İngiliz aptallığı

Olacağı buydu...

Haberin Devamı

İngiliz Milli Takımı ve Manchester United takımının 25 yaşındaki yıldız futbolcusu Wayne Rooney’in, geçen Kasım ayında doğum yapan 24 yaşındaki eşi Coleen’i hamileyken bir hayat kadınıyla aldattığı haberini gazetelerde okuduğumda hiç şaşırmadım. Erken yaşta evlenen ve zengin olan genç bir sporcunun yaptığı kaçamak sonucu yakayı ele vermesi bana normal geldi. Yani bu tip olaylar bundan önce de oldu bundan sonra da olacak. Garibime giden başka bir nokta var. Rooney, para karşılığı birlikte olduğu Jennifer Thompson ile bir restoranda tanıştığında “Karım evde yok. Bize gidip birlikte maç yapalım” demiş. Yani hayat kadınını alıp kendi evine götürmüş. Hatta eşiyle paylaştıkları yatak odasında birlikte olmuşlar. İşte bu beni bozdu.
Rooney salağına, “Madem hamile eşini sonradan ortaya çıkacağını bile bile bir fahişeyle aldatacak kadar alçalıyorsun, neden bunu deplasmanda yapmıyorsun” demekten başka bir şey aklıma gelmiyor. İngiliz aptallığı n’olacak!

Ultra lüks arabalar

Bizim yollara ultra lüks arabalar fazla geliyor. At kulağına kelebek konmuş gibi bir durum oluyor. Son model Bentley, Aston Martin, Rolls Royce gibi arabaları bizim yollarda kullanmak bir zevk değil. Ferrari, Lamborghini gibi ultra lüks spor arabalar için yollarımız müsait değil. Bizim yollarda kelleyi koltuğa almadıktan sonra sürat yapılmıyor. Çukurlardan geçilmiyor. Etrafta kimse trafik kurallarına uymuyor. Her an bir kaza olabilir. Arabanızı park edecek güvenli yer bulmak zor. Kahya ve vale takımına anahtar bırakmak riskli. Yüzbinlerce Euro değerindeki araç her an çizilebilir. Arabası olmayan yayalardan, otobüse istif halinde binmiş yolculardan gelen bakışlar insanı tedirgin eder. Kendinizi suçlu hissedersiniz. Peki bizdeki ultra lüks araba tutkusu nerden geliyor. Özentiden ve gösteri meraklısı olmamızdan. Yoksa Bebek’te bir tur atmak için o kadar parayı sokağa dökmeye değmez.

Hepimiz narsistiz

Günümüzde insanın kendini fazla sevmesi olarak tanımlanan hastalığa narsizm deniliyor. Megalomanlığın ötesindeki bu hastalık daha çok erkeklerde görülüyormuş. Uzmanlara göre abartılı biçimde kendini önemseme, özel olduğuna inanma ve özel insanlar tarafından anlaşılabileceğini düşünme, başkalarının aşırı derecede hayranlık duymasına ihtiyaç hissetme, insanları kendi çıkarları için kullanma, küstah ve kibirli davranışlar sergileme, başkalarını kıskanma ve kıskanıldığını düşünme hep narsizm denilen hastalığın başlıca belirtileriymiş. Narsistler empati yapmaktan da yoksun oluyorlarmış. Financial Times gazetesinin haberine göre 90’lı yılların ortalarından beri narsistlik dünyada hızla yayılıyormuş. Diğer ülkeleri bilemem ama uzmanların verdiği belirtilerden yola çıkarsak bizdeki narsistlerin haddi hesabı yok. Örneğin aktör Kadir İnanır’a narsist denmiyor. Onunki artık bir ekol olmuş. “Kadirizm” deniliyor. Siyasette narsistlere kısaca “Bakan” diyorlar. Ünlülerimizin çoğu narsistlikten yıkılıyor. Veliahtlar, ikoncanlar, sosyetikler de öyle. İki haftadan uzun ekranda yayında kalan televizyon programcıları ve dizi oyuncularının hepsi narsist. Futbol yorumcuları arasında narsistlik o kadar normal ki en baba iki narsist Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar artık birlikte program yapıyor. Teknik direktörler deseniz dışarda Real Madrid’in hocası Jose Mourinho’nun dillere destan narsistik tavırları bizimkilerin yanında ‘mütevazı’ sayılır. Futbolcular deseniz narsist olmayanı zaten takıma almıyorlar. Yedekleri bile küçük dağları kendilerinin yarattığına inanıyor. Köşe yazarları için narsist kelimesini kullanmak abes olur. Hatta sözlükte narsist kelimesinin karşısına Hıncal Uluç’un bir vesikalık fotoğrafını koysalar kimse yadırgamaz. Radyocuların tümü narsistin önde gideni. Hepsi en iyi radyocunun kendileri olduğunu sanıyor. Ben hem radyocu hem köşe yazarı olduğum için ‘duble’ narsistim. Aslında Türk insanın çoğu burnundan kıl aldırmaz. Kendinden başka kimseyi beğenmez ve dinlemez. Yani sizin anlayacağınız hepimiz narsistiz!

Her ülkeye isim takmak

Almanlar ‘panzer’, Fransızlar ‘horoz’, Hollandalılar ‘portakal’, İspanyollar ‘boğa’, Brezilyalılar ‘sambacı’, Arjantinliler ‘tangocu’, Avustralyalılara ‘kanguru’... Özellikle sportif karşılaşmalardan sonra çıkan bu başlıklar çok bayatladı. Örneğin Almanları yenersek “Panzeri ezdik geçtik!” yazıyorlar. Fransızları yendiğimizde “Horozun başını kestik!” veya “Horoz bize ötmez!”, Avustralyalıları yensek “Kanguru terbiyecisi!” diye başlıklar görmek zorunda mıyız? Başık atanların işi kolay değil. Her defasında ayrı bir klişe bulmak zorundalar. Onlar da kafa yormayıp bu bayat başlıkları atıyor olabilir. Bizimkiler işin cucuğunu çıkardılar. Peki yabancı basın bizim için ne tür başlıklar atıyor? Mesela ülkemizin adı İngilizce’de ‘hindi’ anlamına geliyor. Onlar da bizim gibiyse canım Türkiyem’le ilgili her habere mutlaka hindi, lokum veya hamam başlıklarından birini atıyorlardır. Zira bizde öyle bir duruma geldi ki artık panzer demeseler Alman, horoz demeseler Fransız olduklarını anlamayacağız. Herkes illa bir şey olmak zorunda mı? İspanyollara boğa, Brezilyalılara sambacı demezlerse haberin değeri mi kayboluyor? Anlamak mümkün değil. Küçükken ebe seçmek için sayardık, “Bir, iki, üçler yaşasın Türkler, üç, beş, altı Polonya battı, yedi, sekiz, dokuz Ruslar domuz, on, on bir, on iki İtalya tilki, on üç, on dört, on beş Amerika kardeş.” Sonra dünyada bir Amerikan düşmanlığı başladı. Hiç bilmediğimiz Danimarka’ya kardeş demeye başladık. Şimdi de şu bayat başlıkları ülkelerin gerçek isimlerine çevirseler ne güzel olacak.

DİĞER YENİ YAZILAR