AB maceramızın kabak tadı verdiğini bilmeyenimiz yoktur. Yarım asrı aşkın giriş talebimiz, çeşitli bahanelerle sürekli yokuşa sürülüyor. Zaman zaman müzakereler kesiliyor ve şimdiye kadar açılması gereken fasıllar bir türlü açılmıyor.
Tüm iyi niyetimize ve onlarla ortaklaşa arzu ettiğimiz yasal ve anayasal değişiklikleri yapmamıza karşın; aynı iyi niyeti ve ülkemize karşı olumlu adımları göremiyoruz.
En son olarak bize dayattıkları konu ise, Terörle Mücadele Kanununu değiştirmemiz ve ülkemizde uygulanmakta olan Olağanüstü Hal’in kaldırılması keyfiyetidir. Buradan da anlaşılacağı üzere AB, Türkiye’ye karşı tam bir çifte standart içindedir ve asla iyi niyetli değildir.
Zira kendi ülkelerinde en ufak bir terör eylemi olduğunda, derhal olağanüstü hal ilan ediyorlar; ayrıca, terör eylemlerine karşı kendi güvenlik güçlerince en sert şekilde mukabelede bulunuluyor.
Bırakınız teröristlere karşı acımasızca davranışlarını; kendilerinin istemediği en demokratik haklara bile izin verilmiyor. Misafir bakanın kendi Büyükelçiliğine gidişi engelleniyor; sokakta toplanan sivil halkın üzerine atlarla-köpeklerle gidilip, insanlar köpeklere ısırttırılıyor.
Bu meyanda; Türkiye’nin düşmanı, Türkiye ile savaş halindeki bütün terör örgütlerine ve onların mensuplarına kucak açılıyor ve kendi ülkelerini Türkiye’ye karşı adeta üs konumuna getiriyorlar.
Türkiye’de terör suçlusu olup AB ülkelerine sığınanların isimleri ve iade talepleri kendilerine iletiliyor; bir kulaklarından girip öbüründen çıkıyor!
Tüm bu hasmane tavırlar, aleni bir şekilde sergilenmeye devam ederken; kurulmak istenilen dostluğun realitesi olabilir mi?
Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın son yaptığı ziyarette; AB ile karşılıklı olarak bir senelik iyi niyet süreci işletilmesine karar verildi ki, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir!
2005 yılında Türkiye’ye, Simon Anholt isimli bir İngiliz imaj uzmanı gelmişti ve verdiği konferansta aynen şöyle demişti: ‘... Ey Türkler! Sizler, dedeleriniz olan Osmanlı’yı tarif ederken; ‘ evet bir Osmanlı ışığı ve o ışığın bir yansıması var; ancak o ışığın kaynağı olan yıldızın ateşi milyonlarca yıl önce sönmüş ama ışığı daha yeni geliyor!’ tespitini yapıp, dünyayı buna inandırmalısınız!..’
Yani aslımızı inkar edip; dinimizden ve tüm kültürel değerlerimizden soyutlanacağız; kökümüzü kurutarak ve adeta hüdai nabitler olarak arz-ı endam edince, Batı’nın gözünde kıymetimiz olacak!
Anlaşılan o ki; Batı, karşısında şahsiyetini müdrik insan tipi istemiyor. Kendi aralarında isteseler de, biz Türklerden istemiyorlar. Bize köksüz ve şahsiyetsiz olarak gelin diyorlar.
Geçmişten bağınızı bütünüyle koparın diyorlar; medeniyetinizi ve kendinizi inkar edin; bize öyle gelin diyorlar.
Bir an için öyle olduğunu düşünsek bile; o zaman bizden eser kalmayacağına göre; sizler kimi kabul etmiş olacaksınız?
AB’nin kendi içinde de ne mene birlik olduğuna gelince; birileri girmek için zorlanırken, bir diğerinin çıkmak için zorlandığı ve sonucunun ne olacağını kendilerinin de bilmediği karakuşi bir örgüt!
Sonuç; ne varlığına sevinelim ve ne yokluğuna yerinelim!