İster milli deyin, ister ulusal; bizi biz yapan ve birlikte yaşatan değerlerimizi süratle yitiriyoruz!
Siyasetle ilgili olanlarımız (partili değil partici olanlar); kendi partisinin bütün söylem ve eylemlerini doğru, rakip partilerininkileri ise serapa yanlış görüyor. Bu durumdan daha kötü bir hastalık, bir ayırımcılık ve ötekileştirme olabilir mi? Bu denli önyargılarla kim, nereye gidebilir? Seneler senesi, siyasetten hep bunu anladık.
Bunların iktidar partisinde veya muhalefet partilerinde olmaları bir şey değiştirmiyor; hepsinin işi gücü, sabahtan akşama- akşamdan sabaha kadar hükümet kurup, hükümet yıkmak...
Siyasetle ilgisiz olanlar (özellikle gençler) , avare kasnaklar misali adeta boşta gezenin boş kalfası… Ne televizyonda haber izliyor, ne de gazete okuyorlar; her şeyden bihaberler. Dünya yıkılsa haberleri olmayacak.
Cemiyetimize arız olan en büyük hastalık; aydınımızın veya aydın geçinenimizin toplumdan kopmuş olmasıdır. Topluma tepeden bakması ve onu aşağılamasıdır. Ne hazindir ki, bunlar asgari müşterek de bile bir araya gelemiyor.
Her ülkenin dış politikasının milli olma özelliği vardır. Dolayısıyla dış politikada particilik yapılmaz. Hele ülkenin güvenliği söz konusu ise, bütün partiler tek ses, tek cihet, tek kalp olmak zorundadır. Millet ve devlet olmanın gereğidir bu.
Burada ayrı gayrılık, sen-ben davası olmaz, olmamalıdır.
Türkiye, tarihinde görülmedik tehdit, tedhiş ve kumpaslarla karşı karşıyadır. Hem sınırlarının içinde ve hem de dışında savaş halindedir. Dost bildiği ülkeler yüzüne gülüp, arkasından kuyusunu kazmaktadır. Düşman ise, düşmanlığını amansızca sergilemekte; aportta bekleyen çakallar ise, düşmanlıkta uşaklığını yaptığı ülkelere parmak ısırtmaktalar.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanları (hükümeti) çırpınıyor ve yırtınıyor; içerideki ve dışarıdaki düşmana karşı yalın kılıç meydan muharebesi yapıyorlar. Askeri, polisi, korucusu ile tüm güvenlik güçlerimiz canlarını dişlerine takarak tarih yazıyorlar.
Gencecik fidanların kanları, kara toprağı kızıla boyuyor; ay-yıldızlı şehit cenazeleri şehirlerimizde topyekun halka yumruk sıktırıp öfke kusturuyor!
Aymaz ve sorumsuz bir kısım insanımız ise, edepsizce, arsızca ve hayasızca düşmanın safında!
Nerede bu ülkenin aklı başında insanları; sivil toplum kuruluşları, vakıfları, dernekleri, Baroları, Üniversiteleri, mangalda kül bırakmayan prof.ları, sendikaları, işçi ve işveren kuruluşları, ticaret ve sanayi odaları?!...
Bütün bu kurum ve kuruluşlar bugün değilse ne zaman lazımlar? İçeride ve dışarıda hangi etkinliği yaptılar ve yapıyorlar? FETÖ dışarıda aleyhimize çalışıyor; ülkeleri ve kuruluşları bize karşı kışkırtıyor. Peki sizler ne yapıyorsunuz?
Sorumlu mevkilerde bulunduğunuzu zannediyor ve sürekli ahkam kesiyorsunuz; bunca sorunlar karşısında, neden sorumluluk almıyor ve ellerinizi taşın altına koymuyorsunuz?
Bu halinizle , halkın ne kadar gerisinde olduğunuzu görüp utanmıyor musunuz? 15 Temmuz’da hanginiz, örgütünüzü yönlendirip sokağa davet ettiniz? Davetsiz giden ve bedenlerini tanklara siper eden halka bile sahip çıkmıyor ve onu küçümsüyorsunuz! Bu ülke, yalnızca Sayın Erdoğan’ın ülkesi mi? Bu ülkenin sorunları, yalnızca Sayın Erdoğan’ın mı sorunu?
Örneğin dün, başörtüsü sorunu vardı; bunu Sayın Erdoğan’dan başkası dert edinmedi. Yalnızca onun mu hanımı, kızları başörtülü idi? Nerede idi, o mangalda kül bırakmayan ilahiyat prof.ları; hatta Diyanet İşleri Başkanlığı? Hepsi sus-pustu... Vaktin Diyanet İşleri Başkanı çıkıp da; Başörtüsü Allahü tealanın emridir, farzdır diyemedi!
Bugünse; ahtapot gibi kuşatıldığımız FETÖ ile hanginiz mücadele ediyorsunuz? Allah saklasın, bu ülkeye bir şey olursa; okkanın altına yalnızca Tayyip Bey’in kalacağını mı düşünüyorsunuz?!
Hırslar akılları örtmüş; tüm toplumun üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş; meğer ölmüşüz de ağlayanımız yokmuş!..