Hükümet kıdem tazminatı ile ilgili taslağa son halini verip görüşe açtı ancak hem işveren hem de işçi kesiminin bu taslağa evet demesi ve uzlaşılması im-kan-sızÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iyi niyetli bir yaklaşımla tüm çalışanların kıdem tazminatı alabileceği yeni bir sistem için harekete geçti ve taslağa son şeklini verdi. Verdi vermesine de görüşe açılan taslağın taraflar tarafından kabulü neredeyse imkansız görünüyor.Şu an çalışanların yüzde 90’ından fazlası ne yazık ki kıdem tazminatı alamıyor. Hükümet bu gerçekten yola çıkarak çok uzun süredir yeni bir kıdem tazminatı sistemi üzerinde kafa patlatıyor. Ancak ekonomideki hassas dengeleri bozmamak adına da düşünülen tasarı yıllardır bir türlü hayata geçemiyor. Kıdem tazminatı ile ilgili son olarak Bakan Süleyman Soylu “Artık teknik olarak hazırız. Sıra taraflar arasındaki diyaloga geldi” dedi ama taraflardan gelen tepkiler, bu tasarının da bu haliyle yasalaşmasının imkansız olduğunu ortaya koyuyor. Yani kıdem tazminatı değişikliğinin bilmem kaçıncı kez rafa kalkması an meselesi.Aslında iki taraf da haklıAslında objektif olarak bakıldığında her iki tarafın da yani hem işçi sendikalarının hem de işverenin haklı olduğu noktalar bulunduğu çok açık. İşte bu yüzden de diyorum ki kıdem tazminatı ile ilgili bir sistem değişikliği kolay kolay mümkün değil. Gelin tasarının kritik 2 maddesine ve tarafların bu maddelere yönelik yaklaşımına pencere açalım. Açalım ki hem getirilmek istenen sistemi anlayalım hem de neden uzlaşılamayacağını yorumlayalım.16 günlük maaşa düşürülecekKıdem tazminatı her yıl için 30 günlük maaş kadar değil, 16 günlük maaş kadar belirlenecek.İtiraz: Mevcut sistemde 3 bin lira net maaşı olan bir kişi, çalıştığı her yıl için 3 bin lira tazminata hak kazanıyor. Yeni sistem bu kazanımı 1.600 liraya düşürüyor. Zaten sadece bu maddeye bakınca bile işçi sendikaları tasarının kalanını okumaya gerek duymuyor, ayaklanıyor.İşçilerin yüzde 90’ından fazlasının mevcut sistemde tazminat alamamasını umursamıyorlar. Kazanılmış 30 günlük haktan 1 gün bile feragat etmek istemiyorlar.İşçinin her ayki çalışması karşılığı hakettiği kıdem tazminatı, SGK tahsilat ekranından işveren tarafından yatırılır. Kıdemle ilgili kısım ayrılarak işçi lehine açılan Fon’a yönlendirilir.İtiraz: Kıdem miktarını 30 günden, 16 güne indiren tasarıya normalde işverenin evet demesi beklenir değil mi? Öyle değil işte. Şu an işveren SGK kesintisi olarak işçi adına yüzde 37.5 prim ödüyor. Kıdem tazminatı yasası gerçekleşirse ödemesi her ay için 4 puan daha artacak ve yüzde 41.5’e çıkacak. Yani işveren yıllara yaydığı kıdem tazminatını her ay peşin peşin ödemek zorunda kalacak. ‘Asgari ücret artışı ile zaten yüküm arttı’ diyor.4 puanlık artışı istemiyor. Pek çok şirket için tazminat yükü muhasebeleştirilen ancak fiili ödeme yapılmadığı için günlük hayatta sorun yaratmayan bir yük. Oysa yeni sistemle aylık bir maliyet haline dönüşecek. İşverenin de en büyük itirazı bu noktada.Ve diğer itiraz edilen noktalarSadece bu 2 maddeye bakınca bile kilidin açılmasının ne kadar imkansız olduğu ortada. Ancak itiraz edilen değişiklikler bu 2 maddeyle sınırlı da değil. Mesela işçi tarafı Fon’da biriken paraya işçinin 15 yıl boyunca dokunamayacak olmasını da kabul edilebilir bulmuyor. Mevcut durumda işçi ile işveren anlaştığında işçinin eline bir şekilde toplu para geçiyor. Getirilmek istenen sistemde ise işçi parasını kendi adına açılan Fon hesabında izleyebilecek görebilecek ama dokunamayacak. Fon’un nasıl çalışacağı, birikiminin sağlıklı bir şekilde değerlendirileceğine dair de kuşkuları var. Bireysel emeklilik sistemindeki fon performansları dikkate alındığında bu endişe de yersiz sayılmaz. İşveren tarafının itiraz ettiği bir diğer nokta ise şu: Ben işçi Ercan’ın hesabına her ay tazminat için para koyduğum zaman Ercan işyerine olan sadakatini kaybedecek. Mevcut durumda kendi rızasıyla işten ayrılırsa tazminat isteyemeyeceğini biliyor. Oysa para her ay Fon’a yatırılınca işyerine olan aidiyeti de kaybolacak. İstediği zaman çıkmakta bir çekince görmeyecek. Ayrıca işçiyi kıdem hakkından mahrum eden bazı maddeler var. Suça karışırsa, devamsızlık yaparsa, ahlak ve iyi niyet kuralları çerçevesinde çalışmazsa tazminatsız çıkarılma opsiyonu var. Biz şimdi her ay onun adına para yatırınca bu maddelerin bir anlamı da kalmayacak. Görüldüğü üzere iş karışık. Getirilecek model Avusturya modeliymiş, Kenya modeliymiş çok da önemi yok. Paranın Fon’da kişinin bireysel hesabında birikmesi de tefarruat. Önemli olan ve çözümü güçleştirenler yukarıdaki konular.
Belediyeler oldum olası kentsel dönüşümü bir rant kapısı olarak gördü. Eski bir konuta sahip olan da tabii. Zaten herkesin gözleri dolar dolar baktığı için bu kentsel dönüşümü de elimize yüzümüze bulaştırmadık mı?Aklımızda hep şu var: Eski evi yıkıyoruz, günümüze özgü mantolama teknikleri ile allayıp pulluyoruz, 2 kat da ekstra çıktık mıydı tamam.Ne yazık ki bunun adı kentsel dönüşüm değil, evsel dönüşüm.Uyduruk müteahhitler, uyduruk evler... Parselleri birleştirerek düşünülecek, geniş boyutlu bir perspektife ihtiyaç var ama böylesi herkesin işine geliyor.Öbür türlüsü zahmetli ne de olsa, planlama gerektiriyor bir de. Biz planlı programlı gitmeyi pek sevmeyiz.Aradan yıllar geçtikten sonra bu yapılanın da yanlış olduğu çıkacak ortaya. Oysa yol yakınken dönmek mümkün hâlâ.KONUTDER’in Başkanı Ömer Faruk Çelik ve Başkan Yardımcısı aynı zamanda DAP Yapı’nın Başkanı Ziya Yılmaz’la önceki gün bir kahvaltıda buluştuk.Laz müteahhit dönemi kapanmıştır diye düşünüyoruz ama yanılıyoruz. Sektörle ilgili anlatılanlar o dönemin hiç kapanmayacağını ortaya koyuyor gibi. Ziya Yılmaz, markalı konut projelerini yapanlardan daha çok, mahalle arasında 10-20 daireli ev yapan küçük müteahhitlerin kazandığını söylüyor. Ömer Faruk Çelik bu bilgiyi teyid ediyor.İmar ve emsal sorunları ile boğuşan konutçular belli ki yeni süreçte yüzde 18’lik KDV’yi çokça dillendirecekler. Eskiye yani yüzde 1’e dönülmesi, en kötü yüzde 8’e düşürülmesi beklentisi var.Meselenin özünde ise dönüşecek konutların yaşı var. Ziya Yılmaz, Kartal’da yaptıkları projeden sonra yan komşularından gelen teklifi aktarıyor: “Güzel bir proje yaptık. Gerçekten bölgeye değer kattı. Hemen yanında 10 yıllık bir site vardı. Yöneticileri geldi. Burayı yıkalım, biz de sizle ortak yeni bir proje yapalım.”Yılmaz, kentsel dönüşümde ilk dikkat edilmesi gereken noktanın binanın yaşı olması gerektiğini söylüyor. “Kentsel dönüşüm bizce 40-50 yaşındaki evlerden başlamalı. Sonra sırayla 30 ve 20 yaşındaki evlere gelmeli. 10-15 yaşındaki evler bile yıkılıp yeniden yapılıyor. Türkiye’nin böyle bir lüksü yok” diyor.Sektöre ve vatandaşlara maddi manevi zarar verecek ek emsal uygulamasında olup bitene de değiniyor. Yüzde 25’lik ek emsal kararının Mimarlar Odası’nın itirazı sonrası Danıştay tarafından iptalinin kenstel dönüşümde ciddi bir tehlike ortaya çıkardığını belirtiyor.Evlerin yıkımı gerçekleşmiş. Peşin kira ödemeleri yapılmış, ruhsat sürecindeki evlerle ilgili fizibilitelerin bir anda çöpe gittiğini vurguluyor.Neyse ki Çevre Şehircilik Bakanlığı tarafından konunun aciliyetinin anlaşıldığını ve 2017 yılına kadar ek süre tanınmasının sektörü uçurumun kenarından aldığını belirtiyor.Devletin konut sektörüne pozitif baktığını, büyümenin motoru olarak gördüğünü zaten son 15 yıllık uygulamalar teyid ediyor. Ancak tuhaflıklar tempolu büyüyen sektörün bir de planlı ve çağdaş şehirciliğe yakışan bir büyüme gerçekleştirmesini engelliyor.Ev ihtiyacı bu ülkede bitecek gibi değil. Balondan sözetmek mümkün değil. Ancak birbirine çok yakın semtlerdeki metrekare fiyatları arasındaki uçurumu neyle izah edeceğiz işte onu bilemiyoruz. Bir hikaye yaratıyorlar ve kimi yerlerde metrekaresi 25 bin liradan ev satmaya çalışıyorlar. Bir de İstanbul’u Londra ile New York ile karşılaştırma meselesi var ama o konuya hiç girmeyelim çıkamayız.
Sabancı Grubu’nun odağında özellikle sanayide büyüme ve kârlılık var. Kompozit ürünlerin potansiyeline güvenen grup, elektrikli aracın olmazsa olmazı batarya üretimini de radarına aldıAkbank amiral gemimiz olmaya devam edecek ancak sanayinin payını artıracağız. Enerjide büyümeye devam edeceğiz. Perakendede karlılığa odaklanacağız... Bu sözleri son dönemde oldukça sık duyar olmuştuk Sabancı Grubu’ndan. Ancak geçen hafta sonu 2016 ilk çeyrek sonuçlarını değerlendirmek üzere buluştuğumuz Sabancı Holding CEO’su Zafer Kurtul ve ekibi, gerçekten heyecan verici yeniliklerden, inovatif ürünlerden söz ettiler. Bu ürünler belki de geleceğin Sabancı’sını şekillendirecek.4 koltukluk avantajMesela kompozit üründe geldikleri noktadan söz ettiler. Temsa’da sadece bagaj kapağını kompozit ürünle değiştirerek ciddi bir hafifleme yaratmışlar. Bu hafiflik otobüse ekstradan 4 koltuk daha ilave edebilmelerini sağlamış. 4 koltukluk fark bile rakiplere karşı ciddi bir fayda/maliyet avantajı yaratabilir. Yani hikayenin sadece bu kısmı bile heyecan verici aslında. Ancak yenilikler bununla bitmiyor. Türkiye’nin ilk yerli elektrikli otobüsünü yapmak için kolları sıvamışlar. Öyle görünüyor ki yerli otomobilden önce Sabancı’nın yerli elektrikli otobüsünü yollarda görebileceğiz. “2 yıl gibi bir süreye ihtiyacımız var” dediler. Bu arada elektrikli araçla birlikte pil alanında da bir yatırım isteği var. Daha doğrusu satın alma ihtimali.Yine Kordsa’da çevreci yeşil bir kord bezi üretilmiş. Patenti alınan bu ürünün lisansı yakın gelecekte Uzakdoğulu bir firmaya satılacak. Hem bir lisans bedeli alınacak hem de kilogram fiyatı üzerinden yine üretim boyunca ekstra bir gelir elde edilecek. 260’ın üzerinde patenti olan Kordsa’nın bu ilk ticari patent satış anlaşması olacak.Çimentoda atak yapacakÇok yüksek teknoloji gerektiren özel beyaz çimentonun da dünyadaki sayılı üreticilerinden biri olan Sabancı Grubu bu alanda da yeni kullanım alanlarının peşinde. Nükleer santraller, havaalanlarının pistleri, kalekollar bunlardan bazıları. Bu arada dünyanın ikinci büyük beyaz çimento üreticisi Çimsa’da da bir satın alma süreci son aşamaya gelmek üzere.Kompozit malzeme nedir Sabancı’ya ne katacak?- Kompozit malzeme en basit anlatımıyla iki ya da daha fazla sayıdaki malzemenin en iyi özelliklerini bir araya toplayıp ortaya yeni özellikli bir ürün çıkarmak olarak özetlenebilir. Mesela kerpiç aslında bir kompozit malzeme. Saman ve çamurdan oluşuyor. Günümüzdeki kompozit malzemelerde ise karbon elyaf, aramid ve polietilen gibi malzemeler kullanılıyor.- Kordsa 40 yıllık dokuma, kaplama, reçine geliştirme tecrübesini bir araya getirerek kompozit malzeme konusunda çok önemli bir mesafe katetti ve dünyanın sayılı üreticilerinden biri olma potansiyeline ulaştı.- Bir çelik malzeme ile aynı mukavemete eşit kompozit malzemenin ağırlığı 10 kat daha az. Bu yüzden kompozit malzemeler otomotiv, havacılık, denizcilik, enerji gibi alanlarda geleceğin malzemesi olarak kabul ediliyor. Kordsa Global’in kurduğu Kompozit Teknolojileri Mükemmeliyet Merkezi bu alanda yeni ürün deniyor. Askeri miğferler, yelekler, karakolların savunma sistemleri, uçak pistlerinin zeminleri, otobüsün ağırlığının düşürülmesi gibi. Mesela yelkenli teknenin gövdesini kompozit malzemeden yapmaya ancak fiyatını da düşük tutmaya çalışıyorlar.- Zira kompozit malzemenin şu an en büyük handikapı maliyeti. Evet 10 kat daha hafif ancak 25 kat da pahalı. Nitekim Sabancı CEO’su Zafer Kurtul da “Teknolojik olarak çok iyi seviyedeyiz ancak maliyetleri düşürmek ve yaygın olarak nerelerde kullanabiliriz bunun peşindeyiz” diyerek önlerindeki zorlu süreci özetliyor.Kurtul: Sanayinin payı 4 puan artarSabancı Holding CEO’su Zafer Kurtul, orta ve uzun vadede Türkiye’de sanayi sektörünün daha iyi performans göstermesini beklediklerini belirterek organik ve inorganik büyüme fırsatlarını değerlendireceklerini söyledi. Kurtul, Sabancı holdingin portföyünde Akbank’ın payının yüzde 44, sigortanın payının yüzde 4, enerjinin payının yüzde 14, perakendenin payının yüzde 11, sanayinin payının yüzde 17 ve çimentonun payının yüzde 7 olduğu belirterek önümüzdeki dönemde portföyde ağırlıkların bir miktar değişeceğini aktardı. Zafer Kurtul, sözlerine şöyle devam etti:“Bundan sonra aynı resim olmayabilir. Orta ve uzun vadede baktığımızda Türkiye’de sanayi daha iyi performans gösteren bir sektör olacak. Portföyü bir balans etmemiz lazım. Bu balansı yaparkende bankanın ağırlığı bir miktar değişecek. Öncelik, daha ileri teknoloji, yeni ürün ve inovasyonun olduğu sanayi sektörü olacak. Enerjinin payı azalabilir ya da sabit kalabilir. Banka 3-4 puan azalabilir. Bu da sanayiye eklenebilir diye düşünüyoruz.”Asgari ücretin etkisi 89 milyon TL olduSabancı Holding İnsan Kaynakları Grup Başkanı Neriman Ülsever, grupta asgari ücretli çalışan olmadığını ancak domino etkisinden dolayı ücretlerde ekstra bir yukarı çekilme yaşandığını söyledi. Şu an grubun toplam personel giderinin yıllık 1.3 milyar TL olduğunu ifade eden Ülsever “Bizde asgari ücretin bir tık üzerinde çalışan var. Asgari ücret artışının ardından yaptığımız düzenleme ile domino etkisiyle yukarı çekilme oldu. Asgari ücretin direk etkisi 89 milyon TL oldu. Perakende ve sigorta iş kollarımızda yaptığımız maaş artışı yüzde 17.6’yı buldu. Ancak total personel gideri artışında yine enflasyon civarında kaldık” dedi.3 aylık kâr 641 milyon TLSabancı Holding CEO’su Zafer Kurtul Holding’in 2016 ilk 3 aylık sonuçlarını Barselona’da düzenlenen toplantıda değerlendirdi. Toplantıda Kordsa Global CEO’su Cenk Alper, Kurumsal İletişim Müdürü Filiz Karagül Tüzün, Sanayi Grup Başkanı Mehmet Hacıkamiloğlu, İnsan Kaynakları Grup Başkanı Neriman Ülsever, Sabancı Holding CFO’su Barış Oran ve Brisa Genel Müdürü Yiğit Gürçay da hazır bulundu. Lassa markası ile Barcelona kulübüne sponsor olan Sabancı Holding’in ilk 3 aylık kârı 641 milyon TL olurken konsolide satışlar ise yüzde 23 artarak 8.3 milyar TL’ye ulaştı. Grubun toplam varlıkları ise 272.5 milyar TL ile rekor kırdı.
Dünya ticaretinin gidişatını gösteren en isabetli verilerden biri Baltıc Dry Index’tir. Türkiye’de böyle bir veri yok ancak lojistikçilere göre 3’üncü çeyrekle beraber ihracat pozitif gelişecek.Türkiye bir süredir büyümede sırtını iç talebe dayamış vaziyette. Oysa Türkiye’nin yurtdışına mal satarak büyümesi en sağlıklı olanı.İhracat tarafındaki durgunluk malum. Avrupa’nın hala ekonomik anlamda kendine gelememesi, Kuzey Irak ve Suriye’de yaşanan jeopolitik gerginlikler, Kafkasya’daki devalüasyonlar, petroldeki düşüş, Rusya’nın mızmızlığı derken Türkiye bir süredir ihracatta frene basmış vaziyette. Türkiye’nin en büyük lojistik firmalarından Mars Logistics’in Genel Müdürü Ali Tulgar’la geçen hafta içinde sohbet etme imkanı buldum. Edindiğim izlenim üçüncü çeyrekten sonra ihracat tarafında önemli pozitif gelişmeler olacağı ve makasın kapanacağı yönünde.Baltıc Dry barometreDünya ticaretinin nereye gittiğini gösteren en önemli verilerden biri Baltıc Dry Index. Kuru yükte denizyolu ile yapılan hareketi gösteriyor ve yakın gelecekle ilgili önemli ipuçları veriyor. Türkiye’de ne yazık ki böyle bir veri yok henüz. İhracat rakamlarını bir ay geriden takip edebiliyoruz. İleriye doğru 3 ve 6 aylık dönemde yaşanması muhtemel gelişmeleri okuyamıyoruz. Bu yüzden Ali Tulgar’ın analizini önemli buluyorum.Tulgar önce mevcut durumu özetledi: “2015 yılının ilk 7 ayı iyiydi. Ancak sonra su kesildi ve kuraklık başladı. Hala da o kuraklık devam ediyor. Son iki ayda navlunlarda bir kıpırdanma olsa da yeterli değil. Pek çok firma düşük kârlarla hatta maliyetine taşımacılık yapıyor. Küçük ve orta ölçekli firmalar Avrupa’ya tam turda yani gidiş ve gelişte maliyetler civarındalar. İhracat ya da ithalat tarafında navlunlardan biri artarsa overall olarak sizi çevirebilir. Ancak henüz o noktada değiliz. Ancak kredi kullanmışlar, borçlar var, kazanç olmasa da maliyetine o yolu yapıyorlar. Uzakdoğu tarafında da çok ciddi bir fiyat rekabeti var. Konteyneri 200 hatta 100 euro’ya veriyorlar.”Ramazan’da işler açılırMevcut durum pek içaçıcı görünmüyor. Ancak Tulgar’ın önümüzdeki sürece dair beklentisi umut dolu: “Ramazan Bayramı ile birlikte işlerde önemli bir açılma olacak gibi görünüyor. Gelen siparişler bunu gösteriyor. Otomotiv tarafında zaten bir canlılık var, daha da artacak gibi duruyor. Tekstil de özellikle Eylül’de sonra canlanacak. Alternatif pazarlar da ortaya çıkıyor. Mesela İran. Türkiye’den Avrupa’ya giden TIR’lar, dönüşte İran’a taşıyacak mal bulmaya başladılar. Bu da gidiş gelişli tam turda kıpırdanma yarattı. Hem Türkiye’den İran’a hem de Avrupa’dan İran’a taşımacılıkta başta beyaz eşya sektörü olmak üzere güzel gelişmeler olabilir.Kuraklık var, biz meyve topluyoruzAli Tulgar, kendi deyimiyle sektörde kuraklık olduğunu belirtse de Mars Logistics’te işlerin yolunda gittiğini belirtiyor. Bunda en büyük etkenin zor zamanda müşterinin yanında olmaktan geçtiğini kaydeden Tulgar, geçen yılı 225 milyon euro ciro ile kapattıklarını, bu yıl yüzde 12 büyüme hedefi koyduklarını söyledi. Müşteriye hem zaman hem de işgücü avantajı sunan Milk Run sistemini başarıyla uyguladıklarını kaydeden Tulgar, bu sistemi şöyle aktardı: “Adını ABD’de süt dağıtımından alan Milk Run taşımacılık modeli, çeşitli noktalardan aynı veya farklı yüklerin alınarak bir veya birden fazla noktaya teslim edilmesi ve teslimatlar sırasında boş kapların toplanması sistemine dayanıyor. Mars Logistics, Milk Run modeli ile müşterilerine planlı seferlerle depo stok yüklerini azaltarak ve tam zamanında lojistik hizmeti sunarak maliyet avantajı yaratıyor. Bu modelde malzemelerin konulduğu kasalar ve boş ambalajlar da geri toplanmış oluyor. 1.820 ünitelik özmal araç filosuyla özellikle otomotiv sektörünün yoğun olduğu Bursa, İzmir, İstanbul, Ankara, Manisa gibi şehirlerde Milk Run taşımacılık gerçekleştiriyoruz. Stok alanlarının daha efektif kullanılmasını sağlayan Milk Run taşımacılık sistemi ayrıca doğru ve hızlı planlama ile zamandan ve işgücünden tasarruf sağlayarak süreci verimli hale getiriyor.
Türkiye’de birbiriyle konuşan makina sayısı 2020’ye kadar 3’e katlanacak ve yaklaşık 8 milyonu bulacak. Sadece makinalar değil, mesela inekler de besi çiftliği merkezi ile konuşuyor olacak. Üstelik bu konuşma gevezelik de olmayacak ciddi tasarruf ve verimliliği beraberinde getirecekHafta başında Londra’da gerçekleşen M2M Dünya Kongresi’nde yeni nesil makinalar arası iletişim teknolojileri ve bu alanda kurumlara, sektörlere değer katacak çözümler masaya yatırıldı. Kongrede bir sunum gerçekleştiren Türk Telekom Kurumsal İş Birimi CEO’su Mehmet Ali Akarca, sunum sonrası bir grup gazeteciyle biraraya gelerek, makinalar arası iletişimin kurumlara sağlayacağı faydaları ve yapmak istediklerini anlattı.Makinalar arası iletişim (MTM) genel olarak klimanın biz eve gelmeden önce çalışmaya başlayarak ortamı soğutması veya ısıtması ya da fırındaki tavuğun pişerek yenmeye hazır olması basitliğinde anlatılıyor ancak durum çok daha karmaşık ve üzerinde durmaya değer. Türk ekonomisine ciddi katkı sağlayacak uygulamalarla akıllı bir gelecek fırsatı var karşımızda.Örneğin Türkiye’nin yıllık elektrik tüketimi 264 milyar kilowatsaati buldu ve bunun parasal karşılığı da 100 milyar TL seviyesinde. Sim kartlı akıllı sayaçların devreye alınması ile sadece bu alanda yüzde 30’lara varan tasarruf mümkün. Mehmet Ali Akarca kendi çalışma ortamlarında bunu denediklerini ve yüzde 26 tasarruf ettiklerine dikkat çekti.Kuraklık yoksa çok üzerinde durmayız ancak sulamada bile o kadar israf var ki. Mesela bu alanda da akıllı cihazlar devreye girecek ve sulama bilimsel yapılacak. Toprağın nemine, hava sıcaklığına, güneşin durumuna bakacak. Belki de ihtiyaç yok diyecek sulama yapmayacak.İnekler bile M2M çözümlerle akıllanacak. Besi çiftliğinde her inekte bir sim kart olacak. Çok gezen, sporcu inekler tespit edilecek. Malum ineğin çok fazla hareketlisi işletme için zarar demek. Bu hiperaktif inekler belirlenerek, diğerlerine göre daha kısa süreliğine gezdirilecek. Kilo kaybetmelerinin önüne geçilecek.Mehmet Ali Akarca, TÜİK verilerine göre Türkiye’de 2015 sonu itibarıyla 3.2 milyon M2M mobil abone olduğunu 2020’de bu rakamın en az 7.2 milyona çıkacağını, 10 milyon tahmini de yapıldığını belirtti. Dünyada halen 243 milyon olan birbiriyle konuşan nesne sayısının 2020’de 1 milyara çıkacağı tahmin ediliyor.Bölgenin veri üssü olabilirizGeleceğin teknolojilerine yatırım yapmaya devam ettiklerini ifade eden Mehmet Ali Akarca, “Artık büyük verinin kıtalardan kıtalara taşınması ve veri merkezlerinde depolanması büyük önem taşıyor. Türkiye’de İstanbul ve Ankara’da 5 büyük veri merkezine sahibiz. Kısa süre sonra Ankara’da yeni bir veri merkezini daha hayata geçireceğiz. Ardından İzmir ve Konya’da da veri merkezleri kuracağız. Türkiye’nin bölgede yani Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’nun dâhil olduğu coğrafyada veri merkezi üssü olmasını hedefliyoruz” dedi. Amsterdam, Frankfurt ve Londra’nın veri üssü olduğunu belirten Akarca, “Uçakla 3 saatte ulaşılabilen bir bölgeyi çember içine alarak bu bölgenin veri üssü olabiliriz. Burayı bir hab yapabilirsek o zaman Facebook da Microsoft da yatırıma gelir” diye konuştu.Big Data’yı analiz ediyorMehmet Ali Akarca, Türk Telekom’un Intellimap projesinden de söz etti. Intellimap, Türk Telekom mobil müşterilerinin sinyal aldıkları konumlara göre yoğunluk haritalarının gözlemlendiği ve analiz edildiği bir uygulama platformu olarak öne çıkıyor. Müşterilerin değerlerine ve yaşam tarzlarına göre analiz imkanı, yeni yerleşim alanları analiziyle müşteri yatırımlarına yön verebilme, pazarlama faaliyetlerini müşterilerin en yoğun olduğu bölgelere ve yoğunluğun arttığı saatlere göre düzenleyerek etkili verimli iletişim ve belirlenen noktalardaki müşteri kitlelerinin yoğunluk analizleri yapabiliyor. Akarca, “Toplanan veriler petrol kadar değerli. Ancak daha da önemli olan bu verileri işleyerek değere dönüştürme becerisi. Bu konuda da çalışmalarımız ve müşterilerimize sunduğumuz analitik hizmetler var” diye konuştu.Nesne ARPU’su 3 TL civarındaBir telekom şirketi için en önemli veri, abonenin bağlı olduğu operatöre ne kadar gelir bıraktığı yani ARPU’su. Kişisel abonelikte ARPU’lar ortalama 35-40 lira arasında değişiyor. Mehmet Ali Akarca, nesnelerin ARPU’sunun ortalama 3 TL civarında olduğunu söyledi. Yani şirketler için aslında çok önemli bir gelir kapısı da değil. 2020’de 10 milyon nesne de olsa yaratacağı gelir yıllık 360 milyon TL civarında olacak. Ancak Akarca, gelirden çok M2M’in yaratacağı ekosistemi önemsediklerini söyledi. M2M sayesinde elde edilecek data ile yenilikçi ürünlerin pazarlanmasında hedef kitlelere daha kolay ulaşılabileceğini, big datanın daha kolay araştırılıp işlenebileceğini, otomasyon süreçlerinin optimize edilebileceğini vurguladı. İstihdamda yeni iş kolları da açacak M2M çözümleri ile sorunların sahaya gidilmeden çözülmesi, işgücü tasarrufu mümkün olabilecek.
İnşaat firmaları brüt ile net daire ölçüleri konusunda deyim yerindeyse ölçüyü kaçırdı. 3-5 yıl önce ‘Brüt ile net rakamınız arasında yüzde 25 fark var’ diye eleştirdiğimiz firmalar bugünlerde yüzde 35’lere çıkmış durumda. Yüzde 38’lere yaklaşan bile varTürkiye ekonomisinin motoru inşaat ancak bir türlü gerçek anlamda bir standart oluşturamadık. Belki de bu standart oluşturulamadığı içindir ki elini kolunu sallayan herkes ‘Bu işte büyük para var’ diyerek inşaatçı oluyor.Öyle bir sektör ki her noktada her aşamada kandırılma ihtimali çok yüksek. Malzemeyle oynayarak kandırabiliyorsunuz. Şimdi öyle malzemeler çıktı ki tüketicinin gözü boyanıyor ancak 2 yıl geçmeden bina sağından solundan patlamaya başlıyor. Hikayeleri abartarak kandırabiliyorsunuz. Şurasından metro, burasından metrobüs, içinden de deniz geçecek gibi...Öyle hikayeler dinliyorsunuz ki ‘Kesin şehrin en çok prim yapacak yeri burası’ diyorsunuz. Herkesin her projenin bir hikayesi var. Doğru ama yanlış. Yerseniz. Zaten hikayeniz ne kadar güçlüyse metrekare fiyatını da o kadar yüksek belirleyebiliyorsunuz. Bu yüzden ki şehrin 3 kilometre arayla farklı yerlerinde metrekare fiyatları 2’ye 1 oranda değişiklik gösterebiliyor.Ancak asıl kandırmaca daha önce de gündeme getirdiğim metrekare deklerasyonunda. Arşive girip baktım. En son 2012’de yazmışım. ‘Bu metrekarelerde brüt ile net arasında yüzde 25’leri geçen farklar var, lütfen buna Batı’da olduğu gibi bir standart getirilsin. Ev almak isteyenler elma ile elmayı kıyaslayabilecek bir standarta kavuşsun. Süpürülebilir alan tanımı tüm proje tanıtımlarında mecburi olsun’ demişiz.Hatta hatırlıyorum o dönemde KONUTDER ve GYODER yöneticileri bu konuda öncülük yapacaklarına, sektöre mutlaka net daire rakamı ile ilgili bir standart getireceklerine söz vermişti.Aradan geçen süre içinde bırakın standart gelmesini, brüt ile net metrekare rakamları arasındaki marj daha da açıldı. Son çıkan projelerde brüt metrekare ile gerçek metrekare arasında inanılmaz farklar var. Elimde örnekler var. Yüzde 40’lara yakın brüt net farkı olabilir mi? Finansal okuryazarlık konusunda zaten zayıf olan tüketici bu kadar kolay kandırılabilecekken otorite neden bu konuda sessiz kalır?Bu işler Avrupa’da son derece titizlikle denetleniyor. 98 metrekare süpürülebilir alan vaat edildiyse bırakın 1 metrekarelik hataya,25 santimetrekarelik hataya bile izin verilmiyor. Kusur olarak kabul ediliyor.Ama siz de haklısınız. Yapamazsınız ki...Kâr marjı bu kadar yüksek olmasa, bu kandırmaca devam etmese, Türkiye inşaat sektörü üzerinden yükselmeye devam etmese, ne olacak halimiz?En insaflı proje kimin?Brüt ile net arasındaki farklar artık öyle bir hal aldı ki projelerin satış ofislerindekiler “Net ile brüt arasındaki farkı en düşük proje bizimki” diyerek pazarlama yapıyor. Bir anlamda ‘En insaflı biziz, en az kazıklayanı bizim patronlar’ demek oluyor bu.Bakın örnekler vereceğim. Lütfen kimse alınmasın kızmasın.Polat Holding’in Piyalepaşa’daki projesi. 95 metrekare brüt olarak satılan 1+1 evin gerçek metrekaresi 64 metrekare. Neti brütün yüzde 67.3’üne geliyor. Yani siz 100 brimlik fiyat veriyorsunuz size o 100 brimin yüzde 32.7’sini vermiyorlar. Bir başka proje Bakırköy tarafında Ağaoğlu’nun Central Park’ı. 70 metrekare brüt olarak satılan 1+1 dairenin gerçek neti 44 metrekare. Burada da verdiğiniz her 100 liranın 62.8 lirası süpürülebilir alan olarak size geri dönüyor. 37.2 liralık kısmı ise sizin ne koltuk atabileceğiniz ne masa koyabileceğiniz ortak alanlarda eriyor gidiyor. Bir başka örnek daha. Kuzu Grubu’n Sea Pearl projesi. 88 metrekarelik brüt alana sahip evin gerçek neti 60 metrekare. Buradaki brüt net oranı yüzde 68.2. Burada da yüzde 31.8’lik bir bölüm havaya gitmiş. Sinpaş’ın Queen Bomonti projesinde 77 metrekare diye satılan bir dairenin gerçek kullanım alanı 51 metrekare. Bunun 9.2 metrekaresinin de balkona ait olduğunu hatırlatmak isterim. Hadi balkonu da sayalım. Yine oran yüzde 66.23 çıkıyor. Yüzde 33.7’lik bölüm uçmuş.Örnekleri çoğaltmak mümkün. İnanın hepsinde üç aşağı beş yukarı böyle bir durum var. Birinde brüt net farkı yüzde 31.8 diğerinde yüzde 37.2... Yani orada bile standart yok. Bu standartsız brüt-net hesabında bu kadar fark olması da çok saçma. Standartsızlıkta bile standart yok.Gel de kıyas yapDiyelim ki yan yana iki proje var ve birini tercih edeceksiniz. A projesinde size 85 metrekarelik ev için 1 milyon liralık fiyat teklif ettiler.B projesinde ise 92 metrekarelik evi size 950 bin liraya veririz diyorlar. B projesi daha hesaplı değil mi?Hem metrekaresi yüksek, hem fiyatı düşük. Ancak gerçek netlerine bakmadan karar vermeyin.A projesinin neti 70 metrekare ise ancak size B projesinde net 65 metrekare bir daire vaadediyorlarsa inanın A projesindeki evin metrekaresi daha ucuza geliyor.Hesabı yapın anlayacaksınız.
Fikri ve sınai hakları Tofaş’ta olan ve bu anlamda belki de ilk yerli otomobil sayılabilecek Egea uygun fiyatı ile Avrupa’da da çok tuttu. Önceki gün Tofaş CEO’su Cengiz Eroldu ile Bursa’daki fabrikayı gezdik. Türk mühendisler tarafından geliştirilen ve Kasım ayında piyasaya çıkan Egea’nın beklentilerin de üzerine çıkan başarısından söz etti. İlk lansman yapıldığında üretilen araçların üçte ikisini Türkiye’de üçte birini de Avrupa’da satmayı planladıklarını belirten Eroldu, “Avrupa’dan öyle bir talep geldi ki biz de şaşırdık. 2016 için İtalya’da 1.000-2.000 araç satmayı planlıyorduk, 20 binleri geçtik. Diğer ülkelerde de benzer ilgi var. Tüm satış hedeflerimizi revize ettik. Hatta şimdi üretilen aracın üçte ikisini Avrupa’da üçte birini Türkiye’de satacağız gibi bir durum oldu” dedi. “Yıl sonuna kadar kaç tane satmayı planlıyorsunuz” diye sorduğumda ise “İnanın bilmiyorum. Galiba bu üretimimizle alakalı. Ne kadar üretebilirsek hepsini satacağız” diye konuştu.Yeni eleman alınıyorEgea sayesinde Tofaş Bursa fabrikasında hummalı bir çalışma var. Mayıs’ta hatcback, Eylül’de ise stationwagon tipi çıkacak olan Egea’nın üretiminde çalışmak üzere 2 bin 500 yeni eleman alınacak. Eroldu böylece 3 vardiyaya çıkacaklarını söyledi. Günlük araç üretim kapasitesi de 1500’lere çıkacak. Egea, Dodge Neon markası ile ABD ve Meksika pazarına da gönderilecek. Eroldu, Egea’nın beklentilerin üzerindeki başarısının nedenini de şöyle açıkladı: “Avrupa’nın en prestijli ödüllerinden biri olan AutoBest tarafından, fiyat/fayda oranındaki başarısı göz önünde bulundurularak Egea ‘Yılın Otomobili’ seçildi. Avrupa’daki konjonktür bu ürüne çok uygun. Avrupa’nın ekonomisi henüz güçlenmedi. Artık insanlar otomobile çok fazla para harcamak istemiyor. Bu arabada estetiği, konforu buldular. Bunun yanına bir de uygun fiyatı eklenince çok cazip oldu. Geçen hafta Almanya’daydım. Orada da Egea’nın lansmanını yaptık. Almanya’daki bayiler de çok heyecanlı. İtalya, İspanya, Polonya gibi ülkelerde yakaladığımız performansı orada da yakalayacağımızı gördük. Neon markası ile Kuzey Amerika pazarından da çok umutluyuz.”Almanya’daki lansmana da değinen Eroldu “Bu durumu 20 yıl önce hayal etseniz kimse size inanmazdı. Bir Türk otomobil üretici Almanya’ya ABD’ye kendi ürettiği otomobili satmaya gidiyor. Bu bir başarı hikayesi. Ancak kesinlikle tesadüf değil. Çok uzun dönemli bir hayal kurup bunu planlamakla alakalı.” diye konuştu.Sürücüsüz Doblo artık yola çıktıTofaş’ın ödüllü Ar-Ge’sinin gündemindeki bir diğer önemli konu ise sürücüsüz araç. 2013’te başlayan çalışmalarda önemli bir evre geçilmiş durumda. Öndeki aracın hızına göre kendi hızını ayarlayabilen adaptif hız kontrol (Adaptive Cruise Control - ACC) ve koperatif adaptif hız kontrol (Cooperative Adaptive Cruise Control - CACC) sistemleri uygulananan araç yine Okan Üniversitesi ve TÜBİTAK işbirliğiyle kontrolcü algoritmalar ve RADAR algılayıcılarla entegre edildi. Böylece araç gazı ve freni kontrol ederek istenen mesafe ve hız limitlerinde öndeki aracı başarılı bir şekilde takip edebilir seviyeye getirildi. 2015 yılının sonunda ise “Benim Projem 2015-Parkur takip eden araç” konulu proje kapsamında bu araca ilk defa olarak bir elektrikli direksiyon sistemi, GPS pozisyon algılayıcı ve LİDAR (Light Detection and Ranging/Lazerli nesne belirleme ve mesafe bulma) algılayıcı sistemleri entegre edildi. Bunun paralelinde Tofaş olarak ilk defa parkur takip etme kontrolcü tasarımı, elektrikli direksiyon kontrolcü tasarımı, GPS pozisyonlarını bilgisayar üzerinden girebilen bir harita yazılımı ve GPS+LIDAR algılayıcılarından gelen verileri yorumlayabilen sistem tasarımı gerçekleştirildi. Proje sonunda prototip Doblò, GPS koordinatlarındaki bir parkuru takip edebilen, önündeki LIDAR sensörü ile yol üstü cisim ve kaldırımlardan kaçabilen, gaz, fren ve direksiyonun tüm kontrolüne sahip otonom gidebilen bir araç haline dönüştürüldü. Ve nihayet sürücüsüz araç “Let me Drive” belirli parkurlarda sürüşe başladı.AR-GE sayesinde 50 kilo hafiflettiGeçen 48 yıllık süreçte en değerli kazanımın Ar-Ge’de oluşturulan birikim olduğunu ifade eden Eroldu bu birikimi Egea ile küresel bir projede başarıya dönüştürdüklerini kaydetti. Eroldu “Bugün 8 bin çalışanımız, 1000’e yakın robotumuz ve 400 bin adetlik üretim kapasitemiz ile 6 markaya aynı anda üretim yapıyoruz. Bu büyüklükte bir fabrika yaratmak mümkün; ancak bizim en önemli değerimiz bilgi birikimimiz. Artık otomotiv sektörü için iyi bir üretici olmanın ötesinde iyi bir ürün geliştiriciyiz de.” diye konuştu.Tofaş’ın sayısız ödüllü Ar-ge’si Fiat-Chrysler dünyasında araç hafifletme konusunda lider nokta olmalarına neden olmuş. Bunda yine Egea’nın başarısı başrolde. Egea donanımı daha yüksek olmakla birlikte Linea’dan 50 kilogram daha hafif. Güvenlikten ödün vermeden yaşam kabininin karkas yapısında ciddi hafifletme sağlanmış. Yan kapılar üzerinde, koltuk iskelet mimarisinde, torpido traversinde yapılan diğer hafifletme çalışmaları ile de 50 kilogramlık bir hafifletmeyi başarmışlar. Otomobilde her 10 kilogramlık ekstra yük 100 kilometrede 0.1 litrelik maliyet yaratıyor. 50 kilo demek 100 litrede 0.5 litre demek oluyor ki hiç küçümsenmeyecek bir tasarruf.
Bugün ayın 27’si, günlerden Pazar. 5 gün sonra 1 Nisan Cuma günü 3 operatör de 4.5G sinyali vermeye başlayacak. Bu önemli günün öncesinde beklendiği gibi hepsi ‘En hızlı biziz’ diye çıktılar ortaya. Acaba kim doğru söylüyor, kim en hızlı?Biraz araştırınca gördüm ki hız meselesi de ‘En ucuz tarifeler bizde’ meselesi kadar zor. Türk basını o hesabın da içinden çıkamamış, kimin ucuz olduğunu tespit edememişti. Hız hesabı da karışık. Ben işin teknik kısmını yazayım, nihai kararı okuyan versin.1 Nisan 2016 tarihinden itibaren gelişmiş yüksek hız teknolojisi LTE Advanced teknolojisi ya da bizdeki bilinen adıyla 4.5G kullanılmaya başlanıyor.4.5G olarak adlandırılan bu teknoloji, mobil tarafta teorik olarak 375 Mbps internet hızına erişim imkanı sunuyor. Sunuyor sunmasına da 375 Mbps hıza çıkmak öyle kolay değil. Bir operatör 1.000 Mbps hızdan da söz edince ‘Eyvah’ dedim bu hız meselesi de bizi hırpalayacak.Geçmiş yıllarda 3 operatör arasındaki en rekabetçi kavga fiyatta yaşanıyordu. Özellikle Vodafone, Turkcell’den pazar payı almak için stratejik bir kararla ucuz tarife algısını yerleştirmeye çalışmış, agresif paketler sunmuştu. Avea da zaten neredeyse en başından beri hep hesaplı tarifeler üzerinden iletişim yapıyordu. Turkcell ise pahalı ama her yerde çeken, sizi asla yarı yolda bırakmayan ağır abi pozisyonundaydı. O da keskin rekabette fiyatlarını güncelledi.Ekonomi gazetecileri arasında meraklı olan bazılarımız gerçekten en ucuz kim sorusuna yanıt bulmaya çalıştı. Çalıştı ancak işin içinden çıkamadı. Çıkılacak gibi değildi. Bir sürü tarifeler, bedavalar falanlar filanlar işin içine girince hesap kitap yapmak zorlaştı. Şimdi ise hız zamanı. 3G’den 4.5G’ye geçmenin tek gerekçesi hız.Fiberde ana omurga sağlamHem Turkcell hem de Vodafone belki de stratejik bir hata yaparak, fiber altyapıyı çok fazla gündemde tutarak farklı bir algı oluşturdu. O kadar çok ‘ortak şirket’ temennisini dile getirdiler ki fiber altyapısı çok güçlü olan Türk Telekom sayesinde Avea’nın 4.5G’de büyük avantaj sağlayacağı düşünüldü pek çok kişi tarafından. Turkcell Genel Müdür Yardımcısı İlker Kuruöz’e sordum bu durumu. “Turkcell fiber için kimseye muhtaç değil. Ana omurgamız hazır. Hızımıza da güveniyoruz. Kimse bizden daha hızlı olamayacak” dedi. Ortak şirket konusunu, Türkiye kaynaklarının heba olmaması için gündeme getirdiklerini ifade ederek, “Biz her eve fiber götürmek adına yani ana omurganın dışında kılcal damarların oluşturulmasında bu konuyu gündeme getirdik. Aynı yolun 3 kez kazılmaması için böyle bir ortak şirketi gündeme aldık” diye devam etti.Spectrum savaşının galibi Turkcell’di4.5G’de de tıpkı 3G’de olduğu gibi sahip olunan frekanslar hızın en belirleyici faktörü. Bu spectrum’ları sürat yapabileceğiniz otobanlar gibi düşünebilirsiniz. Bu alanda her 10 Mhz’lik frekans bir otoban şeridi gibi. Tek bir otoban şeridinde yapabileceğiniz maksimum hız ise 75 Mbps.Yetkilendirme İhalesi’nde en fazla frekansı alan operatör Turkcell olmuştu. LTE-Advanced teknolojisinde optimum bant kabul edilen 1.800 MHz bandında en yüksek paket olan 2x29.8 MHz, nüfusun yoğun olduğu yerlerde yüksek kapasite sağlayan 2.600 MHz bandında ise 2x25 MHz’lik paketin sahibi oldu. 4.5G kapsamasında kritik öneme sahip 800 MHz bandında da 2x10 MHz’lik paketi alan Turkcell aslında ilginç bir matematik de yaptı. Turkcell Genel Müdürü Kaan Terzioğlu ihale sonrası ‘Biz bu ihaleyi kendi içimizde defalarca simüle ettik’ derken bunu söylemek istiyordu.Veri taşımada birleştirici bir yöntem var. Yani 1 ya da 2 ya da 3 şeritli yolları birleştirerek tek bir şeritte yapabileceğiniz maksimum hız olan 75 Mbps’yi katlamanız mümkün. Turkcell bu ihalede 5 şeridi birleştirebilecek, nokta atışlar yaparak akıllı cihazların destekleyeceği öngörülen en yüksek hız olan 375 Mbps’i teoride yakaladı. Ancak bu demek değil ki 4.5G’de en hızlı Turkcell olacak. Turkcell’in otobanları teknik olarak hızlı ancak trafik yoğunluğu olan yerlerde hız yavaşlayacak.Doğan görünümlü ŞahinAslında bu hızlar yol boşken basabileceğiniz hızlar. Taksim Meydanı’ndaysanız, Bakırköy’deyseniz o yolu kullanan yüzlerce, binlerce abone olduğu için hızınız yavaşlayacak. Ayrıca bu konuya başka bir kutu açacağım, elinizdeki telefon da hızı çok ama çok fazla etkileyecek. Yani her telefonla da öyle iddia edilen hızlara ulaşamayacaksınız. Bir diğer operatörün iddia ettiği 1.000 Mbps ise tam bir ütopya. Mobil ve sabitte en mükemmel performanslar buluşacak, buna bir de elinizde en mükemmel cep telefonu eklenecek, belki bu hıza ulaşabilirsiniz. Teorik olarak mümkün mü? Mümkün. Hayata geçmesi mümkün mü? Mümkün değil. Ancak teoride mümkün olduğu için reklamını yapmak çok da aldatıcı sayılmıyor.Biliyorum bu çok teknik bir konu. Ancak rakamlar konuştuğunda en geniş otoban Turkcell’de. Avea’nın yolları daha az ancak o da Türk Telekom’un geniş fiber ağından alacağı desteğe güveniyor.Spectrum konusunda doğruyu söylemek gerekirse en az otobana Vodafone sahip. Vodafone’un hem aldığı frekans sayısı az, hem de fiber altyapı konusunda diğer iki operatörden de çok geride. Ama tekrar ediyorum. Hızı sadece bu rakamlar belirlemeyecek. Baz istasyonunun konumu bile önemli. O yüzden hız testi Taksim’in İstiklal tarafında yapıldığında başka sonuç, Elmadağ tarafında yapıldığında başka sonuç çıkabilecek. Hatta bazı yerlerde sinyali 4.5G göreceksiniz ancak hızda 37 Mbps’yi yani 3G hızını yakalayamadığınız olacak. Bu Doğan görünümlü Şahin gibi bir durum yaratabilir dikkat.Kullandığınız telefon çok ama çok önemliAkıllı telefonların da az akıllısı, çok akıllısı var. Şaka bir yana 4.5G şebekesinin hayata geçmesiyle birlikte akıllı telefonlarda tercihler daha çok öne çıkmaya başlayacak. Dedik ya operatörlerin hızı, otobanları birleştirme yeteneği, yetmez baz istasyonlarının konumu, yetmez siz internete girdiğinizde sizin olduğunuz otobanı kullanan abone sayısı gibi faktörler hızı etkileyecek diye. Bir diğer etken de hiç kuşkusuz kullandığınız telefon olacak. Şu anki teknolojiye göre otobanda en hızlı koşacak telefon kategori 12’de tek olan LG’nin G5 modeli. Bu telefonla eğer otoban müsaitse 600 Mbps hıza çıkmak mümkün. Kategori 9’da Samsung’un Galaxy S7’si ve S7 Edge’i var. Bunların çıkabileceği hız ise 450 mbps. iPhone 6S’iniz varsa 300’e çıkabiliyorsunuz. iPhone 6 ile çıkabileceğiniz maksimum hız 150’de kalıyor. Bazı telefonlar ise 4.5G uyumlu bile değil. Bunu teknoloji ile aranız yoksa bir iletişim merkezinde kontrol ettirebilirsiniz. Tabii sim kartınızın da uyumlu olup olmadığını kontrol etmeniz gerekiyor. Telefonunuzun uyumlu olup olmadığına kendiniz ayarlar bölümünden bakabilirsiniz. Ayarlar’dan hücreseli tıklayın. Hücresel bölümünde de ses ve veri kısmına girin. Orada 2G, 3G ve LTE seçeneklerini görmeniz lazım. LTE seçeneği yoksa bilin ki telefonunuz 4.5G uyumlu değil.Nasıl abone olacaksınız?Aslında bu konuda henüz belirsizlik hakim. Daha önce 2G’den 3G’ye geçerken bir abonelik sözleşmesi imzalamanız gerekiyordu. Gerekliydi de...Zira o aşama, ses trafiğinden internet trafiğine geçişi temsil ediyordu. Şimdi aslında 3G’nizi 4.5G’ye taşıyorsunuz. Yani zaten kullandığınız bir hizmet var. Operatörünüz size daha hızlı versiyonunu sunuyor. Nitekim operatörler de duruma böyle bakarak 3G sözleşmeli abonelerin 4.5G’ye geçişte yeni bir sözleşmeye ihtiyacı olmadığını savunuyor. BTK henüz kararını vermedi. O yüzden de operatörler 4.5G’ye sayılı gün kala hâlâ ön talep kabul edebiliyor.