Evvela şu tespiti yapmakta fayda var: İdarecinin despotu, demokratı nasıl belli olur? Herkesin kişisel doğruları olabilir. Bir de milletin, geniş halk kitlelerinin, halkların genel kabulleri vardır ki, bunlara evrensel değerler denir.
Bir Çin atasözünde: ‘ Körlerin ülkesine gittiğinde, bir gözünü kapatıp git!’ denir; aksi halde sahip olduğun iki gözünü de çıkarırlar!
Bir kısım siyasi partilerimiz, halka rağmen siyaset yapmayı maharet bilirler Gerçek despotizm budur. Bunun sonucunda her seferinde avuçlarını yalarlar ama bir türlü akıllarını başlarına devşirip; halk için politika üretmezler. Daha doğrusu; biz nerede-nasıl yanlış yaptık deyip bir muhasebeye girişmezler.
Bu duruma nasıl geldiklerini doğrusu merak etmiyor değilim. Çünkü bu hal, ülkeleri işgal edenlerin (mütegallibe) siyasetidir. Onlar halka tepeden bakar, halkın değerlerini beğenmez ve halka rağmen iş görürler. Halkla, karşılıklı olarak birbirlerine diş bilerler!
‘Bu halk yüzde 95’le seçse ne olur?!’, ‘Bu halkın seçtiğinden ne olur?!’, ‘Üç tane kazı güdemeyen halkın seçtikleri neye yarar?!’, ‘Kıllı, (hayvan diyecek ama korkusundan bu kadarını diyebiliyor) göbeğini kaşıyan!’, ‘Bizi seçmeyen bu halk her türlü cezayı hak ediyor!’
Bütün bunları ve bunlar gibi daha nicelerini halkın bir kenara yazıp not etmediğini mi zannediyoruz? Bundan sonra halkın huzuruna çıkıp, sözüm ona halkçılık yaparsanız; sizi samimiyetsiz görür ve asla size inanıp prim vermez. Sittin senedir de vermiyor; neden acaba?!
Halkla iç içe olamayıp onunla bütünleşmeyen; halkın derdiyle dertlenmeyen, halkın değerlerini üstün bilip onlara saygı duymayan siyasetçi halka asla güven vermez.
Halktan (sandıktan) iktidar ümidini yitirenler; iktidarı, halkın dışındaki güçlerde vehmederler. Onlarla el ele verip, iktidarı alaşağı ederler ve böylece demokrasinin çanına ot tıkarlar. Artık kurdun istediği dumanlı hava oluşmuştur. Karanlıktan ve kaostan beslenen fırsatçılara gün doğmuştur.
Demokrasi tarihimiz bu denli fırsat günleri ile doludur; bu günlerin fırsatçıları ise, bir gecede zengin olan şürekadır...
Ve ülke rahatlıkla soyulabilir; ülkenin tüm kaynakları istenilen yöne kanalize edilebilir.
Darbe sever siyasetçi, bürokrat ve iş adamı üçlüsü, hırsızlığa ve yolsuzluğa sacayağı olup, günlerini gün ederler; 28 Şubat’ta REFAH-YOL iktidarı alaşağı edilerek, yapılanlar gibi...
Cumhurbaşkanı Sezer’in anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’e fırlatıp ülkeyi kaosa sürüklediği gibi... Ne mi oldu?
22 banka battı. Kamu bankalarından alınan kredilerle özelleştirme ihalelerine girildi; krediler battı. Batan krediler görev zararı (!) kapsamına alındı. Merkez Bankasının hazineye açtığı kısa vadeli avans (genel bütçe ödeneklerinin yüzde 15’i kadar) son kuruşuna kadar kullanıldı.
Hazine dünyada eşi görülmemiş faizlerle bono ve tahvil ihracına devam etti.
2001 krizinden sonra konsolidasyon ve moratoryum dedikoduları ayyuka çıktı.
Bütçenin en büyük harcama kalemi faiz ödemeleri olarak yansıdı.
Halk öylesine perişan edilmişti ki, hıncını ilk seçimlerde aldı ve iktidar partilerini yüzde birlere kadar indirerek sandığa gömdü.
2002 seçim sandığı, siyaset dünyamız için çok büyük dersti ama belli ki birileri hala tembellik edip dersini çalışmıyor!