Başta dost ve müttefiklerimiz (!) olmak üzere, dışımızdaki dünyanın Türkiye’ye bakış açısı malum! Kendileri, en ufak bir terör eylemine muhatap olduklarında, kızılca kıyameti koparıyorlar; ülkelerinde en zecri tedbirleri alıp, derhal olağanüstü hal ilan ediyorlar.Söz konusu ülke Türkiye olunca; isterse terör olaylarıyla ülkenin altı üstüne gelmiş olsun; alınan tüm tedbirler göze batmakta, teröre anladığı dilden mukabelemiz yerilmekte ve kanunlarımız doğrultusunda ilan ettiğimiz olağanüstü hal ise anti demokratik addedilmektedir.Dört koldan ülkemize saldırmalarının hedefi çok açıktır: Geçen asrın başında yapmaya çalışıp; büyük ölçüde gerçekleştirdikleri; parçalayıp işgal etmek istedikleri ülkemizi aynı akıbete uğratmak istiyorlar. Daha açık ifadesiyle; yarım kaldığını gördükleri işlerini bitirmek istiyorlar!Dilimize tüy bitmesine rağmen, bu vahim durumu bir türlü anlatamıyoruz! İçimizdeki satılmış hainlerle ve maalesef bir kısım gafiller, anlamamakta ısrar ediyor.Güney-Doğu illerimizdeki çukur siyaseti ile FETÖ ayaklanması; ülkeyi iç savaşa sokmak içindi. Bunun sonucunda da; suret-i haktan gözüküp, ülkemizi bir güzel işgal edip, paramparça edeceklerdi.Güney-Doğu’muzu koparıp Büyük Kürdistan’a katacaklardı. Doğu’muzu Ermenistan’a peşkeş çekeceklerdi. Türkiye, Suriye ve Irak’ı üçer parçaya bölüp; yutulur lokmalar haline getirmek ve böylece; ‘Arz-ı mev’ud’un önünü açacaklardı!F.Gülen denilen Büyük Şeytan’ı, maddi ve manevi kurtarıcı olarak başımıza geçirip; Müslüman Türk’ün bu son kalesini de yıkıp tarihe gömeceklerdi! Büyük Şeytan’ın kibrine bakın ki, Küçük Şeytanların akıbetlerinden bile ibret almıyor!AK Parti iktidarlarına kadar Türkiye’yi sandıkta bölüp istikrarsızlaştırıyor ve güdümlerine alıyorlardı. IMF, Dünya Bankası, İthal bakanlar, kısacık ömürlü koalisyonlar ve enva-i çeşit darbeler...2002 yılından beri; tek başına iktidarla ülkede hem istikrar sağlandı ve hem de zorbalara pabuç bırakılmadı. IMF’in borcu kesildi ve komiseri kapı dışarı edildi, her şeyden önemlisi darbelere geçit verilmedi. Bunların hepsi sandıkla ve sandığın çıkardığı insanların, milletin oylarına sahip çıkmasıyla başarıldı.En büyük başarı ise, çeşitli ayaklanmalara karşı milletimizin gösterdiği kahramanca karşı koyuştur.Silah zoruyla ve çeşit çeşit şeytani hile ve desiselerle yapamadıklarını, bu kez masada deneyecek ve çok defa başardıkları şekliyle siyaseti parçalı kılıp dizayn etmek isteyecekler.MHP’yi içten ele geçirmek istediler, başaramadılar. Oradan kopardıkları ile ya, sağda yeni bir oluşuma katılacaklar; olmazsa yeni bir parti kuracaklar.AK Parti’yi de aynı şekilde içeriden ele geçirmek istediler; F. Gülen, sayın Erdoğan’a milletvekili listesi gönderdi. Sayın Erdoğan tehlikenin büyüklüğünü fark etti ve onlarla kedi fare ile oynar gibi oynadı; şimdi de gereğini yapıyor!Ele geçiremedikleri AK Parti’yi bölmeyi deneyecekler; zira bu iş için aportta bekleyen bir sürü hain, gafil, şaşkın ve kendini bilmez var!Dedik ya; bu topraklarda düşmanın maden gibi işlettiği bir damar, nedense her daim mevcuttur!Milletimiz engin basiretiyle bu tehlikeyi gördü ve sürekli kaos üreten sistemi terk edip; hainlerin cirit atamayacakları yeni bir sistemi hayata geçirdi.
19 Nisan Referandumu sandık sonuçları; siyasi partilerimizin kimisinin kazandık, kimisinin kaybettik sözleriyle geçiştireceği cinsten değildir. Bu sonuçlara göre; her bir siyasi partimizin başını iki elinin arasına alıp derin derin düşünmesine ve inceden inceye hesap yapmasına gerek vardır.Bütün vatan sathı; il il, ilçe ilçe, kasaba kasaba, mahalle mahalle, köy köy, mezra mazra… Yurdun en ücra köşesine kadar her belde elden geçirilmeli; oylar, önceki seçim sonuçlarıyla değerlendirilip gerekli tedbirler tez elden alınmalıdır. Yüzde 50’lik blokların her iki tarafında yer alan partilerin kendilerini, bloklarındaki oyların aslan payının sahibi görmeleri son derece aldatıcıdır. Bu durum, her siyasi parti için böyledir. Hiç kimse kendini, aç tavuk misali darı ambarında sanmasın!Ayrıca bunun bir referandum olduğu unutulmamalı; bir kısım siyasi partiler amblemleri ile yarışa girerlerken, diğer bir kısmı parti ismi kullanmadan yarışı sürdürdü. Sonuçta da, yarışın açık ara galibi yoktur; nitekim galip taraf salt çoğunlukla ipi göğüslemiştir. Bu durum; yarışı kazansın veya kaybetmiş olsun, bütün siyasi partilere teyakkuz (alarm) halini salık vermektedir.Bundan böyle; AK Parti MHP ile el ele verip, Anayasa’ya uyum yasalarını süratle çıkarmalıdır. Bunun için gerektiğinde Meclis yaz tatili yapmamalı ve bu uyum yasaları bir an önce yürürlüğe sokulmalıdır. Belli ki, muhalefet yine müzmin muhalefetliğini yapacak ve anayasanın bu amir hükmüne bile karşı gelecektir. Bu ise, millete saygısızlığın daniskasıdır.Her şey milletin gözleri önünde cereyan edeceğine göre; herkes hesabını sandıkta millete verecektir.AK parti, YSK’nın, kesin sonuçları ilanından hemen sonra; Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ı partiye davet etmeli ve Olağanüstü Kongre’yi toplayıp; Genel Başkanlık koltuğuna asıl sahibini oturtmalıdır. Siyasette 24 saat uzun bir zamandır, sözü boşuna söylenmemiştir!Bu arada; Bakanlar Kurulu’ndaki kan tazelemesinde geç kalınmamalı; önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerini göğüsleyebilecek ve onlardan başarı ile çıkabilecek hizmet performansını sergileyecek kadrolar işbaşına getirilmelidir.Devletin sırları, Cumhurbaşkanı’ndan esirgenmez; dolayısıyla kimsenin bilmediklerini sayın Erdoğan bilmektedir. Ülke olarak; nasıl bir terör sarmalında olduğumuz cümle alemin malumudur. Devletin en ücra köşelerine değin nüfuz eden FETÖ denilen ahtapot terör örgütü ile mücadelede; neredeyse tek başına bırakılan sayın Erdoğan’ın elinin güçlendirilmesi gerekliydi. Yurt içinde ve dışındaki terör örgütlerine karşı giriştiği kararlı tutumunu; bundan böyle tek elden ve daha etkin bir şekilde sürdürebilir!Bu referandumun en büyük kazanımı, Doğu ve Güney-Doğu’daki oyların dağılımında görülmüş; Kürt vatandaşlarımız PKK’nın kendilerinin temsil etmediğini görmüş ve bu durumu tescillemişlerdir.Bölücü Terör Örgütü; şehirlerin yerle bir edilmesiyle, insanların yerlerini-yurtlarını terk etmesiyle; tünellerle, çukurlarla ve barikatlarla son kozlarını oynamış; bütün bunlara karşın bölge halkı bunların hiç birisine prim vermemiş ve devletinin yanında yer almıştır.Bölgede Türk bayrağını dalgalandıran siyasi partilerin kıymeti bilinmeli ve bu tarihi fırsat bir daha elinden kaçırılmamalıdır!Dağın uzantısı olan siyasi partinin hal-i pür melali ortadadır. Mahut partinin bölge halkına verebileceği; kan, gözyaşı, çukur, tünel, yıkıntı ve perişanlıktan başka bir şey olmadığını, onlar da görüp yaşadılar ve anladılar.Ne yazık ki, HDP, kendini PKK ve PYD’ye endekslemiş durumda… PKK ve PYD ise tamamen dışarısının destek ve himayesinde… Dolayısıyla; onların emrinde ve Türkiye’ye karşı savaş halinde…HDP de artık, bu işin terörle, savaşla olamayacağını görüp; salt siyasete bir an önce dönmek zorundadır. Zira güvendikleri dağlara kar yağıyor! Üstelik, şimdiki yağış, öncekilere hiç benzemiyor!Devlet, terörün kökünü kazımakta kararlı; artık, ‘tavşana kaç-tazıya tut!’ devri sona erdi!Belli ki sandığın dili de terörden bıktığını haykırıyor! Tüm sorumlular bu çığlığı duyup, siyaset üretmek zorundadır.
Referandumla milli irade direkt tecelli eder; Meclis’te ise, temsiliyet, milletin seçtikleri eliyle olduğundan milli iradenin tecellisi dolaylıdır.CHP ile itiraz etmek, karşı olmak, ret ve inkar kelimeleri öylesine özdeştir ki, pekala bu kelimelerin yerine CHP kullanılabilir!CHP’nin itirazı ve karşı olması; direkt de olsa, dolaylı da olsa gerçekte milli iradeyedir. Yani milletedir. Öyle olmasaydı; Meclis’ten çıkan hemen her kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurur muydu? Ve yine bugün; direkt halk oylamasıyla sandığa yansıyan milli iradenin iptali için; o mahkeme senin bu mahkeme benim; kapı kapı koşturur muydu? CHP’nin yanılgısı; köprülerin altından akan ve akmakta olan onca suları görmemesinden kaynaklanıyor.O, hala 367 garabeti ile 411 oy’un kabulünü görmeyen ve iptal eden, kerametleri kendilerinden menkul mahkeme ya da mahkemeler var zannediyor. CHP’nin zaman tünelinde kaldığı, bundan da belli değil mi?Varlık sebebi millet olan ve asıl işi millete saygı olması gereken bir siyasi partinin, milletin kararının iptali için mahkeme kapılarını aşındırması kadar abes ve tuhaf ne olabilir ki?Dikkat ediniz; CHP’nin seçim sonuçlarına itiraz etmediği tek bir seçim vardır; o da 1946 seçimleridir! Neden biliyor musunuz? Çünkü o seçimler: ‘ açık oy, gizli tasnif!’ le yapılmıştı. Açık oy-gizli tasnif demek; savaşta askerin barutunun olmaması demek. Başka söze gerek var mı?Açık oy-gizli tasnifi demokratik addetmek; dipsiz bir kuyuyu Everest Tepesi zannetmekten daha abestir.Alışkanlık yapmış olacak ki, aynı abeslikleri hep sürdürdü; bugün de sürdürüyor; YSK’nın kararları kesindir, hükmünü bilmesine rağmen, o mahkemeden bu mahkemeye başvuruyor.Halbuki Türkiye’miz bu referandumla en önemli adımını atmıştır. Zira şimdiye dek tartışılan demokrasisi ile siyasal gerçekliği, halka yönelik olarak dönüşüyor. Halk, Cumhurbaşkanını doğrudan seçtiği gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni de doğrudan belirlemiş oldu.Bu denli bir demokratik kazanım, dünyanın pek az ülkesinde mevcuttur.Avrupa ve içimizdeki bir kısım vesayet erbabı, bu durumu; yani halkın bizzat belirmesini hazmedemiyor. Hazmedemiyor çünkü; düne kadar kukla gibi oynattıkları temsilcilerinin rollerini millet devraldı. Bütün bir milleti oynatamayacakları için hazmedemiyorlar!Eskiden ne kolaydı: millet vesayet erbabının elinde oyuncak, vesayet erbabı da Avrupa veya ABD’deki efendilerinin elinde oyuncaktı!Mahut sistem, emme-basma tulumba gibi çalıştırılıyor ve bu ülkenin yer altı ve yer üstü tüm kaynakları, maddi ve manevi gücü mahut odaklara peşkeş çekiliyor; arta kalan enerji ise, ülke insanının istifadesine sunmak yerine toprağa veriliyordu.Referandumla evet çıkmasıyla; dışarısının ve içerideki avanelerinin yem boruları kesilmiş ve hepsi birden ( AGİT, sahibinin sesi bir kısım dahili ve harici medya ve FETÖ başta olmak üzere; şer odaklarını sözcülüğünü yapan bir kısım siyasiler...) ; kuyruklarına basılmış yılanlar gibi saldırıya geçtiler!Yerdeki bağırış-çağırışların ve atılan naraların, gökteki yıldızlara zarar vereceğini zannediyorlar!Oysa; hem Bor’un pazarı ve hem de; atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!Geçmişler ola!..
Türkiye’mizin siyaset tarihi hep sancılı olmuştur. Balık baştan kokar; özellikle Cumhurbaşkanlığı makamı vesayetin önemli bir odağını teşkil ettiğinden; Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürekli sıkıntılı olmuş; bu yüce makam seçilmişlerden vareste tutularak, adeta atanmışlara (üstelik yalnızca askerlere) adanmıştı!Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde siyasetin eli-kolu öylesine bağlanmış ve siyaset erbabı öylesine oyunun dışına itilmişti ki; bir tarafın önerdiği bir asker adaya, karşı tarafın yapabileceği tek şey, başka bir askeri onun karşısına çıkarabilmekti. Bu bile para etmiyor; vesayet odaklarının işaret ettiği kişi zorla dayatılıyordu.Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ( başkanlık sistemi) bu netameli işi kökünden halletmiş; buna da; 2007 yılında 367 garabetini ortaya atanlar sebep olmuştur. Bugün noktalanan haliyle de; mahut zevat, tabir caizse Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştur!Başka bir deyişle; bugün kavuşulan bu sistemi, evetçiler kadar hayırcılara, hayırcıların temsilcilerine de borçluyuz! Onlar, Meclis’i sudan bahanelerle işlemez kılınca; Cumhurbaşkanını halka seçtirmek zorunluluğu doğdu ve böyle oldu.Cumhurbaşkanını halka seçtirerek zaten başkanlık sisteminin önü, üstelik geriye dönüşü olmaksızın açılmış olmuştu. 82 Anayasası ile yetkilerle donatılan Cumhurbaşkanlığı makamı sembolik olmaktan çıkarılmış; ama bu denli yetkili bir makam, sembolikmiş gibi sorumsuz kılınmıştı. Başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine şeklen geçilmiş olmasına rağmen; bu duruma resmiyet kazandırılamamıştı. Bunca yetkili ve üstelik halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı, ‘Başkan’dı ama adı konmamıştı.Referandumla o resmiyet de kazandırılmış oldu.Şimdi süratle yapılması gereken hususların başında; mevcut yasaları, (Meclis İçtüzüğü dahil) referandumla gerçekleştiren anayasa maddelerine uyumlu hale getirmek gelmektedir.Yönetimde istikrar, temsilde adalet der dururduk; ama başta yüzde onluk baraj ve antidemokratik siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu ile seneler senesi demokrasicilik oynayıp durduk!Kendimizi kandırmamıza gerek kalmadı; zira yönetimde istikrar sağlanmış oldu; artık mahut kanunlarda demokratik değişiklikleri yapıp, temsilde adaleti sağlamalıyız.AK Parti yönetimi şu hususun üstünü kalın çizgiyle çizmelidir: Batıda ve büyükşehirlerdeki oy düşüşün sebebini bütünüyle MHP’ye bağlamak son derece yanlış ve kaba bir değerlendirme olur.Metropollerdeki AK Partililerin önemli bir kısmı, ya sandığa gitmedi veya gidip hayır oyu kullandı. Bunun en önemli sebebi ekonomiktir. Ülke, krizden krize sürüklenmesine ve piyasalarda yaprak kımıldamamasına ve buna paralel olarak onca iş adamı ve esnafın iflasla karşı karşıya kalmasına rağmen; gerekli tedbirler alınmadı; alındı gibi yapılanlar da asla sadra şifa olmadı.Bu mühim konuya önümüzdeki yazılarımda devam edeceğim. Ancak burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Hükümet, ödeme güçlüğüne giren esnaf ve iş adamları için yapılandırma yaptı. Adam, borcunu ödeyemezken; yapılandırma ile yeni ödemelerinin yanına eskilerinin de eklenmesiyle muhatap kılındı. Ödeyemediği için; girilen sıkıntının yanına, bir yeni sıkıntı daha ilave edildi!Bir fili bakamayıp iade etmeye gidilirken, ikinci fille geri dönülmüş oldu!Uzun süredir piyasaların durgunluğu malum; mevcut borcunu ödeyemezken bir de eskisini hangi parayla ödeyebilsindi? Onca krizlerden sonra; bu ülkede 15 Temmuz gibi bir kalkışma yaşanmış; böyle bir durumda ya borçların tamamı silinir veya 15-20 seneye yayılır.Tanklara bedenlerini siper eden millet can derdinde bile değilken; kasabın (maliye-bürokrasi) et (vergi) derdinde mi olması gerekirdi?Üstelik bir de; referandumdan sonra yeni bir yapılandırma yapacağız demezler mi?Şaka gibi!..
Kim ne dese desin; meramını hangi yaldızlı ve tesirli sözlerle anlatırsa anlatsın; gerçekte bizzat yaşayan gibi kimse bilmez, bilemez.İnsanoğlu ‘benlik’ hastalığıyla yaratılmıştır. Bu duygu az ya da çok her insanda bulunur. Bundan dolayıdır ki, herkes baş olma, reis olma, hükmedebilme sevdasındadır. Bu, öylesine bir hastalıktır ki, insanı ölünceye kadar terk etmez.Siyasi sistemimizi bu hastalık üzerine bina etmişiz; Cumhurbaşkanını ve Başbakanı halka seçtirerek ve Cumhurbaşkanlığı makamını sembolik olmaktan çıkararak (Halkın seçtiği elbette yetkili olmalı) sistemi iki başlı hale getirmişiz.Önceki Cumhurbaşkanları, Başbakanları ile kavga ettiler ve kaos ürettiler; Şimdiki yetkili Cumhurbaşkanı ile Başbakanın çatışması ve kavgası ise kaçınılmazdır! Kavga etmiyorlarsa, bu, Başbakanın ‘peki’ demesindendir. Demeyebilirdi; o zaman ne olacaktı? Şu halde; şahıslar üzerinde değil, sistem üzerinde çalışıp onu sağlam bir zemine oturtmak şarttı.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile krizleri ve kaosu önlediğimiz gibi kalıcı istikrarın önünü açtık. Bunu da, aradan aracıları ve özellikle vesayet odaklarını çekerek, bizzat millete yaptırdık. Artık işin sahibi millettir ve bundan böyle milletin dediği olacaktır.Demokrasi de bu değil midir?Başbakan Binali Yıldırım’ın, çok yerinde işaret ettiği gibi: ‘...Bu sistem (yani iki başlılık) baba ile oğulu birbirine düşürür. Sistem iki başlılığı tanımlamış, iki tane irade tanımlamış; bu iki iradeden biri gücünü kullanmaktan vaz geçecek. O da tabii vatandaşın verdiği yetkiye sahip çıkmamak anlamına geliyor. Halbuki devlette işlerin yürümesi için iradenin tek olması lazım.İRADE OLMAYAN YERDE İDARE OLMAZ...’Demokrasilerde çare millettir; milletin seçip yetki verdikleridir. Bunun dışında çare aramak; yani millete rağmen iş görmek, vesayetin oluşmasını sağlamaktır.Vesayetin çare olmadığı, sittin seneyi aşkındır ürettiği krizlerle ortadadır.Mevcut darbe anayasası bütün siyasi partiler tarafından eleştirildi ama değiştirilmesine yanaşmadılar! Yani sorun üreten ve patinaj yaptıran sistemin üzerine titrediler; restorasyonuna bile yanaşmadılar! Aylarca uğraşıp, üzerinde mutabık kaldıkları 60 maddeyi bile geçirmediler!Sözün kısası; parlamenter sistemle (bizdeki vesayet sistemiyle) parlamentoyu tıkadılar ve darbe anayasası ile yaşamaya bizi mahkum ettiler!Milletimiz o engin feraseti (öngörüsü) ile bu kördüğümü çözdü; istikrardan yana oy kullanarak ‘EVET’ dedi. 2011 yılında yapmış olduğu Anayasa değişikleri ile açmış olduğu parantezi bu şekliyle kapatmış oldu.Hayır diyen vatandaşlarımız da evet diyenler kadar saygındır; artık, her türlü çekişmeyi bir tarafa bırakıp; herkes asli işine bakmalıdır. Zira ülke olarak; hızla dönen bu dünyada bir saniye kaybedecek lüksümüz yoktur.Avrupa’ya kıyasla genç ve çok dinamik bir nüfusumuz var; bunu onlar, bizden daha iyi görüp değerlendiriyorlar. Onların bu değerlendirmeleri; elektrik akımını toprağa verdirip; zamanı, mekanı ve imkanı boşa geçirmemiz şeklinde seneler senesi sürüp gitti.Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile kendimize döndük; kafa, ruh ve beden olarak da titreyip kendimize gelmeliyiz. Herkes kendine, ailesine, sokağına ve toplumuna; daha nasıl faydalı olabilirim derdiyle dertlenmeli ve bu uğurda gayret sarf etmelidir.Laf yalama oldu; artık icraat zamanı!
Evet ve hayırları ile bu referandumun kazananı; yüzde 85 gibi katılımla demokrasimizi taçlandıran aziz milletimizdir. Demokrasinin beşiği ülkelerde bile bu oran, yüzde 50’lere zor çıkıyor.Yenilen pehlivan güreşe doymazmış; bu yüzden olsa gerektir ki, kaybedenlerin mızıkçılığı her daim olduğu gibi, şimdi de ve şimdiden sonra da olmaya devam edecektir. Doğrusu Türkiye’miz, 1950 yılından beri çok sağlıklı şekilde seçimlerini başarılı ile sürdürmektedir ve hiç kimsenin; başta AGİT gibi kuruluşların, Türkiye’deki seçimlere söz söyleme hak ve salahiyetleri yoktur ve olamaz.Zira Türkiye’mizin bu haline, dün olduğu gibi, bugün de tüm dünya gıpta ile bakmaktadır.18 maddelik kısmi anayasa değişikliği ile milletimiz tarihi bir karar vererek, yönetim sisteminde: kendine yeni bir yol çizmiş ve yepyeni ufuklar açmıştır.Böylece; içerideki ve dışarıdaki tüm vesayet odaklarının çanlarına ot tıkılmış oldu! Artık söz de karar da ve icraat da milletindir. Bundan böyle hiçbir dahili ve harici şer güç, bu millete emir veremeyecek; bu milleti, kendi kötü emellerine alet edemeyecektir.Bundan böyle; bu ülkede koalisyonlar dönemi bitmiş, siyasi istikrar dönemi, kesintiye uğramaksızın başlamıştır. Diğer bir ifade ile kalkınmanın ve medeni ülkelerle yarışmanın fitili ateşlenmiştir.Bu referandumla siyasi partiler yarışmadı; ‘Hayır’ tarafının isimsiz yarışması lehlerine olmuş ve bu durum; özellikle kararsız oyları kendi tarafına çekmiştir.Bu tarihi kararda MHP lideri sayın Devlet Bahçeli’nin kararlı tutumu, her türlü takdirin üzerindedir. Bahçeli olmasaydı, bu tarihi karar metni gündeme bile alınamayacaktı. Sayın Bahçeli, FETÖ’nün MHP’yi ele geçirme operasyonunu görüp, zamanında müdahale etmiş ve MHP’yi büyük bir badireden kurtardığı gibi ülkemiz için yeni ufukların kapısını açmıştır.Muhalif kanadın ne yapmak istediği ortadadır; MHP’yi tümü ile ele geçirmek; bu olmadığı takdirde, partiyi bölüp yeni bir parti kurmaktır. Bahçeli, tüm bu tehlikeleri bizzat görüp yaşadı; bundan sonrasında da partisini kaptırmamak ve böldürmemek için gerekli tedbirleri süratle almalıdır.Bu referandum göstermiştir ki; MHP için FETÖ tehlikesi dimdik ayaktadır ve partiyi, için için kemirmektedir!Bu referandumla partili cumhurbaşkanlığının yolu açılmıştır; sayın Erdoğan bir an önce AK Parti’ye üye kaydını yaptırmalı, şimdilik mevcut Genel Başkanla el ele vererek; partiyi A’dan Z’ye yeniden dizayn etmelidirler. Bu dizaynda, özellikle ayrık otlarının temizliğine gerekli özen gösterilmeli ve her kademedeki FETÖ’cüler partiden atılmalıdır.Yine bir an önce Olağanüstü Kongre’ye gidilmeli; oluşturulacak her kademedeki parti yönetim kadroları; FETÖ ile mücadele eden ve bu uğurda gözünü budaktan esirgemeyen kişilerden seçilmelidir.Doğu ve Güney-Doğu’daki AK Parti oyları; bir kısım yerlerde yüzde 10, diğer bir kısım yerlerde yüzde 20’ler civarında artış göstermiştir. Bu bölgelere yönelik uygulamayı, derhal yürürlüğü sokmalı ve bunun demokratik hak ve hürriyetler ile kalkınma endeksli olmasına itina gösterilmelidir.Bütün bunlar yapılırken; terörle mücadeleden asla taviz verilmemeli; bilakis, üstüne üstüne gidilip terörün kökü kazınmalıdır. Terörün olduğu yerde ne kalkınmadan ve ne de insan hak ve hürriyetlerinden bahsedilebilir. Sandığın dili konulu yazımızı sürdüreceğiz.
Alexis Carrel insanı tanımlamaya çalışırken, onun tanımlanamayacağını; ‘ insan denen meçhul!’ vurgusuyla ifade eder.Evreni kendi emrinde görüp, onu, adeta bir kanaviçe gibi işleyen insan; kendinin kim ve neye memur olduğunun idrakinden maalesef yoksundur!Bizzat kendine bu denli kör olan insan, başıboş bırakıldığını mı sanıyor? Oysa; her nereye ve neye baksa, hepsinin bir sebep için ve hepsinin birer sebeple var edildiğini görüp değerlendiriyor.Hepsinin üstünde ve amir konumundaki insanın da, sebepsiz yere var edilmeyeceği açık değil mi?İnsan, nereden gelip nereye gittiğine ve bu hayat (canlılık) denilen süreçte rolünün ne olduğuna bakıp düşünmeli ve muhasebe yapmalı. Hiçbir dahlinin olmadığı bu geliş ve gidişte ve bu ikisi arasında kalan yaşam sürecinde, iradesi ne idi; ne oldu?Büyük bir Velinin yerinde bir tespitiyle: ‘...’ Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği zaman, eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek arasında hür ve serbest bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı halde, elini, dilini uzatır, onları yersin. Fakat böyle mecbur olduğun zamanlarda bile, iradene malik olduğun halde, seni aciz bırakan harici kuvvetler karşısında kendini mecbur, esir, hasılı bir hiç bilirsin.Yahu! İşin yolunda, başarı ve zafer yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zamanında ise, kaderin zorlaması altında oyuncak bir (Hiç) diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?... Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz... Her halde ikisi arası bir şeysiniz... İlim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesat karanlığı, hep şirkin (Allah’a ortak koşmanın), imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, Hak tealayı hakim bilip, O’na kulluk etmedikçe, insanlar birbiri ile sevişemez!..’Kendini bilmeyen ve tanıyamayan insanın, başkaları tarafından bilinip tanınması imkansızdır. Bunu da en güzel şekilde Hz. Mevlana dile getirir: ‘ ...Bir ömür boyu, insanlar arasında inleyip durdum (ah çektim). İyilerle de, kötülerle de birlikte oldum. Hepsine karşı tatlı dilli, güler yüzlü oldum; ben insanlığımı yaptım ve böylece onların her birisi beni, kendi dostu sandı. Hemen hepsi, dış görünüşüme baktı. Hiç birisi benim kalbime, gönlümün derinliklerine bakıp, oradaki esrarı bilip öğrenmedi, öğrenemedi.... Aynı dili konuşmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan, yabancılarla birlikte kalırsa mahpusa benzer. Nice Hintli ve nice Türk vardır ki, dildeştirler (aynı dili konuşurlar). Nice iki Türk vardır ki, birbirine yabancı gibidirler. Şu halde; ‘mahremlik-yakınlık dili’ bambaşka bir dildir. Gönül birliği (gönüldaşlık) dil birliğinden daha iyi ve daha üstündür. Zira gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüzbinlerce tercüman zuhur eder.’Bugün insanlığın geldiği noktada ise; değil sözsüz, işaretsiz ve yazısız anlaşabilme; sözlü, yazılı ve işaretle bile anlaşılamıyor ve böylece; kendinin ve başkalarının meçhulü oluyor.Oysa; insanı insan yapan ve en yüce yaratılan kılan şey bilmektir. Nereye kadar bilmek? Nasıl bilmek? Niçin bilmek?Tüm bu ifritten suallere cevabı, Yunus’umuz ne güzel veriyor: ‘ İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin; Ya nice okumaktır. Okumaktan murat ne? Kişi Hak’kı bilmektir!..’
İçeride halka rağmen, dışarıda da ülkeye rağmen politika üretilirse yandı gülüm keten helva!Hem halkçı geçinip ve hem de halka rağmen politika üretmek, dünya üzerinde yalnızca bize özgü bir siyasettir. Hem öylesine bir siyaset ki; vaktiyle bir bakana kendi politikalarıyla alay eden, son derece muzip bir örnek verildiğinde; bakanın yüzünün yarısı, sözde devleti temsil ederek asılı, diğer yarısı ile de gülüyordu!Politikacı; halkını aşağı görüp ona vasi muamelesi yaparsa, onu bin bir çeşit yalanla uyutmak zorundadır. Halkına ‘sürü’ gözüyle bakan despot yöneticilere bakın; hemen hepsi büyük güçlerin elinde esirdir!İçeride olsun, dışarıda olsun tüm bu alengirli işler; daha düne kadar kamufle edilerek yapılıyordu.İletişim araçlarının gelişip, dünyayı bir köye çevirdiği günümüzde ise; hem içerideki ve hem de dışarıdaki politikacılar ‘ kral çıplak!’ şeklinde cascavlak ortada kalmışlardır. Bu durumu kendileri de görüyor; bu yüzden olsa gerektir ki; yalanlarını halkın gözünün içine baka baka sıralamaktan çekinmiyorlar!Kasaba politikacıları bu durumu meslek edinirken; şehirdekiler ve uluslararası olanlar ise; Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’i taklit ederek ve ‘en büyük yalan en yalın gerçektir!’ sözünden hareketle, yalandan devasa heykeller dikmekte ve halklarının o heykellere tapınmasını istemekteler!Düne kadar yapılan tüm darbelerin arkasında ve hatta içinde ABD olmasına rağmen, kendini gizliyordu. Cenazeye bizzat iştirak edip bizimle birlikte timsah gözyaşı döküyordu.Son dönemde peş peşe sökün eden ve 15 Temmuz’da pik yapan darbeler ise, aleni olarak ve fütursuzca yapılmaktadır. Çünkü içimizden birilerini devşirmişler ve kendi adlarına rahatlıkla kullanabilmektedirler. Psikolojik savaşlarla, halkın kullanışlı hale getirildiğini biliyorlar.Bu devşirmelerden bir kısmı; ‘Büyük Kürdistan’ hayaliyle, diğer bir kısmı da bir meczuba ram olarak; kendi millet ve devletleri aleyhinde çalışmakta, düşmanlara uşaklık yapmaktadır.Son yüz yılın gazetelerini açın okuyun; bu netameli coğrafyada gündem hep aynı: Devamlı kavga, didişme, savaş, kan ve gözyaşı…Tarih boyu bu coğrafyanın toprakları her bakımdan çok verimli; şifalı otları da bol, zehirli otları da… Bu bolluk içinde; kahramanların da hainlerinde dünyada eşi, menendi yok!FETÖ olayı bize gösterdi ki; en masum taleplerin altında engerekler var! Güzel simaların ardında katil yüzler saklanmış!Bunları devşiren dış güçler; bugün el ele vererek Türkiye’nin karşısına dikiliyor; kimi FETÖ terör örgütü değildir diyor ve FETÖ’cüleri bağrına basıyor; kimi ise, bizzat FETÖ elebaşını ve yandaşlarını evinde besleyerek üzerimize salıyor.Bununla da yetinmiyorlar; bir yandan Türkiye’ye karşı ekonomik savaş açarken, diğer yandan PYD ile kol kola girip, en gelişmiş silah ve mühimmat desteğinde bulunup; dost ve müttefikleri(!) olan Türkiye’yi Suriye’den dışlamaya çalışıyorlar.Maksatları; Kuzey Suriye’de oluşturdukları kantonları birleştirerek, Kürdistan’ı Akdeniz’le buluşturmak! Yani Türkiye’nin onca çabasını boşa çıkarmak!..Tavşana kaç, tazıya tut! diyerek sürdürülen avcı politikaları ile bir yere kadar…Eski Türkiye yok artık! Suya sabuna dokunulmadan temizlik yapılamayacağını gören Türkiye, bugün Suriye’de kurulacak masada söz sahibi!Suriye’de; neden sahadasınız? diyenlere, bu masa en güzel cevabı verecek!