Türk tarihinin gelmiş ve geçmiş en büyük fitnesi FETÖ hareketidir. 60’lı yıllarda başlatılan fitne ateşi; dış güçlerin gizli servislerinin telkinleriyle ve bizzat yönlendirmeleriyle; bir üst düzey MİT mensubunun ifadesiyle; CIA’nin Orta-Doğu bürosu vasıtasıyla yaktırıldı.
Dış güçler, bu coğrafyada; asrın sonlarına doğru yükselen değerin ‘din’ olduğunu biliyordu. Bundan dolayıdır ki, ‘din’i, oyun sahaları olarak kullandılar. F. Gülen ise, tam istedikleri gibi bir din adamı idi.
Kendisini ve hareketini; herkesin gıpta ile bakıp rağbet edebileceği ‘eğitim’ şemsiyesi altında gizlediler. Aynı oyunu; Gülhane Hatt-ı Hümayünu’ndan sonra imparatorluk topraklarının dört bir yanında pıtrak gibi açılan yabancı okullarında görürüz. Bu okullardaki öğretmenleri ve bunların yetiştirdikleri casusları, içimizdeki ajanlar olarak; Balkan savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullandılar.
Darbe ile imparatorluğun başına çöreklenen İttihat Terakki mensubu, maceraperest bir avuç sergerde, bunlarla el ele vererek koca Cihan Devleti’mizi yıktılar. Resmi orduları teslim ve terhis edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş ve ülke toprakları, yedi düvel tarafından işgal edilmişti.
Yıkılan devletin külleri üzerinde, halk, her tarafta ayaklanarak Kurtuluş Hareketi’ni başlattı. Kurtuluş hareketinin başına da; Şehsüvar-i yaveri olan Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. Üç yıl süren Kurtuluş Savaşı sonunda, düşman İzmir’den denize dökülerek kesin zafer kazanıldı.
Atatürk liderliğinde genç Türkiye Cumhuriyeti devleti kurularak, yeniden; tarih ve coğrafya sahnesinde yer aldık.
Atatürk’ten sonra NATO’ya girmeye zorlandık. Bir bakıma mecburduk; zira Sovyet tehdidi altındaydık. Böylece Batı (ABD) hinterlandında, resmen ve alenen yerimizi aldık.
O gün elimizi verdik; seneler senesi kolumuzu kurtaramadık. Bugün geldiğimiz noktada ise; FETÖ hareketi ile kılcallarımıza kadar girilerek; gövdemizi versek kurtaramaz hale geldik!
Asrın başlarındaki yedi düvelin işgalinden daha korkunç bir işgal, kalkışma ve iç savaş tehdidi ile karşı karşıya kaldık. Üstelik şimdiki düşman, yalnızca dışarıdan değil; dışarıdan manivelalı ve fakat içeriden saldıran şekliyle tarihte emsali görülmemiş alçaklıklar sergiledi ve sergilemeye devam ediyor.
Bunların üzeri, dışarısının örttüğü kalın şalla örtüldü ve görünmeleri önlendi. S. Demirel’in dediği gibi; ‘Patagonya’daki ihtilalden haberimiz oluyor ama; Ankara’da burnumuzun dibindeki darbeden haberimiz olmuyor!’ Nasıl olsun ki; senin istihbaratın CIA endeksli çalışıyor; o ne derse o kadarını bilebilirsin!
N. Erbakan’ın günahını almayalım; onun dışındaki tüm siyasiler ve dahi hem sivil ve hem de askeri bürokrasi F. Gülen’e ve hareketine yardımcı oldu. Az ya da çok, ama hepsi elinden tuttu; kimisi ayağa kaldırdı, kimisi ise sırtına alıp taşıdı!
Sayın Erdoğan da bunlardan bir tanesidir. O ve tek başına iktidar olan partisiyle belki de en ziyade yardımcı olandır. Bir farkla ki, bütün bunların içinde işin farkına varabilen yegane lider Sayın Erdoğan’dır. Diğerleri ya farkına varmadılar veya farkına varıp cesametinin büyüklüğünden ürktüler! Özellikle cumhurbaşkanlarına devletin bütün sırlarının açıldığını biliyoruz!
Sayın Erdoğan’ın bir diğer en büyük farkı ise, bu yapının devasa büyüklüğünü görüp te bunlarla mücadeleye girişmesidir. Üstelik tek başına! Bu adamda ya mangal gibi yürek var; ya da bu adam bir deli! Evet yanlış okumadınız; bütün dünyayı, tek başına karşına alıp mücadele eden adama başka ne denir ki?!
Ama bilinen manasıyla deli değil; ‘bir insana deli denmedikçe, onun inancı (imanı) kamil (olgun) olmaz’ kabilinden bir delilik bu... Serdengeçti...
Milletçe; serden geçercesine bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Bunun için de herkesin elini, taşın altına koyması ve bu mücadele yer alması gerekir.
Ya hep birlikte kazanacağız; ya da, Allah saklasın, hep birlikte kaybedeceğiz!