Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Diğer bir ifadeyle; siyasi partilerle demokrasi, yumurta ile tavuk misalidir. Birbirlerini tamamlayıp geliştirirler.Bizdeki siyasetin ve dolayısıyla demokrasimizin yerleşip gelişememesinin başlıca sebeplerinden biri; her on yılda bir yapılan darbelerdir. Bunlarla, tabir caizse; siyaset ve demokrasi biçilmiştir.Haksızlıkları, baskı ve dayatmaları gören insanlar; özellikle yetişmiş kalifiye elemanlar, hep siyasetten geri durmuşlardır. Ve yine; kesinti devrelerinden (darbelerden) sonra, siyasetteki meydan yeri adeta işsiz-güçlere kalmıştır!Bir diğer sebebi de; adayları, liderlerin belirlemiş olmalarıdır. Yalnızca kendini düşünen lider de, iş yapacak adaydan ziyade, kendisi için ‘kurşun asker’ olacak adayları seçer. Bunun baş amili ise, bizdeki mevcut Siyasi Partiler Yasası’dır.Onca partiler gelip geçmesine rağmen, hiçbirisi, mahut kanunu; lider sultasını sona erdirecek bir şekle sokamamıştır.AK Parti, kuruluşundan beri; demokratik kazanımlarımız için adeta bir lokomotif görevi üstlenmiştir. Bitti mi; elbette ki hayır ama yaptıklarına bakınca; uzunca bir mesafe kat ettiğimiz ortadadır.AK Parti’nin samimiyetle başlattığı ‘kardeşlik’ projeleri; birilerinin engellemeleri yüzünden karşılık bulmadı. Esas rolü üstlenmesi gereken HDP ise, topu devamlı taca attı.Halbuki halk, HDP’ye tarihinde görülmemiş şekliyle 80 milletvekili vererek Parlamento’ya gönderdi. Ve ona; bu işi siyasetle Meclis’te çöz veya çözüme yardımcı ol dedi.HDP ise, bu demokratik kazanımı; dağdaki teröristlerin ve onların iplerini ellerinde tutan ağa-babalarının emrine girerek heba etti. Bir siyasi parti gibi değil, adeta bir terör örgütü gibi davrandı.Yalnızca kazandığı belediyelerle halka hizmet edebilseydi bile iktidar kapısını aralardı. Nitekim AK Parti’yi iktidara taşıyan olgu; önceden belediyelerde sergilenen başarılı hizmetlerdir. Sayın Erdoğan’ın ‘çekirdek’ kadrosu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çalışkan elemanlarıdır.HDP, halka hizmeti çok gördüğü gibi; üstüne üstlük halka hayatı zehir etti. Halk, belediyelerin yol yapmasını; bozulmuş yolların tamir edilmesini beklerken; yolların tahribiyle, hendeklerle ve tünellerle karşı karşıya kaldı.Dağın emrine girmeyip, iktidar partisiyle ortak hareket edebilseydi; Türkiye’de çok şey değişecek ve demokrasimiz sınıf atlamış olacaktı.Terör örgütü ile ortak hareket ederek; ne kendileri rahat ve ne de halka huzur verdiler.Vaki olanda hayır vardır; böylece halk, bunların gerçek yüzlerini gördü ve bunlardan yüz çevirdi. Hele terör örgütünün; Kürt halkıyla yakından ve uzaktan bir ilişkisinin olmadığını; Türk ile Kürdün ortak düşmanlarının emellerine hizmet ettiğini yaşayarak gördü.Sükut-u hayale uğrayan bölge halkı, gerçeği gördü ve devletine sığındı. Nasıl sığınmasın ki; yüz seneden beri, başta ABD olmak üzere Batılı devletler, Kürtleri kan ve gözyaşından başka ne verebildiler? Devamlı kullanıldılar; her kullanılışta harcanan; ölen ve göz yaşı döken Kürtler oldu.Sonuç itibariyle Kürt halkıyla, sözde temsilcilerinin ve terör örgütünün niyet ve eylemleri birbirinden çok farklı.Halk üzüm yemek istiyor; diğerleri ise, bağcıyı dövmek istiyor!İp de burada kopuyor!
FETÖ denilen Haşhaşi fitnesi tüm ufkumuzu tutmuştur, benliğimizi tahrip edici yankıları gelecek asırları bile kuşatacak boyuttadır. Devlet ve milletimiz ve hatta dünyanın pek çok devlet ve milletleri için büyük tehlikeler arz eden bu durum; maalesef, içeride ve dışarıda tam manasıyla anlaşılmış değildir.Yapının vahametinin büyüklüğünü; çeşitli illerdeki mahkemelerce hazırlanan iddianamelerde görüyoruz. Görünen o ki; bunlar, tüm hayati kurumlarımızın kılcallarına kadar nüfuz etmişler ve buraların en tepe noktalarındakileri devşirmişler.Takiyye, kendini belli etmemek ve bunun için de her yolu mubah görmek bunların şiarı. Dolayısıyla fark edilmeleri son derece güç, hatta imkansız!İddianamelerden öğrendiğimize göre, piramit şeklinde örgütlenmişler. En altta halk kesimi var; bunlar dinle uyutulup sömürülüyor. Parayı herkesten; eğitecekleri çocukları ise, yarayışlılarını ( zeka, zenginlik ve itibar) seçerek alıyorlar.Polis-savcı-hakim el ele vererek istediklerini içeri tıkıyor ve böylece; karşılarında oluşabilecek cepheyi sindirip, susturuyorlar.Kurum ve kuruluşların istihbarat ve dinleme birimleri bunların elinde; istediklerini dinleyip, filme alıp veya kurgulayarak şantaj yapıyorlar!Maliye müfettişleri vasıtasıyla gözlerine kestirdikleri firmalara ceza kesip; en güçlülerini bile bitirebildikleri gibi, isterlerse himmet talebiyle borçlarını silip, kendilerine bağlayabiliyorlar.Devletin valisi, emniyet müdürü ve maliye memurları el ele verip (defterdarından müfettişine kadar) aynı kumpasla esnafı soyuyor!Belediyeler dahil; hemen her kurum ve kuruluşta para dönen yerlerde bunların adamları yerleştirilmiş ve bu zavallı milletin paraları oluk oluk Pensilvanya’ya akıtılıyor!Yetiştirip işe yerleştirdikleri her kademedeki işçi- memur ve sözleşmeli personelden, her ay belirli bir miktar ‘himmet parası’ topluyorlar!Müteahhitleri haraca bağlayıp; belediyelerin imar müdürlüğü yetkilileri ile emme-basma tulumba gibi çalışıyorlar!Dikilen hemen tüm yüksek binaların evraklarında bunlarla irtibatlı memurların imzaları var ve hemen bütün bu çok yüksek binaların sahipleri de yine bunlardan veya bunlarla irtibatlıdır.Şu halde; tüm hırsızlar, irtibatlı oldukları hırsızlık şebekeleri ile cascavlak orta yerdedir!ABD ve İngiltere gibi ülkeler, bu yapıyı bir gergef gibi işleyerek devletimize nüfuz ettirdiler. İçeride susuyorlarsa; sayın Erdoğan’dan korkularından ve ‘takiyye’ gereğidir. Dışarıdaki, özellikle Avrupa’daki, ABD’deki güçlerine bakıp içerideki güçlerini hesap edebilirsiniz!Bu şeytan üçgeni ile mücadele, güçsüz hükümetlerle, koalisyonlarla asla gerçekleşemez. Gözü kara ve mücadele kararlılığı olan tek başına iktidarlar ancak bu mücadeleyi yürütebilir.Halkımızın onayına sunulan 18 maddelik; hükümet etme sistemi değişikliğini içeren referanduma ‘EVET’ demekle güçlü hükümetlerin ve hepsinden önemlisi, vesayet altında olmayacak muktedir hükümetlerin önü açılacak ve bir daha kapanmayacak.FETÖ ve avaneleri, bundan dolayı ‘hayır’ kampanyasına destek veriyor ve Avrupa basınını üzerimize kışkırtarak onları da aynı koroya iştirak ettiriyor!Dün, iktidarı oyuna getiren FETÖ, bugün muhalefeti kullanıyor!Aman Dikkat!
Avrupalıların, yarım asırdan fazla bir zaman kapılarında bekletip (doğrusu, süründürüp); verdikleri onca sözlere rağmen, bugün gelinen noktaya bakın!Daha geçen sene vizeyi kaldıracaklarının sözünü vermişlerdi. Bu sözlerini, T.C. Devleti’nin bakanlarını ülkelerinde kabul etmeyerek ve girenleri de; kendi toprağı olan Büyükelçilik binalarına sokmayarak ve sınır dışı ederek tuttular!Görünen o ki; AB kümesinde iki tane horoz vardı; bunlardan biri Almanya, diğeri İngiltere idi. Tavukların Almanya horozuna ilgisi artınca; daha doğrusu Almanya onları hizaya sokunca, İngiltere bundan rahatsız oldu ve birlikten çıkma kararı aldı.Meydan Almanya’ya kalmıştı ve birliğin diğer ülkeleri kahir ekseriyeti ile Almanya’nın arka bahçesi konumundaydı. Bize karşı işlenen rezilliklerin fitilini Almanya ateşledi; tüy diken Hollanda’nın arkasında da Almanya vardı.Almanya’nın hık deyicisi olan Fransa da, destekte gecikmedi!Avrupa’nın, hatta tüm Batı’nın yanılgısı, Türkiye’yi eski Türkiye olarak görmelerinden kaynaklanıyor.Bir kere şunu bilelim ki; Batı’nın derdi ve gayesi asla ve asla demokrasi değildir. Onun hesabı; en kolay nasıl sömürebilirim düşüncesidir. Baş tacı ettikleri Sisi’nin Mısır’ına bakın; demokrasi hak getire!Veya içimize bakalım: Yapılan onca darbelerin arkasında Batılı güçler vardı; işlemekte olan demokrasiyi biçip, faşizan yönetimleri getirmediler mi?Acaba Türkiye ne kabahat işledi de iki de bir darbelerle önü kesildi? Bu sorunun cevabını verebilmek için Batının bize hangi gözle baktığını bilmek lazım. Batı, sömürmekte olduğu tüm ülkelere şu gözle bakar: ‘Ey filan ülkenin yöneticisi! Halkın senin elinde ama unutma; sen de bizim elimizdesin!’Ne zamanki, Türkiye ele avuca gelmeyip, çok olmaya başladı; darbeyi yedi!Bunu neden yapıyor derseniz; bunun kökeni çok eskilere gider. Batı, asırlar boyu Osmanlı üzengisi öpmenin intikamını alıyor!Her bakımdan güçlü olmak ve batıya karşı anladığı dilden konuşmak zorundayız. Vize sözünde durmuyorlarsa, Mülteci Anlaşması’nı iptal ettiğimizi derhal açıklamalıyız!Hatta mültecilere vadettikleri yardım sözünde durmamaları bile bize bu hakkı çoktan vermiştir.Avrupa’nın tüm bu hırçınlıklarının altında, Türkiye’nin kalkınma hamleleri yatmaktadır. Gezi’yi bahane ederek yapılan ayaklanmada; sözde sözcülerinin ileri sürdüğü şartlar hala hafızalardadır: 3. Köprüye ve yeni havalimanına hayır diyorlardı!Zira bütün bu hamleler Avrupa’nın ekonomisini tehdit etmekteydi; İstanbul ulaşımın kavşak noktasındaydı ve Frankfurt’a göre 3,5 saat avantajlıydı. Bu durum ise, Almanya’nın kolunun kanadının kırılması demekti.Avrupa asla samimi değil; sittin senedir kapısında oyalıyor; yeni bir sittin sene daha gözünü kırpmadan ve utanmadan oyalar!Bundan dolayıdır ki, her ne olursa olsun; kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz!
Genç Cumhuriyet, kuruluş yıllarında muhalefet partilerine imkan tanımadı. İki kez yapılan denemeler, büyük hüsranlarla sonuçlandı. Dolayısıyla 1923-1946 arası resmen, 1946-1950 arası ise muvazaalı olarak tek parti sistemi ile yaşadık.46 seçimleri neden tartışmalı? Çünkü o seçimlerde; ‘açık oy, gizli tasnif!’ vardı ve seçim sandıkları, her bakımdan korunaksızdı! Demokratik açıdan; rezilliğin bini bir para olarak, sözde seçim yapıldı ve iktidar partisinin tayin ettiği memurların tasnifi (oyların sayımı) sonucu CHP’nin kazandığı ilan edildi.Şu halde; ilk demokratik seçimleri ancak 1950 yılında yapabildik ve muhalefet partisi olan Demokrat Parti seçimleri kazanarak; 487 sandalyeli Meclis’in 408’ini alarak (yüzde 55,2 oy) tek başına iktidara geldi. Yalnızca 69 milletvekili çıkaran CHP, 27 yıllık iktidarını kaybetti.DP de CHP’nin içinden çıkmış olmasına rağmen; kendilerini Cumhuriyetin kurucusu ve seçkinleri gören ve hepsinden önemlisi, halka tepeden bakan bu kişiler, bu hezimeti hiçbir zaman kabullenmediler.Zira onlara göre; millet, gerçekleri görememiş ve haklarını gasp etmişti!Bu halet-i ruhiye içerisinde öylesine bir muhalefet geliştirdiler ki, bunun, dünyanın hiçbir ülkesinde örneği yoktu. İktidarın her söylemini ve her türlü icraatını görmezden gelme, inkar etme ve karalama üzerine kurulan ve tek kelime ile muhatabını ikazdan ziyade imhaya yönelik bir muhalefet anlayışı!..Öyle ki; idama götürülen Menderes bile, son sözlerinden biri olarak; ‘Allah, bu millete CHP gibi bir muhalefet vermesin!’ demek zorunda kalmıştır.CHP’yi iktidardan uzaklaştıran iki ana sebep var; bunlardan birincisi, özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarındaki uygulamalardır. Bu cümleden olarak, paradan Atatürk’ün resimleri kaldırıldı. Baskıcı bir sistem kuruldu. Gayr-i Müslim vatandaşlara yönelik ‘varlık vergisi’ çıkarıldı; ağır vergiler altında ezilen ve borcunu (!) ödeyemeyenleri Aşkale’ye, çalışma kampına sürüldü.Aç-biilaç ve beş parasız yerli halka yol ve hayvan vergisi tahakkuk ettirildi; halkın çoğunluğu bunları ödeyemedi; ödeyemeyenler, yol inşaatlarında ve taş ocaklarında mecburi çalışmaya tabi tutuldu. Ekmek, tuz, şeker, bez, gazyağı karneye bağlandı. Şekerin kilosunu memura 10 kuruştan, halka ise 5 liradan (oysaki, millet delikli kuruşa muhtaçtı) satıldı. Dolayısıyla halk, şekeri ancak rüyasında görürdü.Sütunum elvermiyor; daha neler ve neler... Tek cümle ile millet madde ve manasıyla bitirildi.İkincisi ise, mahut partinin muhalefet anlayışıdır. Her şeye ama her şeye karşı olmak; hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi beğenmemek ve her şeyi karalamak, partiye oy verecekleri de ürkütüyor. Böylesine simsiyah bir tablodan aydınlığın çıkabileceğini kimseler düşünemez; düşünemiyor da zaten!İnsanın doğası pozitif olmaktan yanadır; negatiflikten pek haz etmez.Muhalefet yapacağız diye sürekli asık suratlı olmak ve rol icabı bile olsa; kızıp, bağırıp gürlemekten kim hoşlanır? Keskin sirke küpüne zarar veriyor ve yapmak istedikleri tahribatı gerçekte kendilerine, kendi partilerine veriyorlar. Atom bombasından daha tesirli olan silahın; güler yüz ve tatlı dil olduğunu bir türlü göremiyorlar.Bakınız demokrasiye geçtiğimiz günden beri, halk, CHP’ye iktidar vermedi. İktidarların onca yıpranmışlıkları bile, CHP’yi iktidara alternatif yapmıyorsa; bunun kabahatini halktan ziyade kendilerinde aramalıdırlar.Tüm demokratik sistemlerde en az iktidar kadar muhalefet de önemlidir; hatta demokratik iktidarın olmazsa olmazıdır. Yol gösterici ve iktidara ışık tutucu bir muhalefetle; gerçek demokrasiye kavuşacağımız gibi; aynı muhalefetin iktidar alternatifi ve iktidar olabileceğini neden görmüyoruz?Dileyelim bütün bunlar dostça ikaz addedilir ve gereği yapılır.
İslam alemindeki dini sapkınlıkların tarihi çok eskilere gitmektedir. Ama son 200 senenin İslam coğrafyasına bakıldığında; sapkın cereyanların hemen hepsinin arkasında İngiltere’nin Sömürgeler Bakanlığı’nın olduğunu görürüz.Kendinden olmayan tüm Müslümanları ‘kafir’ bilen Vehhabilik, İngiliz eseridir.Geçen asrın başlarında yegane İslam devleti olan Osmanlı’daki şeyhülislamları masonlaştırıp; artık nakli esas almayan ve herkesin aklına göre bir İslamiyet uydurulmasına imkan tanıyıp fırsat veren yine İngilizlerdir.ABD’yi İngiltere’den ayrı düşünmemek lazım; zira ABD de İngiliz kumaşından dokunmuştur.Dün (1920’lerde) aynı oyun Afganistan’da; Emanullah Han’a karşı oynandı. İngilizler Topal Molla isimli bir ajanlarını, tıpkı bizdeki F. Gülen gibi allayıp pulladılar; derin alim, evliya dedirtip ününü ülkenin dört bir tarafına yaydılar. Müritleri, yarım milyona yaklaşınca ülkede iç savaş çıkarttı ve hükümet güçlerini yendi.Emanullah Han ülkesini terk ederken sınırda yanına bir kişi yanaşıp, kendini takdim eder. Ona der ki: ‘Ben Topal Molla’yım! Görevimi tamamladım, şimdi de ülkeme dönüyorum.’ Cüppeyi, sarığı çıkarıp atmış; sakalı kesmiş ve artık bir İngiliz asilzadesi görünümündedir.Emanullah Han’ın ağzından şu cümleler dökülür: ‘ Ben senin bir ajan ve hain olduğunu biliyordum ama; gel gör ki, buna halkıma anlatabilmenin imkan ve ihtimali yoktu! Çünkü sen evliya biliniyor ve kandırılan halkım, sende ‘ilahi güç’ vehmediyordu...’Daha dün ise, Irak’ta (2000’li yıllarda); Kadiri tarikatından olan babasının yerine geçen oğlunu, CİA-MOSSAD, tıpkı F. Gülen’e yaptıkları gibi devşirirler ve bozuk tarikatla (Kesnizani- Kimse bilmiyor tarikati) ortaya; semavi dinlerin karışımını çıkarırlar. Burada eğittiklerini istihbarata ve askeriyeye nüfuz ettirirler.Böylece; yenilmez denilen Saddam’ın orduları, tek kurşun atmadan düşmana teslim olur!Bizde de, dozajı arttırılarak çeşitli denemeler yapıldı. 15 Temmuz’da ise, nihai hedef için düğmeye basıldı. Tüm bu kalkışmaları, halkımız ve halkımızı ardına alan siyasi liderlerimizin çağrıları durdurdu.Nedense bizim devletimiz, dinden hep ürktü. Zaman zaman da yasakladı. Yasaklanan din, yerin altına girdi ve F. Gülen gibi psikopatlara gün doğdu.Halbuki inanca demokratik bir tavır sergilenebilseydi; isteyen herkes, inancını devlet eliyle doğru bir şekilde öğrenebilseydi; bu psikopatlara kanılmazdı.Adam, televizyonlara çıkıp beddualar ediyor; insanların ocaklarına ateşler düşsün diyerek ağzından salyalar akıtıyor. Böyle birine Müslüman ve hatta evliya gözüyle bakılıyor.Yahu! Dinin en yüce kişisi olan Hz. Peygamberi (aleyhisselam) kovalayıp taşa tuttukları ve yara-bere içinde bıraktıkları anda bile, beddua edilmeyip rahmet dilenmiştir. Rahmet dini olan İslamiyet’de böyle insana değil evliya, ancak şeytan denir.Ama dedik ya; dinini bilmeyen şeytanın maskarası olur!
1950’li yıllarda, Almanya ile Fransa arasında, tamamen iktisadi gereksinimler sonucu kurulan ‘Avrupa Demir-Çelik Topluluğu’ ; zamanla genişleyerek önce AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve daha sonra da bütün Avrupa’yı kapsayacak şekilde; sosyal, siyasal ve ticari birlikteliğe dönüştü (AB).Türkiye ise; 1963 Ankara anlaşması ile giriş başvurusunu yapmış ve 1978 yılında Yunanistan ile birlikte o günkü AET’ye davet edilmiş; Yunanistan’ın kabul ettiği daveti Türkiye elinin tersiyle itmiştir.Bu aymazlığı yapan hükümetin başında Bülent Ecevit bulunsa da; o günün siyasi liderlerinin hemen hepsi; ‘onlar ortak, biz Pazar!’ anlayışıyla ‘istemezük’çü idiler.Turgut Özal’la birlikte anlayışımız değişti lakin, bu sefer de AB işi yokuşa sürmeye başladı. O gün bugündür, mahut yokuşu çıkmaya çalışıyor; ama görünen o ki, çıktığımızdan fazla geriye düşürülüyoruz!Doğu Avrupa’nın aç-biilaç olan Demirperde ülkelerini Birliğe aldılar; yetmedi; Birlik anayasalarına aykırı olmasına rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni içlerine alıp Türkiye’yi sürekli dışladılar. Bunca istiskal karşısında Türkiye; Kopenhag Kriterleri yerine Ankara Kriterlerini belirleyip; yola, tek başına yürüyebileceği ikazında bulundu.AB, en büyük sınavını Bosna savaşında vermiş ve sınıfta kaldığını dünyaya ilan etmişti.İlk çatırtı; başından beri ulusal parasında ısrar eden İngiltere’den geldi; halkoylamasında çoğunluk, Birlikten çıkma yönünde oy kullandı.AB’nin son yıllarda vermekte olduğu sınav ise, savaş bölgelerinden kaçan mültecilere uyguladığı yöntemdir ki; bu durum, Birliğin söylemleri (kriter) ile eylemleri arasındaki zıtlığı ortaya koymaktadır.Ayrıca epeyce zamandır; Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde bir çalkalanma ve aşırı sağa kayış gözlenmektedir. Fransa’da Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Marine Le Pen’in: ‘ AB, Fransa’nın milli menfaatlerine aykırıdır!’ söylemine destek gittikçe artmaktadır.Le Pen ayrıca, Fransa’da Ulusal Cephe’nin Cumhurbaşkanı adayıdır; onun kazanmasıyla, AB’nin dağılacağı öngörülmektedir. Bu da, saklanmıyor ve hemen her platformda dile getirilmektedir.Artık Avrupa’nın yükselen değerleri (doğrusu, değersizlikleri) arasında yabancı düşmanlığı ve İslamofobi bulunmaktadır. Bu tip gayr-i insanı olguların, sosyo-politik bir zemin bulduğu Avrupa, evvel emirde şimdiye kadar dillendirdiği kendi öz değerlerinden soyutlanmış demektir.Avrupa’yı ayakta ve bir arada tutan bu değerler manzumesi idi; onları yitirince, çöküş ve dağılma mukadderdir.En son olarak; Türkiye’ye karşı sergilenen başta Almanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerindeki; Türk siyaset adamlarına getirilen miting ve konuşma yasağı, hepsinin üzerine tüy dikmiştir.Bu durum, Avrupa’nın yöneldiği gerçek yüzünün, bütün çıplaklığı ile gözler önüne serilişidir.Türkiye düşmanlarına (bölücüsünden FETÖ’cüsüne kadar) kucak açan Avrupalı birçok devlet ve siyaset adamı ve hatta Almanya gibi bir ülkenin yerel ve Anayasa Mahkemesi, sayın Erdoğan’ın tele-konferansla oradaki insanımıza hitap etmesine mani olmuşlardı.Aynı aymazlıklarına bugün de devam ediyorlar ve Türkiye’nin iç işlerine karışarak; referandumda ‘hayır’ çıkması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Türk bakanların salon toplantıları sudan sebeplerle iptal ediyor, uçuş güvenliğini ileri sürerek bakana uçuş izni verilmiyor, diğer bir bakanın ise, kendi toprağı olan büyükelçiliğine gidişine izin verilmiyor, diplomatik pasaport sahipleri sınır kapılarında saatlerce bekletiliyor; bütün bu utanç tabloları sergilenirken AB’den ve hatta Avrupa ülkelerinin medyasından tek ses çıkmıyor.Rus dışişleri bakanı Lavrov’un işaret ettiği gibi; ‘ Batı sonrası bir döneme mi geçiyoruz?’ Değerlerini yitiren Avrupa’nın 3. Dünya Savaşı’nın fitilini ateşleyebileceği neden görülmüyor?Avrupalının bu faşistçe tavırları; Türkiye’de ‘evet’çilerin ekmeğine yağ sürüyor ve Türk insanını kendilerine karşı biliyor.
Evvela şu tespiti yapmakta fayda var: İdarecinin despotu, demokratı nasıl belli olur? Herkesin kişisel doğruları olabilir. Bir de milletin, geniş halk kitlelerinin, halkların genel kabulleri vardır ki, bunlara evrensel değerler denir.Bir Çin atasözünde: ‘ Körlerin ülkesine gittiğinde, bir gözünü kapatıp git!’ denir; aksi halde sahip olduğun iki gözünü de çıkarırlar!Bir kısım siyasi partilerimiz, halka rağmen siyaset yapmayı maharet bilirler Gerçek despotizm budur. Bunun sonucunda her seferinde avuçlarını yalarlar ama bir türlü akıllarını başlarına devşirip; halk için politika üretmezler. Daha doğrusu; biz nerede-nasıl yanlış yaptık deyip bir muhasebeye girişmezler.Bu duruma nasıl geldiklerini doğrusu merak etmiyor değilim. Çünkü bu hal, ülkeleri işgal edenlerin (mütegallibe) siyasetidir. Onlar halka tepeden bakar, halkın değerlerini beğenmez ve halka rağmen iş görürler. Halkla, karşılıklı olarak birbirlerine diş bilerler!‘Bu halk yüzde 95’le seçse ne olur?!’, ‘Bu halkın seçtiğinden ne olur?!’, ‘Üç tane kazı güdemeyen halkın seçtikleri neye yarar?!’, ‘Kıllı, (hayvan diyecek ama korkusundan bu kadarını diyebiliyor) göbeğini kaşıyan!’, ‘Bizi seçmeyen bu halk her türlü cezayı hak ediyor!’Bütün bunları ve bunlar gibi daha nicelerini halkın bir kenara yazıp not etmediğini mi zannediyoruz? Bundan sonra halkın huzuruna çıkıp, sözüm ona halkçılık yaparsanız; sizi samimiyetsiz görür ve asla size inanıp prim vermez. Sittin senedir de vermiyor; neden acaba?!Halkla iç içe olamayıp onunla bütünleşmeyen; halkın derdiyle dertlenmeyen, halkın değerlerini üstün bilip onlara saygı duymayan siyasetçi halka asla güven vermez.Halktan (sandıktan) iktidar ümidini yitirenler; iktidarı, halkın dışındaki güçlerde vehmederler. Onlarla el ele verip, iktidarı alaşağı ederler ve böylece demokrasinin çanına ot tıkarlar. Artık kurdun istediği dumanlı hava oluşmuştur. Karanlıktan ve kaostan beslenen fırsatçılara gün doğmuştur.Demokrasi tarihimiz bu denli fırsat günleri ile doludur; bu günlerin fırsatçıları ise, bir gecede zengin olan şürekadır...Ve ülke rahatlıkla soyulabilir; ülkenin tüm kaynakları istenilen yöne kanalize edilebilir.Darbe sever siyasetçi, bürokrat ve iş adamı üçlüsü, hırsızlığa ve yolsuzluğa sacayağı olup, günlerini gün ederler; 28 Şubat’ta REFAH-YOL iktidarı alaşağı edilerek, yapılanlar gibi...Cumhurbaşkanı Sezer’in anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’e fırlatıp ülkeyi kaosa sürüklediği gibi... Ne mi oldu?22 banka battı. Kamu bankalarından alınan kredilerle özelleştirme ihalelerine girildi; krediler battı. Batan krediler görev zararı (!) kapsamına alındı. Merkez Bankasının hazineye açtığı kısa vadeli avans (genel bütçe ödeneklerinin yüzde 15’i kadar) son kuruşuna kadar kullanıldı.Hazine dünyada eşi görülmemiş faizlerle bono ve tahvil ihracına devam etti.2001 krizinden sonra konsolidasyon ve moratoryum dedikoduları ayyuka çıktı.Bütçenin en büyük harcama kalemi faiz ödemeleri olarak yansıdı.Halk öylesine perişan edilmişti ki, hıncını ilk seçimlerde aldı ve iktidar partilerini yüzde birlere kadar indirerek sandığa gömdü.2002 seçim sandığı, siyaset dünyamız için çok büyük dersti ama belli ki birileri hala tembellik edip dersini çalışmıyor!
Türk tarihinin gelmiş ve geçmiş en büyük fitnesi FETÖ hareketidir. 60’lı yıllarda başlatılan fitne ateşi; dış güçlerin gizli servislerinin telkinleriyle ve bizzat yönlendirmeleriyle; bir üst düzey MİT mensubunun ifadesiyle; CIA’nin Orta-Doğu bürosu vasıtasıyla yaktırıldı.Dış güçler, bu coğrafyada; asrın sonlarına doğru yükselen değerin ‘din’ olduğunu biliyordu. Bundan dolayıdır ki, ‘din’i, oyun sahaları olarak kullandılar. F. Gülen ise, tam istedikleri gibi bir din adamı idi.Kendisini ve hareketini; herkesin gıpta ile bakıp rağbet edebileceği ‘eğitim’ şemsiyesi altında gizlediler. Aynı oyunu; Gülhane Hatt-ı Hümayünu’ndan sonra imparatorluk topraklarının dört bir yanında pıtrak gibi açılan yabancı okullarında görürüz. Bu okullardaki öğretmenleri ve bunların yetiştirdikleri casusları, içimizdeki ajanlar olarak; Balkan savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullandılar.Darbe ile imparatorluğun başına çöreklenen İttihat Terakki mensubu, maceraperest bir avuç sergerde, bunlarla el ele vererek koca Cihan Devleti’mizi yıktılar. Resmi orduları teslim ve terhis edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş ve ülke toprakları, yedi düvel tarafından işgal edilmişti.Yıkılan devletin külleri üzerinde, halk, her tarafta ayaklanarak Kurtuluş Hareketi’ni başlattı. Kurtuluş hareketinin başına da; Şehsüvar-i yaveri olan Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. Üç yıl süren Kurtuluş Savaşı sonunda, düşman İzmir’den denize dökülerek kesin zafer kazanıldı.Atatürk liderliğinde genç Türkiye Cumhuriyeti devleti kurularak, yeniden; tarih ve coğrafya sahnesinde yer aldık.Atatürk’ten sonra NATO’ya girmeye zorlandık. Bir bakıma mecburduk; zira Sovyet tehdidi altındaydık. Böylece Batı (ABD) hinterlandında, resmen ve alenen yerimizi aldık.O gün elimizi verdik; seneler senesi kolumuzu kurtaramadık. Bugün geldiğimiz noktada ise; FETÖ hareketi ile kılcallarımıza kadar girilerek; gövdemizi versek kurtaramaz hale geldik!Asrın başlarındaki yedi düvelin işgalinden daha korkunç bir işgal, kalkışma ve iç savaş tehdidi ile karşı karşıya kaldık. Üstelik şimdiki düşman, yalnızca dışarıdan değil; dışarıdan manivelalı ve fakat içeriden saldıran şekliyle tarihte emsali görülmemiş alçaklıklar sergiledi ve sergilemeye devam ediyor.Bunların üzeri, dışarısının örttüğü kalın şalla örtüldü ve görünmeleri önlendi. S. Demirel’in dediği gibi; ‘Patagonya’daki ihtilalden haberimiz oluyor ama; Ankara’da burnumuzun dibindeki darbeden haberimiz olmuyor!’ Nasıl olsun ki; senin istihbaratın CIA endeksli çalışıyor; o ne derse o kadarını bilebilirsin!N. Erbakan’ın günahını almayalım; onun dışındaki tüm siyasiler ve dahi hem sivil ve hem de askeri bürokrasi F. Gülen’e ve hareketine yardımcı oldu. Az ya da çok, ama hepsi elinden tuttu; kimisi ayağa kaldırdı, kimisi ise sırtına alıp taşıdı!Sayın Erdoğan da bunlardan bir tanesidir. O ve tek başına iktidar olan partisiyle belki de en ziyade yardımcı olandır. Bir farkla ki, bütün bunların içinde işin farkına varabilen yegane lider Sayın Erdoğan’dır. Diğerleri ya farkına varmadılar veya farkına varıp cesametinin büyüklüğünden ürktüler! Özellikle cumhurbaşkanlarına devletin bütün sırlarının açıldığını biliyoruz!Sayın Erdoğan’ın bir diğer en büyük farkı ise, bu yapının devasa büyüklüğünü görüp te bunlarla mücadeleye girişmesidir. Üstelik tek başına! Bu adamda ya mangal gibi yürek var; ya da bu adam bir deli! Evet yanlış okumadınız; bütün dünyayı, tek başına karşına alıp mücadele eden adama başka ne denir ki?!Ama bilinen manasıyla deli değil; ‘bir insana deli denmedikçe, onun inancı (imanı) kamil (olgun) olmaz’ kabilinden bir delilik bu... Serdengeçti...Milletçe; serden geçercesine bu mücadeleyi kazanmak zorundayız. Bunun için de herkesin elini, taşın altına koyması ve bu mücadele yer alması gerekir.Ya hep birlikte kazanacağız; ya da, Allah saklasın, hep birlikte kaybedeceğiz!