İşte genç kızlarımıza örnek bir iş kadınımız!

27 Ağustos 2004

Geçenlerde Opet Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk ile tanıştım ve çok hoş bir sohbet gerçekleştirdik. Eşiyle yaşamlarına öğretmen olarak başlamış bu aile, karşılaştıkları bazı zorluklar sonucunda, asıl mesleklerinden ayrılıp Mersin'de madeni yağ ticaretine başlamış, zaman içinde işletmelerini geliştirerek işlerini bugünkü beş yüz küsur Opet ve Sunpet akaryakıt istasyonlarının hatırı sayılır hacmine vardırmışlar. Nurten Öztürk, kısa sandre renkli saçları ve zarif inceliğiyle bana Fransız aktris Michelle Morgan'ı anımsattı. Ancak fiziki hoşluğundan çok daha önemli kabul ettiğim yaşam görüşleri var, bu çalışkan ve örnek alınması gereken iş kadınımızın."Hedefimi soruyorsunuz. Hedefim, yurdun tüm köşelerinde zor şartlar altında var olmaya çalışan kadınlarımızı eğitmek, bilinçlendirmek, üretime maddi imkânlar kazanarak katılmalarını sağlamak. 'Beyaz Bayraklı Opet İstasyonları' kampanyamız çerçevesinde, Anadolu'yu karış karış gezme imkânı buldum. Hijyenin önemini defalarca eğitim seminerleriyle insanlarımıza aktarmaya çalıştık. Şimdi ise kadınımızın bilinçlenmesi için, hakkını arayabilen, eğitimli bir varlık olması için çalışmalar yapıyoruz. İstanbul'da bir merkez kuruyoruz.Buraya devam edecek genç kız ve kadınlarımız hem meslek sahibi olabilecekler hem de çocuklarını daha eğitimli bireyler olarak yetiştirebilecek donanıma sahip olacaklar."Türk kadınının eğitilmesi gerektiğini istatistiklerle anlatarak söze devam eden Nurten Hanım'ın, değişik kültürlerle doğup büyümüş, yurdun değişik yörelerinde yaşayan kadınlarımıza 'tepeden bakılmasına' itirazı var. "Bu yaklaşımla eşitliği sağlamanız mümkün olamaz ve kopukluk başlamış olur" diye düşünüyor. "Siz bir mesajı, anlaşılır bir seviyede takdim ederseniz ancak hedefi bulabilirsiniz. Yoksa yansıtmak istediğiniz fikirler bir kulaktan girer, diğerinden çıkar" diyor.Nurten Öztürk ile konuşurken benim düşüncelerimle onun görüşlerinin pek çok noktada örtüştüğünün farkına vardım. Bu gerçeğin altını ben de çizmek istiyorum. İnanınız bana, yıllardır bir salon dolusu dinleyicisinden kopuk o kadar çok konuşmacıya şahit oldum ki şaşar kalırsınız. Eğitim ve bilim kurumlarımızda yıllarca bilenmiş zekâ ve zengin kelime hazneleriyle fikir ve bulgularını ifade eden bilim kadınlarımız ve erkeklerimiz, salonda 'çıt çıkarmadan' onları dinleyen kadınlarımıza hitap ettikten sonra "Sorularınız var mı?" diye sorduklarında ya eller hiç kalkmaz veya kalksa bile konferans konusundan çok daha farklı ve çoğu kez ele alınan konudan uzak dertlerini dile getirdikleri görülür."Değişim ve evrimin kadın sayesinde olacağını biliyoruz. Kadın bilinçlenip, değişim ve devrimi arzu etmeli. O duruma gelinceye kadar, sabırlı olmak zorundayız" diyor Nurten Hanım.Gerçekten bence de erkek egemen toplumumuzda kadının silkinmesi, hakkını araması, lehine düzenlenmiş yasalardan haberdar olarak onları yeterince kullanması için katetmesi gereken mesafe bir türlü kısalmıyor. Yıllardır ben ve meslektaşlarımın her gün ekranlardan seslenmemize rağmen, durumlara açıklık getirmemize rağmen, yazılı basında arkadaşlarım önemli konuları tekrar tekrar işlemelerine rağmen, zaman zaman sanki ileriye gideceğimize geriye gidiliyor gibi bir hisse kapılıyoruz. Keşke ülkede 200-300 Nurten Öztürk ve eşi gibi müteşebbis aile olsa da bu tempoyu artırabilsek.Üç çocuk annesi, başarılı iş kadını Nurten Hanım botaniğe meraklı. Doğa hayranı bir fotoğrafçı ve şair. Babası köy enstitüsü öğretmeni olan bu değerli iş kadınımıza dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Devamını Oku

İyi ki doğdun Gülben Ergen

26 Ağustos 2004

Yaptığı her albüm, hayranları tarafından benimsenen, her şarkısı ezberlenen Gülben Ergen, geçen akşam Rumelihisarı'nı tıklım tıklım dolduran dinleyiciyeriyle buluştu. İçi leopar astarlı ve üstü kırmızı/bej ekose tafta eteği ve leopar büstiyeriyle tam sahneye çıkmak üzereyken görkemli eteği bir kenara sıkışınca meydana gelen kısa gecikme esnasında, seyircilerin arasında yerini almak üzere Mustafa Erdoğan alkışlarla ilerleyerek Gülben'in annesiyle Şehrazat'ın arasına oturdu. Sürpriz, sürpriz, sürpriz! Bütün kameraların ne tarafa kümelendiğini tahmin edebilirsiniz. "Hayrola?", "Barıştılar mı?", "Hani ayrılmışlardı?" gibi sorular hemen yükselmeye başladı. Ne zamana kadar? Gülben sahneye çıkıncaya kadar.Hep böyle oluyorGülben Ergen sahneye bir çıktı, pir çıktı ve sorular silindi gitti. Ben çok konserini izledim ama hiç bu akşamki kadar formunda görmedim güzel sanatçımızı. Bir kere seyircinin benimsediği bir repertuvara sahip olmanın avantajını yakalamış bir şarkıcı Gülben. Son albümüne odaklansa da (Uçacaksın), geriye doğru dokunsa da (Kurşuni), değişik kulvarlara girse de (Mecburiyetten), dinleyicisi onunla nefes nefese, yan yana, el ele koşuyor.Tabii ki sahnede tutabilmek mümkün değil bu sanatçıyı. İlla ki seyircinin bağrına girecek. Muhakkak onların arasında şarkılarını söyleyecek. Bu, hep böyle oluyor. Bu yüzden daha ikinci parçada yelkenlerini açtı Gülben ve başladı en yukarılara tırmanmaya. Bir taraftan şarkı söyleyip diğer taraftan taaaaaaaa tepelere, koltukların bitip çimenlere oturmuş seyircilerin bulunduğu yere çıkabilmek hiç de kolay olmamalı. Ama bu ateş topu, enerji kaynağı Gülben Ergen, sanki yokuş aşağı koşuyormuş rahatlığıyla dinleyicisiyle buluştu. Ona biraz yakın olabilmek, elini tutabilmek, yanağını öpebilmek ve şarkısını birlikte söyleyebilmek için hayranları çırpındı durdu. Kısa bir aradan sonra turkuaz bir mini etek ve pırıltılı bir üstle çıkan sanatçı, doğum günü pastasını, herkesin coşkuyla söylediği, "İyi ki doğdun Gülben" şarkısı ve alkışları arasında kesti.Üçüncü bölüme girişi, orkestra elemanlarından Gökhan'ın, "Caruso" eseriyle yapması hoş bir sürpriz oldu. Gülben'in giydiği son kostüm, pembe tonlarında emprimeydi. Açık kalmış omuzuna da zevk sahibi bir kelebek konmuştu. Canan Yaka'nın titiz çalışmasını takdir etmemek mümkün değil.Gülben, kendisine yardım eden herkese teşekkür etmeyi hiç unutmuyor. Örneğin başta Şehrazat olmak üzere söylediği şarkı sözlerini yazmış olan her sanatçıya, Taşkın Sabah ve tüm orkestra elemanlarına, kostümlerini yaratan Canan Yaka'ya, arkadaşları Nihat Odabaşı, Armağan Çağlayan'a ama hepsinin üzerinde dinleyicilerine teşekkürlerini samimi ve içten bir şekilde sunuyor. Zaten hayranlarıyla arasında harikulade bir ilişkisi var.Sanki bir bağ varZor günleri de güzel günleri de beraber yaşamış bu ikili. İpler hiç incelmemiş, aksine daha da sağlamlaşmış. Sanki elle tutulur bir bağ var Gülben ile dinleyicileri arasında.Dikkatimi çeken, Gülben'in artık annesine eskisi kadar takılmıyor olmasıydı. Sanki Mustafa Erdoğan bu özel yeri almıştı! Şarkı sözleri arasında Gülben Mustafa'ya sitem de etti, üzüntüsünü de belli etti, aşkını da ilan etti. Küçük çocuklara mahsus şeytanca bir sempatiklikle onunla uğraştı durdu. Bizler de şaşırdık ve inşallah tekrar barışırlar diye ümitlendik. Doğum günün kutlu olsun Gülben Ergen.

Devamını Oku

Temizlenip tamir edilmiş tren projeniz yok mu?

25 Ağustos 2004

Bugün de başka bir karmaşaya parmak basalım. Ulaştırma Bakanımız, diğer bakanlarımız ve bürokratlarımız her sabah Haydarpaşa-Kocaeli veya Sirkeci-Halkalı trenlerine binmek zorunda olmadıkları için gerçek tren yolu dertlerini her gün yaşayanlardan yansıtmak da biz medyaya düşüyor.Ali Ceylan adlı okurum Gebze'de oturuyor. Kocaeli Üniversitesi'ne devam ettiği için diğer öğrenciler gibi her gün trenle okuluna gidip geliyor. Kartal, Maltepe, Pendik, Kadıköy, Bostancı gibi istasyonlardan trene binenlerin çektikleri inanılmaz bin bir derdi anlata anlata bitiremiyor. Aslında ben benzer konuları defalarca bu köşemden gündeme getirmeye çalışırım ama duyacak kulaklar nerede?"Sabah saat 7, 8, 9, 10 trenleri o kadar kalabalık ki, bırakınız oturmayı, tutunmak için elinizi dayayacağınız bir yer bile yok" diye dertleri sıralamaya başlıyor ve "Gebze'den trene binmek bile mümkün değil" diye devam ediyor. Muhteşem bir ifadesi olan Ali Ceylan, "Trenler kısa Ayşe Hanım. Tasarruf adına trenleri kısa tutuyorlar" diyor.Hele hele Tavşancıl ile Diliskelesi arasında hiç güvenlik kalmıyormuş. Peki TCDD'nin güvenlik elemanları yok mu? Var. Ayrıca bu güvenlik görevlilerinin hepsi de silahlıymışlar. Ama 30 kişilik bıçaklı çetelerle başa çıkmaları mümkün değilmiş. Banliyö trenlerimiz pislik içinde. Camlar kırık. Kesik koltuk kaplamaları içler acısı durumda. Şimdi bakınız beyler! Ben Ulaştırma Bakanı olarak işin başına gelir gelmez, vallahi tallahi tüm TCDD yetkililerini ve çalışanlarını toplar, "Dertlerimiz nelerdir arkadaşlar?" diye açık açık sorardım. Vatandaşların biz medyaya yansıtttığı sorunları bu arkadaşlar bilmezler mi? Hem de âlâsını bilirler. Çözüm yollarını bilmezler mi? Hem de en mükemmelini bilirler.Hangi vicdanla?Peki bütün bu pislik, yırtık pırtıklık, kırık döküklük, çatlayarak yarılmış karpuz gibi masanın üzerinde dururken, siz nasıl "Hızlandırılmış tren" diye bir göz boyamacı yola başvurursunuz? Bunu hangi zihin, mantık ve vicdanla, bir pazarlama projesi olarak ciddi ciddi düşünüp uygulamaya kalkarsınız? Diyelim ki, trene binmeye alışık olmayan Başbakan, böyle bir öneride bulundu. Siz o anda, o saniyede, niçin ayağa fırlayıp, "Efendim, hızlandırılmış tren yanlış bir proje olur. Çünkü ondan önce mevcut rezil şartlarımızı düzeltip, vatandaşları rahatlatmak gerekiyor. Hızlandırılmış tren yerine, temizlenmiş ve tamir edilmiş tren projesini ele almamız lazım" diyemezsiniz?Tabii burada Başbakan dediğime bakmayınız. Bildiğim bir şey yok ama ben Ulaştırma Bakanı'ndan böyle dürüst ve vatandaşın yanında bir proje beklerken, afaki hızlandırılmış mızlandırılmış çarklara girilmesine izin vermeyen bir hareket tarzı beklerdim. Vatandaş, çetelerden arındırılmış trenlere binmek istiyor. Siz kimsenin gözüne mendil bağlayıp, gerçekleri unutturamazsınız. Bizi AB'ye alacak üyeler bir sabah Gebze'den şu trenlerimize binsinler bakalım. Binsinler, inebilirlerse insinler de sonra bizi aralarına almaya söz versinler bakalım.Banliyö trenlerimiz öncelikle ve acilen tamir edilip, boyanıp, koltuk kaplamaları değiştirilip, vagonlar ilave edilerek vatandaşlara insanca bir ulaşım sistemi sunar hale gelmelidirler, banliyö trenlerine dadanan bıçaklı çeteler tutuklanıp, cezalandırılmalıdır. Ali Ceylan'ın bir ricası var: "Okulun ilk günü lütfen tüm basın ve kameralar sabah saat 8 veya 10 treninin durumunu görmek için Kadıköy istasyonuna gelsinler."Haklısın Ali Ceylan, çok haklısın oğlum!

Devamını Oku

Olimpiyatlara katılan Türk sporcuların sayısı çok az!

24 Ağustos 2004

Avusturya'dan aldığım bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum: "Ayşe Hanım, geçenlerde olimpiyatlarla ilgili yazınızı okudum. Ben Avusturya'da yaşayan bir öğrenciyim. 70 milyonluk ülkemizde bizim katılımcı sporcularımızın sayısı neden bu kadar az?Türk gençliği bu kadar har vurup harman savrulamaz! Bence Türkiye'de spordan sorumlu hangi bakan varsa, beyefendiyi acilen kendine getirmekte fayda var. Açlıktan nefesi kokan Afrika ülkelerinin atletleriyle ve bizden fakir Avrupa ülkelerinin 150-200 kişilik ana kadroları ile Atina'da olmaları bizden ise sadece halter dalında ve koşuda, çoğu Türk asıllı olmayan sporcuları görünce içim sızlıyor. Artık birisi çıkıp da ülkedeki sporun içler acısı durumuna dikkat çekmeli. Türkiye'de spor demek, futbol demek oluyor. Hem de içler acısı bir futbol.Hani diğer spor dalları? Hokey, paten, su topu, eskrim, okçuluk vs? Sırada kış olimpiyatları var. Gene katılmayacağız çünkü dünyanın uygar insanlarının bu faaliyete önem verdiğinden, ülkelerin bedava reklamlarının bu yolla yapıldığından ve Türkiye'nin yanlış imajının bu yolla düzeltilebileceğinden Ankara'da kimsenin haberi yok. Ne olur bu konuya siz sahip çıkın. Yumuşak üslûbunuzu biraz sertleştirin. Teşekkürler. (Elif Kutluer)Ben yıllardır ekranlardan yetkililerin dikkatini bu konuya çekmek için çok sözler söylemiş biriyim. Maalesef hiç ilerleme kaydedilmedi. Spor dallarında başarılı olmak için önce yetenekli gençlerin bulunması, sonra Anadolu'nun her köşesine tesis yapılması ve bu gençleri keşfedecek birikimde öğretmenlerin olması gerekmektedir. Bence yetenekli gençlerimiz vardır. Bunları tespit edecek spor öğretmenlerimiz de Anadolu'nun her köşesinde hizmet vermektedirler. Eksik olan nedir? Spor tesisleri. Bu kadar mı?Spor, disiplindirBurada biraz duralım ve düşünelim. Ben, çocuklarının akademik başarısı için kovalarla para harcayan anne babaların aynı çocuklarının spor başarısına yeterince önem vermediğini düşünüyorum. Herhangi bir okulda veli toplantısına gittiğinizde fizik, matematik, kimya öğretmenlerinin masasının önünde veli kuyruklarından geçilmezken beden eğitimi öğretmeninin masasının bomboş olduğunu fark edebilirsiniz.Bu, çekirek ailelerin beden eğitimi ve spor derslerinin üzerinde durmadıklarının bariz ve utanılacak işaretidir. Teşhisiniz çok doğrudur. Spor demek, futbol demek değildir. Spor bir disiplin, bir arkadaşlık, bir takım çalışması, işbirliği ve saygı kulvarıdır. Haluk ve ben çocuklarımızın kimyadan düşük not alıp, spordan yüksek puan almasına sevinen anne babalardanız.Yabancı ülkelerin eğitim sistemlerine girdiğimiz vakit, değerlerimizin hiç de yanlış olmadığını sevinerek öğrenmiş insanlarız. Türkiye'de fizik, matematik ve kimyadan sınıf genelinin düşük not almasının sebebini de kalkınmış ülkelerin eğitim sistemlerini araştırıp yaşadığımızda anlamıştık. Çocuklarımızın hiç hatası bulunmadığını, yanlış müfredatların kurbanları (tekrar edeyim kurbanları) olduklarını görmüştük. Çocuklarımız neşe ve sevinç içinde, özlemle her derse girmelidirler. Bu ders beden eğitimi de, matematik de, fizik de olabilmelidir.Kalkınmış ülkelerde böyle olduğu içindir ki, yetenekli gençler küçük yaşlarda keşfedilmekte, uzun uğraş ve çalışmalardan sonra o madalyaları almak için podyuma çıkabilmektedirler. Afrika'nın birkaç ülkesi de bu basanların, ülkeleri için güzel bir tanıtım aracı olduğu bilincine yıllar öncesinden varmışlar ve özellikle atletizm konusunda çalışmalarını yoğunlaştırmışlardır.Çalınan her milli marş, göklere yükselen her ülke bayrağı, yarış öncesi ve sonrası kamera karesine giren her sporcu, o ülke için müthiş bir gurur kaynağıdır. Keşke Türk velileri ve yetkilileri de bu bilince erişebilse.

Devamını Oku

Kredi kartı kullanımına dikkat!

23 Ağustos 2004

Maliye Bakanlığı çok yerinde bir yasa çıkartıyor. Düşünen, hazırlayan, imzalayan tüm yetkililere teşekkürü borç bilirim.Konu: Kredi KartlarıYanlış anlamadıysam artık hiçbir vatandaşa, çalıştığı işten kazandığı paradan fazla kredi hakkı tanınmayacak ve birden fazla kredi kartı takdim edilemeyecek. Bu o kadar önemli bir yasa ki, açmak istiyorum.Kredi kartı sektörü, çok rekabet içinde hareket eden, bir müşteriyi adeta aralarında kendi tarafına çekmek ve kendi kredi kartını kullandırmak için uğraşan birçok kuruluşla dolu. Ben bu durmu ABD'de yaşadığım yıllarda fark etmiştim. Bana verilen ilk kredi kartımın limiti 1000 dolardı. Yaptığım harcamayı bir ay dolmadan geriye ödediğim için hiç faiz ödemedim. Gel zaman git zaman bana postadan yeni teklifler gelmeye başladı.Bir çok tanınmamış, adını duymadığım kuruluş, "Sizin kredi kartı hareketlerinizi izledik, çok güvenilir olduğunuza karar verdik ve kullanmanız için kuruluşumuzun kredi kartını gönderiyoruz." Kredi limitine baktığım zaman 5000 dolardan başlayıp inanmayacaksınız ama 30.000 dolar limitine kadar uzanan kartlar görmeye başladım. Ben kiiiiiiiiiim 30.000 dolarlık kredi kullanmak kimdi? Bu kartların hepsini kıtır kıtır kesip çöpe atıyordum. Kimbilir benim gibi kaç kişiye bu teklif yapılıyordu? Bazılarımız para harcamaktan çok hoşlanırız. Hatta para harcamanın kimilerine psikolojik bir rahatlık getirdiği bile söylenir.Özellikle bazı hanımların içleri çok bunaldığında, depresyon gibi durumlara yaklaştıklarında, canlarını üzen durumlar yaşadıklarında kredi kartlarını çantalarına atıp, müthiş bir alışveriş furyasına girerlermiş. İhtiyacı olsun olmasın, eşyalar alıp eve getirdiklerinde morallerinin düzeldiğini hissederlermiş. Böyle bir insana değişik kredi limitleriyle 5-6 kredi kartı verdiğinizi düşününüz. Bütçesinin çok üzerinde alışveriş yapacağından hiç şüpheniz olmasın. Tabii böyle durumlarda, biriken ve faizlerle artan borçların ödenmesi çok güçleşeceği için yeni yaklaşım şöyle yapılıyordu: "Değişik kredi kartı borçlarınızı bizim eklediğimiz 'tek kart' ile ödeyin ve biz sizden 'tek' alacaklı olalım. Bakın ne büyük kolaylık. Değişik yerlere birçok ödeme yapacağınıza bir tek bize ödeme yapın. Kolaylığı elinize kadar gönderdik. Haydi kullanın!"Kendilerini, iyice düşünmeden bu durumlara sokan ve sonra borçlarla başa çıkamayan Amerikalılar battıkça batıyor, minimum taksitlerini ödedikçe işleyen faizlerle borç batağında bocalıyorlardı. Hatta bence her Amerikan vatandaşı, önünde çalışıp kazanacağı iki yıllık maaşını bugünden harcamış durumdadır. Böyle bir istatistik hesaplanmamakta veya hesaplansa bile yayınlanmamaktadır. Bu benim özel düşüncemdir.Maliye Bakanlığı'nın çıkartacağı yeni yasa, insanlarımızın böyle çukurlara düşmelerini önleyecektir. Maaşın kadar kredi limitin olabilir fakat başka kredi kartın olamaz. Bu tahdide özel mağaza kartlarının dahil edildiğini sanmıyorum. Örneğin Beymen, Vakko gibi firmalar müşterilerine sadece o mağazalarda kullanılacak kredi kartları takdim edebilirler. Yoksa edemezler mi? Bu konuyu merak ediyorum ve yetkililerden açıklama bekliyorum.Dikkat... Dikkat...Birinci ve sonuncu harfler yerinde olsun yeter"Bir İngiliz üvnisertseinde ypalaın arşaıtramya gröe, kleimleirn hrfalreiinn hnagi sndaa yzahdkılraı ömneli dğelnmş. Öenlmi oaln brind ve snouncu hrfain yrenide omlsaımyış."Nasıl? Sizlerde bu yazıyı düzgün biçimde okuyabildiniz mi? Ben okudum. Teşekkürler Ünal Cem. Değişik bir yaklaşım. Yalnız bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bazı sekreterler, patronlarından dikte alırken benzer uygulamayı yaparlar ve bilgisayarlarının başında o yazıyı rahatlıkla deşifre ederler. Gene de ilginç bir araştırma. A. Ö.

Devamını Oku

Siyasette Mustafa Kemal ruhu aranıyor

22 Ağustos 2004

Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ün, "Halkın Yükseliş Hareketi" başlıklı kitabını okudum. Yıllardır birlikte televizyon programı yaptığımız hocamız, ülkeye ve Türk halkına siyaseten hizmet vermeyi bir borç biliyor olmalı ki, CHP'den ayrıldıktan sonra da siyasi yaşamına kendisinin de parçası olacağı yeni kurulacak bir partide devam etmek istiyor.Halkın Yükseliş Hareketi çalışmasını okuyan birçok kişi, Öztürk ve kendisine yardımcı olmuş Erol Manisalı, Kamran İnan, Hayrettin Karaca, Sinan Aygün, Gündüz Aktan ve İ. Yaşar Hacısalihoğlu'nun belirttikleri düşünceleri paylaşacaklardır. Kuva-yı Milliye ruhunun tekrar yaratılması ihtiyacını duyan Öztürk ve katkıda bulanan arkadaşları, bu hareketin yeşermesi için gerekli konjonktürün Türkiye'de hazır olduğuna inanmaktadırlar."Yalın bir gerçek"Geçenlerde Star televizyonundaki "Objektif" programına, aynı konuda konuk olmuş Emin Şirin Bey'in ileri sürdüğü görüşleri dinliyorum: "İktidardaki hükümet, halkın 50 milyonluk seçmeninden 15 milyonunun oyunu aldı. Kalan 30 milyon seçmen ise AKP'ye oy vermedi. Bu ortada yalın bir gerçektir. Oysa Meclis aritmetiğinde çoğunluk AKP'nin elinde bulunmaktadır. Şimdi bu 30 milyon seçmenin oyunu almak için benim bildiğim ve bizzat davet edildiğim, cem'an 6 değişik parti kurulma aşamasında.İsim vermem gerekirse bunlar İlhan Kesici, Yaşar Okuyan, Öztürk, Saadettin Tantan v.s. Durum böyle olunca, bu taraftaki oylar tekrar bölünecek. Benim önerim, bu grupların bir araya gelerek konuşup tartışması, el ele vererek ya DYP veya MHP gibi mevcut bir partinin bayrağı altında birleşmeleridir."Bu formülü uygulamak, önermekten daha zordur. Örneğin DYP böyle bir girişimi desteklese, başkan olarak Mehmet Ağar'dan başkası seçilebilir mi? Parti buna izin verir mi? İkinci bir soru da kendisini kuruluşundan beri muhafazakâr gören bir parti, kimliğini sosyal demokrata çevirebilir mi? Dolayısıyla Halkın Yükseliş Hareketi (HYH), hiçbir koalisyona girmeden kurulacak yepyeni bir parti olmak zorundadır.Bence Halkın Yükseliş Hareketi, Mustafa Kemal ruhunun Türkiye'de tekrar yakalanabilmesi için gösterilen bir çabadır. Önümüzde bir şablon mevcuttur. Ancak yılların getirdiği değişik konjonktürler ve hatalar sonucu durumlar değişmiş midir? O tarihlerde ülkemizin daha da zor şartlar altında olduğunu söyleyenler, böyle bir alevin tutuşarak büyümesini mümkün görebilirler. Ancak Mustafa Kemal'in üstün liderliği, devlet adamlığı, vizyonu, ve cesaretine ilaveten, birlikte çalıştığı işinin ehli, genç ve dinamik kadroların da başarıya katkısını unutmamamız gerekir.Programda dile getirilen, "Para nereden bulunacak?" sorusuna hocanın yanıtı, "Herkes verecek. Ama az ama çok, herkes katkıda bulunacak" olmuştur.Bu katılımcı ruh nasıl elde edilir? Kanımca Türkiye'de halkın çok ama çok sevdiği, güvendiği, inandığı bir lidere ihtiyaç vardır.Başarılar diliyorumHalkın Yükseliş Hareketi'nin partisi henüz kurulmadığı için parti programı henüz hazırlanmamış. Mevcut sorunlar için önerilen çözümleri bu kitapta bulamıyorsunuz. Eylül ayında kurucu üyeleri açıklanacak bu çalışmanın daha çok Türk kadınlarından destek bulacağını düşünenler az değil. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve dava arkadaşlarına başarılar diliyorum.

Devamını Oku

Carmen Bin Ladin'in yaşadıkları

21 Ağustos 2004

BBC World'de dinlediğim, Usame Bin Ladin'in erkek kardeşinin eşi Carmen Bin Ladin'in aslında çirkin bir güzelliği var. Gözleri ayrık ve büyük. Omuzlarındaki kahverengi saçları seyrek ve dağınık. Ağzı büyük. Yüzünü de ya gerdirmiş, ya kaza geçirmiş, ya da botokslu."Annem Persli" diyor. İran adını kullanmıyor. Babasının nereli olduğunu öğrenemedik. Usame Bin Ladin'in erkek kardeşiyle İsviçre'de tanışmışlar. Üç kız çocuğu sahibi ve 14 yıllık bir çabadan sonra eşinden ayrılan Carmen, kızlarının bilgisi için Bin Ladin ailesiyle yaşadıklarını bir kitap haline getirmiş."O kadar yakışıklı, zeki ve hoş bir adamdı ki, kocama çok kısa zamanda âşık oldum."İngiliz sunucu o sırada şu cümleyi ilave ediyor: "Egzotik de bulmuş olmalısınız."Bunu da kabul ediyor Carmen ve devam ediyor: "Ben o yaşımda, Suudi Arabistan hakkında bilgi sahibi değildim. Bir tek Pers ülkesini tanıyordum. Olsa olsa Pers ülkesinden biraz daha muhafazakârdır diye düşündüm. 70'li yıllardı. Zaten ilk yıllarımızda çok mutluyduk...""Tabii ki büyük bir varlık içine girmişsiniz. Bu da zorlukları oldukça hafifletmiştir...""Evet aile varlıklıydı. Ama bir kaç yıl sonra Suudi Arabistan'da herkes varlıklı oluverdi. Ama gene de benim eşim başkaydı.""Nasıl başkaydı?""Bakınız, 70'li yıllarda Suudi Arabistan'da kadınların konumu daha da beterdi. Hiçbir erkeğin yanına çıkamazlardı. Oysa kocam bana farklı davranıyordu. Ne de olsa batı kültürü ile büyümüştüm.""Örnek verin.""Örneğin bir ağabeyi bizim eve gelse, beni odadan çıkartmıyordu. Diğer gelinler, iki erkek olan aynı odada kalamazlardı. Ama dedim ya benim kocam başkaydı o zamanlar. Hatta iş yaşamını bile benimle paylaşırdı. O tarihlerde birkadın bakkala gidemezdi, bakkala! Bakmayın şimdi biraz rahatladılar. Artık bakkala, markete şoförleriyle gidebiliyorlar. O tarihlerde evden dışarı adım atamazlardı.""Usame Bin Ladin'le tanışma fırsatınız oldu mu?""Bir gün kapı çaldı. Kapıya yakındım, onun için açtım. Karşımda uzun boylu bir adam duruyordu. Kocamın evde olup olmadığını sordu. Evde dedim. Hemen arkasını döndü..." "Neden?""Çünkü kapıyı ben açmıştım. Suudi Arabistan'da hiçbir zaman kapıyı kadın açamaz. İçeri kaçması gerekir. Bu yüzden Usame arkasını döndü.""Usame Bin Ladin çok dindar mıydı?""Evet. Dinini güzel yaşardı. Suudi Arasibtan'da öyle derler. İslâm dinini fanatik biçimde, uç noktalarda veya aşırı biçimde uygulayan birisi bile olsanız sizin için 'dinini güzel yaşar' derler.""Terör hareketlerine karıştıktan ve 11 Eylül'den sonra ailesi Bin Ladin'e kızdı mı? Eleştirdiler mi?" "Hayır. Terörü lanetlediler ama Usame'yi hiç eleştirmediler.""Yani hâlâ Usame Bin Ladin'e saygı mı duyar aile?""Usame çok saygı duyulan bir adamdı. Hâlâ da öyledir. Suudi Arabistan'da din, yaşamın ta kendisidir. Dini sebeplerle dostluk bozulmaz. Ruslar'la savaşmak için Afganistan'a gittiğinde halk onu bir kahraman olarak değerlendirdi. Hâlâ da öyledir.""Peki neden eşinizden boşanmaya kalktınız?""Kızlarımın, benim çektiklerimi çekmelerini istemedim. Suudi Arabistan'da kadınların hepsi ama hepsi bir erkeğin boyunduruğu altındadır. Hiç bir özgürlüğü yoktur. Hareket bile edemez.""Ama büyük maddi imkânlar içinde yüzüyorlar.""Doğru. Ama maddi imkân insana yetmiyor. Moral ve özgürlük de gerekiyor. Erkeğin bir kaprisi, tutar ne isterse onu yapar. Dıştan Suudi Arabistan vatandaşlarına baktığınızda hepsi batılılaşmış intibaını verir ama ülkeye döner dönmez daha da katı olurlar. Kadınlar da bunu kabul ederler.""Acaba kızınız yerine oğlunuz olsaydı, durum başka mı olurdu?""Bu durumu hiç aklıma getirmedim bile. 14 yıl, kızlarımı yanıma alıp özgür yetiştirebilmek için müthiş bir savaş verdim ve kazandım. 11 Eylül'de gazeteciler, New York'taki kızımın peşine düştüler. 'Senin haberin vardı' demişler. Çok zor bir yaşam savaşı veriyoruz biz.""Acaba hiç soyadınızı değiştirmeyi düşündünüz mü?""Neden değiştirelim ki? Batı uygarlığında samimiyet ve şeffaflık vardır. Bir yalan mı yaşasın kızlarım?""Kızlarınız, Bin Ladin ailesine geri dönmek isterlerse? Ne de olsa zengin bir ortam.""Kendi bilecekleri iştir. Belki âşık olup dönerler. Karışamam. Ama benim gibi çekmesinler diye elimden geleni yapıyorum.""Bin Ladin ailesinin tüm sırlarını kitabınıza dökmüşsünüz. Bu konuda size kızdılar mı?""Mutlu olmadılar tabii. İntikam da almıyorum. Para peşinde de değilim. Tek arzum kızlarımı kurtarmak, onlara doğruları öğretmek. Sonra onların seçimleri ne olur? Bilmiyorum. Anne olarak vazifemi yapıyorum."

Devamını Oku

Asena, İbrahim Bey'i dava ediyor

20 Ağustos 2004

"Tatlıses ile bir süredir yaşadığımız anlaşmazlık neticesinde birkaç ay öncesinde iş ve beşeri ilişkilerimizi sona erdirme kararı verdim. Tekrar başlama ihtimalinin olmadığı kanaatine varınca da bana telefon yoluyla taciz ve tehditlerde bulundu. Bu tacizler, benimle iş yapmak isteyen kişilere de yöneldi. Bir televizyon programında da, 'Asena'nın küskünlüğü kabak tadı verdi. Artık gerekeni yapacağız' dedi. Çalışma özgürlüğü Tatlıses tarafından kısıtlanmış bir bayan olarak fiilen çok zor durumdayım, korkmaktayım. Tatlıses'ten şikâyetçiyim. Hakkında kamu davası açılmasını arz ederim."Şimdi İbrahim Bey'e seslenmek istiyorum. "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" derler, derler ama hukuk ve adalet karşısında bu atasözümüzün sökmediğini size hatırlatmak gereğini duyuruyorum. Tamam, Asena bu ilişkiye son vermek istemiş. Aslında vurulduğu saniyede bu ilişkiye son vermesi için yeterli sebebi vardı ama ancak şimdi, "Yeter artık" dediği belli. Bugüne kadar medyaya hiçbir açıklama yapmadığı için Asena'nın gerçek düşüncelerini bilmiyorduk. Bir ara üniversiteye girip tahsilini tamamlayacağını öğrendik. Bu yaz açtığınız Aso Bar'da çalışmadığının farkındayız. Topu, tüfeği bu kadar!Ancak sizin uluorta, her televizyon, magazin programında, gazete sayfalarında büyük üzüntü ve özlem içinde kıvrandığınızı tüm kamuoyu gördü ve duydu. Şimdi şu kalabalık ve koca dünyada Asena'nın gerçek duygularını sizin kadar anlayabilecek, takdir edebilecek bir kişi daha olduğuna inanmıyorum. Niçin? Çünkü onun bugün size yaptığını, aynı duygular içerisinde, siz yaşamınız boyunca, sayması zor adette bayana yaptığınızı düşünüyorum da ondan. Yani Asena'nın haleti nahiyesi içine, yüzlerce kere girip çıkmış bir bey değil misiniz siz? Bir kişiye âşık olunur. Tamam. Ama o aşk biter mi, bitmez mi?Korkutma hareketiŞöyle bir hafızanızı yoklayınız. İlk günlerinde alev alev olup da sonra başka çiçeklere yöneldiğinizi hiç hatırlamıyor musunuz? O iki duygu durumunuzu bir hatırlasanız. Asena'ya böyle azap çektireceğinizi sanmıyorum. Sizin başka çiçekler için terk ettiğiniz o bayanlar, size o tarihlerde, sizin şimdi Asena'ya yaşattıklarını yaşatsalardı aynı Asena gibi üzülüp, korkup, kahrolmaz mıydınız? Söylerken sözlerini unuttuğunuz son şarkınızın bazı bölümlerini duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Bu resmen tehdit ve korkutma hareketi diye algılamıştım. Haklıymışım. Asena son derece tedirgin, çalışma imkânları yok ediliyor ve mecburen adalete sığınmak zorunda kalıyor.Çetin ceviz çıktı Asena. Hem güzel, hem genç, hem yetenekli ama bu olguları çalışarak yaşama geçirmekte, sizin tehditleriniz yüzünden değerlendiremiyor. Asena'nın bir yeteneği daha var ki, bu tarafı yukarıdaki üç yönünden daha önemli. Nedir o? Asena duygularına esir olmuyor! Bir kalem çiziyor, bir sayfa çeviriyor ve bağrına taş basıp yaşamda tırmanmaya, çalışmaya, kendi gücüyle ayakta durmaya hazır vaziyete gelebiliyor.Şimdi hiçbiriniz önüme geçip, "Ama o beşeri ilişkiler ne oldu?" gibi saçma sapan sorular sormayın. Dün dündür, bugün de bugündür!! (Bu görüş de bence en çok bu duruma uymuştur!)AB üyesi olmaya savaştığımız şu garip dünyada İbrahim Bey'in yaptıkları tacize girer. Cezası hiç de hafif değildir. Bence kurtuluş, Asena'nın takip erliği yolu İbrahim Bey'in takip etmesindedir. Nedir o? Bir çizik, yeni bir sayfa ve yeni doğan güne, güzellere, çiçeklere, yeni bir açılış ve en önemlisi, "Elvada Asena! Yolun açık olsun bebeğim. Kalbini ferah tut. Benim artık seninle işim olmaz. İş yaşamında başarılar dilerim. Yeni beşeri ilişkilerin de hayırlı olsun derim" demektir.Yapamaz ise "Casablanca" filminde Humphrey Bogart'ı on kere daha izlesin derim. Belki de Türkiye'deki birçok erkek, bu filmi defalarca izlemeli. Hatta eğitim sistemimize lise çağlarında bu film dahil edilmeli. Böylelikle hukuk açısından her yiğidin yoğurt yiyişi aynı olur da taciz olaylarından hanımlarımız kurtulur.

Devamını Oku