Onca berbat haberin arasında, hatta kenarda köşede kalmış bu küçücük haber hepimizi rahatlattı.
“Sadakat şart değil.”
Angelina Jolie, bana sorarsanız yüzyılın hatta gelmiş geçmiş bütün yüzyılların ilişki açılımını yaptı:
“Sadakat şart değil” deyiverdi.
Biz, “erkek aldatır” dan başlayıp “yeter ki, akşam evine dönsün”, “âşık olmamak şartıyla kabul edilebilir”, “bana hissettirmesin de ne yaparsa yapsın” noktasına kadar gelmiştik.
Kadınlar için zaten daha yeni yeni “neden aldatır?” aşamasındayız...
Ama hiçbirimiz bu kadar ileri gitmemişti...
Nasıl gerildiysek, nasıl her taraftan kıstırılmış hissediyorsak bu genişlik bize nefes aldırdı.
Ha, yapacağımızdan mı?
Hayır.
Hepimizin eşi ya da sevgilisi yaptığından mı?
O da hayır.
Ama galiba yapmış kadar olduk!
Ne bileyim, yapabilme ihtimali midir nedir?
Yaşlanıyor muyuz, neyiz?
Ya da artık âşık mı değiliz?
Bilmiyorum, bunlardan biri ama hangisi?
Hani, “Amaan... Şu üç günlük dünyada nedir bu kurallar, kendini sıkmalar...” hali herhalde...
Ayrıca...
Nedir yani? Adam her türlü danalığı yapsın, dövsün, seni eşek yerine koysun, hizmetçilik yaptırsın; saygısız, sevgisiz davransın...
Ama sadık kalsın!
Hepsini idare edelim ama sadakatsizliği asla!
Ne anladık biz bundan?
Aynı şey kadınlar için de geçerli...
Yatakta çuval gibi yatsın, pis olsun, cahil olsun ama ne?
Sadık olsun!
Bundan da ne anladık?
Hadi hepsi bir tarafa...
Asıl önemli olan:
Koskoca bir sevgiyi, aşkı, ilişkiyi sadakatla sınamak ne kadar doğru acaba?
Birini sahiplenmek...
Her şeyine el koymak...
Ne kadar sahici?
Ne kadar sevgi?
Hatta sevgi mi?
Ya da aşk?
Bu bazen kedimi severken aklıma takılır...
Onu seversin. Hatta âşıksınıdır.
Hayatta kimseyi özlemez, onu özlersin. Gün içinde bile...
Uyurken onu seyredersin.
Sana çok güzel gelir. Dünyanın en güzel, en akıllı kedisi seninkisidir.
En sevdiğin çiçeğinin içine etse de, öyle bir bakar ki sana...
Erirsin...
Tamam, yalakalık yapar ama bir yere kadar...
Uzatırsan, “hadi len!” der, çeker gider.
Ona istemediği hiçbir şeyi yaptıramazsın.
Zaten bir süre sonra seni eğitir, bundan vazgeçersin.
Onu olduğu gibi sevmeye zorlar seni.
Seversin.
Bir bakmışsın şu hale gelmişsin:
Onu sevdiğin için mutlusundur.
Sadece bunun için mutlusundur.
Yani onu karşılıksız seversin.
Ne senin ona ihtiyacın vardır, ne de onun sana...
Ve bu durum sana hiç batmaz.
Aksine rahatlatır.
Sevindirir.
Sadakat falan aklına gelmez, önemsemezsin bile...
Çünkü zaten senin değildir ki!
İşte o zamanlar kendi kendime sorarım;
“Gerçek sevgi böyle bir şey mi acaba?” diye...
Hatta biraz daha ileri gidiyorum, kim tutar beni!
Başka bir soru daha soruyorum:
Peki güven şart mıdır?
Sadakat şart değil
Haberin Devamı