“Her şey normal akışındayken ben çok hızlı hareket ediyormuşum gibi geliyor” diyor Angus and Julia Stone’dan Julia. Onu bu anlarda şarkıların sakinleştirdiğini belirtiyor. 11 Temmuz’da Zorlu PSM sahnesine çıkacak olan grup ile zamansız, huzur veren şarkılarının yaratım sürecini konuştuk...
Sydney’den yola çıkıp Amerika kıtasını feth etmek, oranın önemli festivallerinde sahne almak müzik endüstrisinde pek de kolay değildir. Angus ve Julia kardeşler bunu başarabilen nadir müzisyenlerden. İkili yaşadıkları şehir Sydney’in doğası ve kültürü ile harmanlanmış naif şarkılar ortaya koyuyor. İki kardeş hayatlarının bir döneminde birbirlerinden uzaklaşmıştı. Ta ki ünlü prodüktör Rick Rubin ile karşılaşana kadar... Rubin; Eminem, Johnny Cash, Jay Z, Kanye West, Red Hot Chili Peppers gibi onlarca farklı janrlarda müzisyenle çalışmış bir yapımcı. Hepsinin en önemli yapıtlarında onun imzası var. Rubin, iki kardeşi yeniden bir araya getirip 2014 yılında dünya çapında tanınmalarını sağlayan “Angus and Julia Stone” albümünün prodüktörü oldu. İkili aile bağlarını müziklerine taşıdı. Yapımcı ikilinin müziklerine adeta ruh verdi...
Rüyalara daldıran, dünyada hala sade şarkıların yapılacağını gösteren ikili Angus and Julia Stone, 11 Temmuz akşamı ise Zorlu PSM’de. Konser öncesinde Julia Stone sorularımı Londra’da cevapladı...
Şu an bu soruları cevaplarken nasıl bir ortamdasın?
Londra-Soho’da eski ve çok güzel bir oteldeyim.
Dünyaca ünlü prodüktör Rick Rubin ile çalışmak, sizin için kırılma noktasıydı herhalde... Rubin ile çalışmayı nasıl tarif edersin?
Rick gerçekten de harika bir insan. Onun etrafında olmak çok keyifli ve onunla her şey hakkında rahatlıkla konuşabiliyorsunuz. Müziği çok seviyor; bu yüzden de etrafındaki herkesin müziğin ne kadar önemli olduğunu fark etmesini sağlıyor. Bence onu bu kadar harika yapan şey de bu, müzik yaparken özen göstermenin ve farkındalığın önemini devamlı hatırlatması.
İlk albümünüzü kaydettiğiniz Rick Rubin’in Malibu’daki mükemmel stüdyosunda çalışmış olmak kişisel olarak size, profeyonel olarak müziğinize neler kattı? Rubin’in Johnny Cash’den Jay Z’ye birçok efsanevi ismin çalıştığını da düşünürsek eğer...
Bana çok güven verdi diyebilirim. Sanatçı olma ve müzik yapma kararım konusunda daha güvenli hissetmemi sağladı. Rick’e çok güveniyorum; şarkı yazmak ve şarkı söylemenin gerçekten değerli bir şey olduğunu bana zamanla anlattı. Galiba bazen bir “müzisyen” veya “sanatçı”nın gerçekten bir şeylere katkı sağlayıp sağlamadığını, ya da tamamen narsist bir duruş mu sergilediğini sorguluyordum. Büyük ihtimalle bu ikisinin karışımıdır tabii. Ama Rick, bir şekilde bunun benim yapmam gereken bir şey olduğunu bana hissettirdi.
Şarkı söylemek kalp atışımı düzenliyor
Müzik yaparken amacınız kalıcı işler yapmak mı yoksa zamanın ruhunu yakalamak mı?
Bu, üstüne pek de düşünmediğim bir şey. Kendimizi sürekli geliştirmeye çalışıyoruz. Örneğin değişik plugin’leri ve pedalları kullanmayı öğrenmek gibi teknik konular üzerine çalışıyoruz. Bunlar gerçekten ilginç şeyler ve eminim ki sound’umuzu da değiştiriyor. Fakat bir şarkının zamansız olması veya tamamen belirli bir döneme ait olması öznel bir mesele. Bir şarkıyı zamansız yapan şeyin şarkının kendisi olduğunu düşünüyorum; sözleri ve amacı… Bazen zamanda yolculuk yapabilen bir şey yakalıyorsunuz, bazen de şarkı sadece bir ana ait oluyor ve geçip gidiyor.
Şarkılarınızda gerek aşk, gerekse aile bağlarının iyileşme süreçlerini dinliyormuşum gibi geliyor. Ve her seferinde bir hayal dünyasına sürüklüyor. Peki, şarkılarınız sende nasıl izler bırakıyor?
Müziğimizi sakinleştirici buluyorum. Turneler sırasında, yoldayken zaman zaman çok endişeli hissedebiliyorum. Her şey normal akışındayken ben çok hızlı hareket ediyormuşum gibi geliyor. Evde olmayı ve rutinimi çok seviyorum fakat bu şu anda hayatımın çok küçük bir kısmı. Turne hayatı çok düzensiz ve yorucu olabiliyor. Bu yoğun dönemlerde müzik yapmak veya sahnede şarkı söylemek beni sakinleştiriyor. Vücudumu dinlendiriyor, kalp atışlarımı düzenliyor. Sıcak bir çay etkisi yaratıyor bende, kendimi dinlenmiş hissediyorum.
Stüdyomuz doğanın tam ortasındaydı
Snow albümünün şimdiye kadar yaptığınız çoğu işten çok daha dışa dönük bir yapısı var. Albümü doğa ile iç içe bir alanda mı kaydettiniz? Gitarlar bile sanki tamamen canlı performanslar için dizayn edilmiş gibi...
Kesinlikle. “Snow”u Angus’un Byron Bay’deki çiftliğinde kaydettik. Çok huzurlu bir ortamdı, çok keyifli vakit geçirdik. Her gün uyanıp yüzüyorduk, çayımızı içiyorduk ve sonrasında tüm gün şarkı yazıyorduk. Stüdyo da doğanın ortasındaydı, hatta zaman zaman doğa stüdyonun içindeydi. Hatta bir gün muhteşem bir kahverengi yılan stüdyomuza konuk olup şarkılarımızı bile dinledi. Angus gerçekten kayıtlarımızı canlı performanslara taşımak konusunda çok başarılı. “Snow” içinde birçok değişik sound barındırıyor ve bu soundları sahneye de doğru taşıyabilmek için değişik yollar aramak çok keyifli oldu. Harika bir orkestramız var, hem albümü kaydederken bize eşlik ettiler hem de sahnede beraberiz. Bizim de işimizi çok kolaylaştırıyorlar.
Çeşitlilik hissi beni heyecanlandırıyor
Son dönemde sana neler ilham veriyor?
Şu ara Rick Gervais’in “The Office”ini tekrar izliyorum, inanılmaz bir komedi. Tim ve Dawn’ın arasındaki yıllar geçtikçe alevlenen aşk hikayesi beni çok etkiliyor. İnsanların dünyayı nasıl yorumladığını izlemeyi çok seviyorum. Hepimiz aynı şeye bakıyoruz aslında, fakat bakış açılarımız ve baktığımızda gördüğümüz şeylerin çeşitliliği beni çok heyecanlandırıyor.
Yolda neler dinliyorsun?
Dürüst olmak gerekirse şu sıralar çok müzik dinlemiyorum. Her gün soundcheck yapıyoruz veya konser veriyoruz. Bu yüzden boş zamanlarımda stand-up şovları veya komedi dizileri izlemeyi tercih ediyorum. Zaman zaman “Lightly Toasted” adında Avustralyalı bir caz grubunu dinliyorum. Emprovize caz yapıyorlar ve muhteşem bir trompet sanatçıları var. Bende bazı canlı kayıtları var. Sanırım ben de trompet çaldığım için başkalarının o enstrümanı nasıl yorumladığını dinlemek hoşuma gidiyor.