Kadın ayağı

Canım Türkiyem

Haberin Devamı

Türk kadınının ayağı 41 numarayı zorluyormuş. On yıl öncesi ortalama 37-38 numara olan kadın ayakkabıları şimdilerde 41’e kadar çıkmış. Bu durum Batılılaştığımızın bir göstergesiymiş. Doğu’ya gittikçe ayak boyu küçülüyormuş. İyi beslenmenin ayak boyunu etkilediği iddia ediliyor. Şayet bunlar doğruysa biz fazla Batılılaşmasak ve çok beslenmesek sanki daha iyi olacak. Kadın ayağı dediğin küçük olmalı. Uzun boylu kadınların en büyük dezavantajı ayak numaralarının da boylarıyla orantılı olmasıdır. 43 numara iri ve kemikli ayağı olan bir kadın, Uma Thurman bile olsa ayak görünümüne önem veren erkeğin gözünde cazibesini kaybeder. Japon kadınları özellikle Geyşalar ayakları büyümesin diye müthiş bir eziyete katlanıyorlar. Numaraları ayak ölçülerinden daha küçük olan ayakkabıları sırf ayakları fazla büyümesin diye giyiyorlar. Kadın ayağı deyip geçmeyin. Önemli bir ayrıntıdır. Ünlü yönetmen Quentin Tarantino gibi ayak fetişi olan erkeklerin dünyadaki sayısı hiç de az değildir. Onun için hanımlar şayet mümkünse 39’u geçmeyelim lütfen.

Fashion night out

Geçtiğimiz Perşembe akşamı İstanbul’da moda ve perakende sektörünü canlandırmak için "Fashion Night Out" adı altında bir alışveriş partisi yapıldı. Nişantaşı, İstinye Park ve Bağdat Caddesi’nde bine yakın mağaza gece yarısına kadar ziyaretçilerin akınına uğradı. Hedef 60 milyon dolar ciroydu. Ünlü isimler alışverişe gelen müşterilerle hatıra fotoğrafı çektirdiler. "Survivor"a kadar 24 saatte evlenip, boşanan bir manken olarak tanınan ve daha sonra çok meşhur olan Özge Ulusoy bir mağazadan diğerine koşuşturdu.
Yine Survivor mirasçılarından Fransız’dan çok bizden eski emekli futbolcu Pascal Nouma da alışverişe ayrılan bu gecede hayranlarıyla bir mağazada buluştu. Fashion Night Out’a katılan mağazalar indirim yarışına girdiler. Bir kredi kartının Vadaa isimli bandosu indirimde olan mağazaların önünde müşteri çekmek için müzik yaptı. Bu güzel etkinlikten dolayı Vogue Dergisi ve sponsorlarını kutlamak gerek. İstanbul’un tarihi güzelliklerinin yanı sıra ne kadar değerli ve çağdaş bir kent olduğunu tüm dünyaya kanıtlıyorlar. Geçen hafta aynı etkinlik Madrid’te de yapıldı. Ancak İstanbul’da "Fashion Night" bambaşka ve çok daha görkemli bir güzellikteydi. Aklıma gelmişken... Bundan sonra da kimse bana canım Türkiye’mde ekonomik kriz var demesin. Bir gecede milyonlarca doların havada uçuştuğu bir ülkede kriz filan olamaz. Yaşasın "Fashion Night Out" gibi geceler.

İade-i ziyaret

Tatlı sohbeti ve kahkahasıyla ünlü televizyoncu Saba Tümer artık gece değil sabah kuşağında program yapmaya başladı. Canlı yayın stüdyosunda ağırladığı ünlü konuklarıyla güzel sohbet ediyor ve ilginç röportajlar yapıyor. Geçen gün yaşam mimarı Ali Ağaoğlu ile kızını konuk almıştı. Ali Bey, ekrana çıkmaktan belli ki çok hoşlanıyor. Karizmatik bir adam. Reklamını yapmasını seviyor. Kızı da çok şekerdi. Babası ile program sırasında son derece doğal ve sempatik bir ikili oluşturdular. Ancak Saba Hanım, abartılı övgüleriyle Ali Ağaoğlu’nu yerlere göklere sığdıramayınca sempati bir anda antipatiye dönüşmeye başladı. Tabir-i caizse sevgili Saba, Ali Bey’i öyle bir güzel yağladı ki adamcağız yayın sonrası yerinden kalktığında ayağı kayıp düşmediyse iyidir. Saba Hanım, ayrıca Ali Bey’e kendi deyimiyle iade-i ziyarette bulunmak istediğini defalarca dile getirdi. Herhalde gidip bir acı kahvesini içer bir iki de daire alırım diye düşündü. Düşünmediyse de o izlenimi verdi. Ali Ağaoğlu, medyatik olduğu kadar bonkör bir iş adamı. Her televizyona çıktığında böyle iade-i ziyaretler olacaksa yapmaya çalıştığı reklamın astarı yüzünden pahalıya gelecek. Ama koskoca Ağa Ali Bey’e bir, iki daire ne dokunur? Ataşehir onun! Ben de ilk müsait olduğunda radyo programıma Ali Bey’i konuk olarak bekliyorum. Benim de canım var ben de insanım. İade-i ziyaret benim de hakkım.

Oley Madrid

Geçen hafta İspanya’nın başkenti Madrid’teydim. Madrid aynı bizim başkentimize benziyor. Ankara gibi kuru sıcak ve kışın da dondurucu soğuk bir havası var. “Bütün Türklere kapım açık” diyen Atletico
Madrid’e transfer olan milli futbolcumuz Arda’nın nerede oturduğunu bilsem “Tanrı misafiri” diye kapısına dayanacaktım ama kısmet olmadı. Madrid merkezinde “Casa De Madrid” isimli sadece 7 odalı çok ilginç bir butik otelde kaldık. Binanın girişinde otel olduğuna dair hiçbir belirti yok. Kapıdan şifre ile giriliyor. Odaların içi kütüphaneyi andırıyor. Sahibi olan kadın 4 yıl önce evini otele dönüştürmeye karar vermiş. Biz otelin ilk Türk misafirleriymişiz. Bizimkiler nasıl oldu da orayı henüz keşfedemediler hayret doğrusu. Madrid’de İspanyolca bilmiyorsanız zorluk çekiyorsunuz. İngilizce bilmiyorlar. İşin kötüsü anlamış gibi yapıyorlar ve o zaman derdinizi anlatmanız daha da zorlaşıyor. Yemekleri güzel ama ağzınızın tadına uyanı seçmek bir mesele. Restoranlarda garsonlar İspanyolca’dan başka bir lisan bilmedikleri için size hiç yardımcı olamıyorlar. Mönüden ne seçerseniz artık bahtınıza gibi bir durum söz konusu. Dikkat etmezseniz çok rahat domuz eti de yiyebilirsiniz. Müzeleri, ilginç botanik parkı, Barnebau Stadı, sokak kafeleri, gece kulüpleri ve dükkanlarıyla Madrid görülmeye değer. Ancak İstanbul’un çok renkli hayatına alışmış birinin orada yaşaması zor. Bu arada Madrid gezim sırasında iki şey öğrendim. İlki kiralık arabalardaki GPS aletinin insanı rahatlıkla deli edebileceği. O zımbırtı yüzünden hava alanının etrafında bir sağ bir sola dönüp ya aynı yere çıkmaktan ya da tamamen kaybolmaktan başımız döndü. Diğeri de bizde araba kullanmak lüks. Dünyada en pahalı benzinin canım Türkiyem’de olduğunu yabancı bir ülkede araba kullanıp depoyu doldurduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz.

Canım Ajda’cım

Geçen akşam "Bu gece Ajda konseri yok. Dünyanın sonu mu geldi?" diye bir twit attım. Sevgili süperstarın hoşuna gitmiş. "Cem’cim esprine bayıldım. Haftaya her ilde Ajda konseri var. Bir ben bir de senden kurtuluş yok. Vazgeçmek de yok" diye sevimli bir mesaj yollamış.
Ajda’nın duruşuna, profesyonelliğine, çalışkanlığına, işine olan saygısına hayran olmamak gerçekten mümkün değil.
Neden herkes Ajda gibi olmak istiyor ama bir türlü olamıyor biliyor musunuz?
Mesleğini Ajda kadar sevmediği ve kendisine Ajda gibi bakmadığı için.
İşin özeti bu.
Yıl 2011. Ajda formunun zirvesinde.
Yıl 2012. Ajda yine aynı yerde olacak.
Kimsenin şüphesi olmasın.
Helal olsun canım Ajda’cıma!

Gülümse kazan

Kazı kazan gibi. Gülümse kazan. Gülümseyen kazanıyor. Somurtanlar kaybediyor. Hayat çok kısa. Tadını çıkartmak için gülümseyin. Yüzünüzden tebessümü hiçbir zaman eksik etmeyin. Gülümsediğinizde her zamankinden güzel olduğunuzu unutmayın. Asık suratlılarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Gülümsemenin karaborsada olduğu bir devirdeyiz. İnsanlar gülümsemek için ya kendilerine göre bir neden arıyorlar ya da Megastar Tarkan gibi Cem Yılmaz’ı görünce sırıtıyorlar. Sabahları gülümseyerek selam verenler azınlıkta. Gün içinde gülümseyerek konuşanlar yok gibi. Akşamları bir iki kadeh atmadan gülümseyene rastlamak mucize. Oysa "Kainat Güzeli" seçilen Angolalı Leila Luliana da Costa Vieira Lopes yarışmayı tebessüm farkıyla kazanmış.
Yokluklar içindeki Afrika ülkesi Angola’dan yarışma tarihinde ilk kez bir Kainat Güzeli çıkıyor ve o da gülümsemesiyle jürinin gönlünü fetheden Leila oluyor.
Düşünün... Sıradan biri değil tescilli bir güzel için bile gülümsemenin ne kadar önemli olduğunu.
Gülümse kazan canım Türkiyem!

DİĞER YENİ YAZILAR