Kim ne dese desin; meramını hangi yaldızlı ve tesirli sözlerle anlatırsa anlatsın; gerçekte bizzat yaşayan gibi kimse bilmez, bilemez.
İnsanoğlu ‘benlik’ hastalığıyla yaratılmıştır. Bu duygu az ya da çok her insanda bulunur. Bundan dolayıdır ki, herkes baş olma, reis olma, hükmedebilme sevdasındadır. Bu, öylesine bir hastalıktır ki, insanı ölünceye kadar terk etmez.
Siyasi sistemimizi bu hastalık üzerine bina etmişiz; Cumhurbaşkanını ve Başbakanı halka seçtirerek ve Cumhurbaşkanlığı makamını sembolik olmaktan çıkararak (Halkın seçtiği elbette yetkili olmalı) sistemi iki başlı hale getirmişiz.
Önceki Cumhurbaşkanları, Başbakanları ile kavga ettiler ve kaos ürettiler; Şimdiki yetkili Cumhurbaşkanı ile Başbakanın çatışması ve kavgası ise kaçınılmazdır! Kavga etmiyorlarsa, bu, Başbakanın ‘peki’ demesindendir. Demeyebilirdi; o zaman ne olacaktı? Şu halde; şahıslar üzerinde değil, sistem üzerinde çalışıp onu sağlam bir zemine oturtmak şarttı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile krizleri ve kaosu önlediğimiz gibi kalıcı istikrarın önünü açtık. Bunu da, aradan aracıları ve özellikle vesayet odaklarını çekerek, bizzat millete yaptırdık. Artık işin sahibi millettir ve bundan böyle milletin dediği olacaktır.
Demokrasi de bu değil midir?
Başbakan Binali Yıldırım’ın, çok yerinde işaret ettiği gibi: ‘...Bu sistem (yani iki başlılık) baba ile oğulu birbirine düşürür. Sistem iki başlılığı tanımlamış, iki tane irade tanımlamış; bu iki iradeden biri gücünü kullanmaktan vaz geçecek. O da tabii vatandaşın verdiği yetkiye sahip çıkmamak anlamına geliyor. Halbuki devlette işlerin yürümesi için iradenin tek olması lazım.
İRADE OLMAYAN YERDE İDARE OLMAZ...’
Demokrasilerde çare millettir; milletin seçip yetki verdikleridir. Bunun dışında çare aramak; yani millete rağmen iş görmek, vesayetin oluşmasını sağlamaktır.
Vesayetin çare olmadığı, sittin seneyi aşkındır ürettiği krizlerle ortadadır.
Mevcut darbe anayasası bütün siyasi partiler tarafından eleştirildi ama değiştirilmesine yanaşmadılar! Yani sorun üreten ve patinaj yaptıran sistemin üzerine titrediler; restorasyonuna bile yanaşmadılar! Aylarca uğraşıp, üzerinde mutabık kaldıkları 60 maddeyi bile geçirmediler!
Sözün kısası; parlamenter sistemle (bizdeki vesayet sistemiyle) parlamentoyu tıkadılar ve darbe anayasası ile yaşamaya bizi mahkum ettiler!
Milletimiz o engin feraseti (öngörüsü) ile bu kördüğümü çözdü; istikrardan yana oy kullanarak ‘EVET’ dedi. 2011 yılında yapmış olduğu Anayasa değişikleri ile açmış olduğu parantezi bu şekliyle kapatmış oldu.
Hayır diyen vatandaşlarımız da evet diyenler kadar saygındır; artık, her türlü çekişmeyi bir tarafa bırakıp; herkes asli işine bakmalıdır. Zira ülke olarak; hızla dönen bu dünyada bir saniye kaybedecek lüksümüz yoktur.
Avrupa’ya kıyasla genç ve çok dinamik bir nüfusumuz var; bunu onlar, bizden daha iyi görüp değerlendiriyorlar. Onların bu değerlendirmeleri; elektrik akımını toprağa verdirip; zamanı, mekanı ve imkanı boşa geçirmemiz şeklinde seneler senesi sürüp gitti.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile kendimize döndük; kafa, ruh ve beden olarak da titreyip kendimize gelmeliyiz. Herkes kendine, ailesine, sokağına ve toplumuna; daha nasıl faydalı olabilirim derdiyle dertlenmeli ve bu uğurda gayret sarf etmelidir.
Laf yalama oldu; artık icraat zamanı!