz... Ben ise sadece duyguları yönetme biçimimizle farklılaştığımızı ama özümüzün aynı olduğunu düşünüyorum. Korkumuzu yönetme biçimimizle ne kadar cesur olduğumuz ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bunları düşünürken kendime yalan söylediğimi hissettim çünkü başka şeyler istiyordum aslında. Roman yazmak istiyordum ama bir röportajcı kız olarak geçiriyordum hayatımı, başka şehirde yaşamak istiyordum ama çocuğum olduğu için burada kalıyordum. Ve bunları düşünmeye başladığında, dışarda da o sesleri duymaya başlıyorsun. İnsanların da kendilerini aradığını gördüm. Hem de çok fazla kendilerini arıyorlar. ‘Ben ne istiyorum?’ diye soruyorlar. Ne istediğimizi en kör noktada tutuyoruz. Ve insan gerçekten kendisini özlüyor ama özlediğini bilmiyor bazen. Ben de bunlara çok meraklı olduğum için yazmaya başladım.

Hayatı bu kadar sorgularken yalnızlaşıyor musun?

Tabii ki yalnızlaşıyorsun ama şöyle bir şey oluyor. Ben bunları yazmasam, düşünmesem, yaşamasam, hissettiğim yalnızlık çok daha ürkütücü oluyor. Bunları yazarken içine düştüğüm yalnızlığımı seviyorum. Bunun dışında durduğum yerdeki yalnızlık korkunç. Fakat yazarken, bir cümle bir cümle daha, burada oturan kişi yalnız olmuyor o zaman. Bunlardan uzaklaştığımda ise bu ‘keşfi’ yapmasam hayat korkutucu oluyor benim için.

Sakatlanmış ilişkiler neden sürer?


“Acılarım isterik çığlıklara, sevinçlerim de seviyesiz gösterilere dönüşmedi” diyorsun. Bir kasılma hali mi var?

Gerektiğinden fazla kontrollüyüm çoğu zaman tabii ki... Ben de bunu merak ediyorum tam olarak. Bir kontrol var ama kontrol olmasa ne yapacaktım acaba? Kontrol, şikayet ettiğim kadar başka bir şeye de dönüştürdü mü beni acaba. Zarif bir kadın olmayı severim ama aynı zamanda hergele diye tarif edilebilecek bir yanım da var... Neşeyi, şakayı çok severim. Ama bunun bir dozu var. Hayatta doz meselesi önemli benim için. Koşup koşup sokakta birinin boynuna atlayıp bacaklarımı da beline dolamam ama filmlerde o sahneye bayılırım. Ben insana ait çok duyguyu kullanmadığımı fark ettim. Bu yazıları da o nedenle yazdım. Hepimiz basit ve sade olanı arıyoruz ama ondan çok uzağız. Yaşama daha cesur davranınca hayat da sana aynı cesarette geliyor. Yapmamak korku getiriyor yani.

Yerleşmek istediğin bir yer var mı gerçekten?

Başka bir yerde yaşamayı istiyorum, mutlaka deniz kenarı ve yeşil olmalı ama. İnsanlar çok gülümsemeli... Sen kendi hikayenin içinde kalacaksın ve yanından hayat geçecek. Alışkanlıklarımdan çok kolay vazgeçebilen biri değilim ve konfor alanımın dışına çıkamıyorum. Bundan kurtulmak zor. Acısız bir bilinmezlik bizi korkutuyor ama acılı bildiğimiz hiçbir şeyden kopamıyoruz. Yazarken daha özgür hissediyorum kendimi. İç huzuru denen şeyin basit formülü ne, bunu arıyoruz. Benim için, ne istiyorsam onu bilmek... Ne istiyorsun sorusunun yanıtı çok kolay gelmiyor ne yazık ki her zaman.

Sakatlanmış ilişkileri neden sürdürüyoruz sence?

Sakatlanmış ilişkilerin hiçbiri karşı tarafın ne kadar kötü olduğuyla ilgili değil bence. Seviyor ama sorunlar yaşıyorsak hep merak ediyorum acaba seviyorum diye kasdettiğimiz duygu gerçekte ne? Bağımlılık mı geliştirdin, çıkarın mı var, yalnızlık korkun mu var? İlişkinin üzerindeki yara bantı ne? Sorun başladığında kendinle ilişkin sağlam olsa, gidip gitmemek o kadar önemli olmaz sanırım. ‘Bu konuşma tarzından hoşlanmadım ben gidiyorum’ dersin ve gidersin sonra bu adam birine mi gidecek sana mı gelecek düşünmezsin bizler kendi korkularımızla egomuzla ilişki kurup başarısız oluyoruz. Bizler çok üretim yapmıyoruz, hobilerimiz yok kendimizi donatabileceğimiz bir şey yok, o yüzden belki yapay hayatlar kuruyoruz. Önce sen bir şeyi iyi yaptığına inanmalısın. Üretim yapmayınca kendi mutluluğunu bulman ve birini sevmen zorlaşıyor. Kendi gerçeğimizi gösterme cesaretine sahip olamıyoruz bu yüzden... Ve hep yalan söylemek zorunda kalıyoruz kendimize.

Ben 41 yaşımı bitirdim ama hayatımda hiç kendi karşıma çıkıp kendimi bu kadar delik deşik etmemiştim. Dikildim karşıma kendimi ters yüz etmeye çalışıyorum. 40’tan sonra kafamdaki hayatı istiyorum. Bana ait her şey yakınımda olsun yine acı çekeyim değer.

DİĞER YENİ YAZILAR