Bugünlerde birçok yorum okuyacaksınız. Geçen hafta yaşanan düşüşün sebepleri hakkında. Kimi yorumda Çin’deki kredi genişlemesini durduran önlemlerden, kiminde Obama’nın bankalara açtığı “savaşın” yan etkilerinden dem vurulacak. Hatta yakında Yunanistan, Portekiz, Dubai derken belki de İngiltere gibi borçlu ülkelerin açmazlarından bahsedilecek... En fazla da önümüzdeki dönemde gelmesi muhtemel faiz artışlarından korkulduğu için borsaların düştüğü konuşuluyor olacak.
Muhakkak ki hepsi doğrudur. Zira bu yorumların hemen hepsi Mart 2009’dan bu yana yaşananları “normal” kabul ediyor. Az sayıdaki yorumda ise son rallinin “normal olmadığını”, sadece bedava para sayesinde gerçekleştiğini ve parayı “bol bulan” yatırım bankalarını bunu “nereye yatıracaklarını şaşırdıkları” için piyasalarda işin ifrata vardırıldığını bulabileceksiniz.
Son ralli; krizi yaratan sebepler ortadan kalktığı, benzeri bir krizin bir kez daha yaşanmaması için radikal önlemler alındığı, sistemik değişiklikler yapıldığı için mi yaşandı? Tabii ki değil! Ralli “bedava paranın” bir sonucu, daha doğrusu zaferidir.
Peki ne oldu da Ocak ayının ortasına kadar süren “bahar havası” sona erdi? Aslında hiçbiri yukarıdaki sebepler değildi. Olan biten “güneşin balçıkla sıvanamaz” olmasından başka bir şey değil. Gerçekte yapılan hiçbir şey yok. Krizleri tekerrür ettirmeyecek hiçbir önlem alınabilmiş değil. Korkulan (aslında artık hasretle beklenen) enflasyon da bir türlü gelmiyor. Halen daha deflasyon olmasa da yatay seyir devam ediyor. Asıl herkesi ilgilendiren ve de ürküten işsizlik tarafında hiç bir gelişme yok! Umutlu bir gelecek vadeden beklenti dahi oluşturulabilmiş değil.
Üstüne üstlük piyasalarda işlem yapan katılımcıların neredeyse tamamı borsaların daha da yükseleceğine inanarak piyasaya girmiş durumda. Peki onlardan malı alacak kim kaldı? “Bedava paraya” rağmen...
Olan biten, piyasaların yükselmekte zorlanacağını düşünen bazılarının “kâr cebe yakışır” diyerek piyasayı terk etmesidir. Yeni başladık, devam edecek! Dikkat ederseniz yazının başından beri söylediklerim belirli bir ülke için değil! ABD, Brezilya, Rusya ya da Türkiye... (Belki tek istisna Çin olabilir!)
Bir de “tarihin tekerrür” etmesi durumu var! 2000 yılından (ki reel anlamda [altın bazında] ABD piyasalarındaki tarihi zirvedir, Ekim 2007 değil!) bu yana Ocak aylarında zirveler görülüyor, ardından da düşüş geliyor. Son 11 yılın hemen hepsinde Ocak ayında önemli satışlar yaşanmış. Bunların 6 tanesinde 2008’deki “facia” da dahil olmak üzere, yıl kapanışları Ocak zirvelerinin gerisinde kalmış.
“Ocak sendromunun” yanı sıra teknik olarak geçtiğimiz hafta, ABD piyasalarında Mart 2009’dan bu yana yaşanan yükseliş trendi aşağı yönlü kırıldı. Üstelik sadece trend değil, hareketli ortalamalar, diğer teknik analiz indikatörleri ve özellikle de emtia piyasaları da bu kırılmayı teyit ediyor!
Bu hafta neler olabilir?
Yurtdışının belirleyicisi durumundaki ABD piyasalarının endeksleri Dow Jones’ta Cuma günkü haftalık kapanış bazında 10.275 ve S&P’de de 1.110 seviyelerinin kararlı bir şekilde aşağı kırılmasıyla Dow’da 10.050 ve S&P’de 1.070-1.080 bandının önü açılmış durumda.
Haftanın ilk günlerinde bu seviyelerin korunmasına çalışılacaktır. Bu hafta değilse bile önümüzdeki haftada bu seviyelerin aşağı kırılması ve Dow’daki ilk ana hedef olan 9.725 seviyelerine kadar bir geri çekilme yaşanabilecektir.
Euro/dolar paritesinde 1.4040 seviyesinin korunmuş olması, düşüş hareketinin hızını yavaşlatabilir. Ancak bu seviyenin altına inilerek bir sonraki ana hedef olan 1.3750-1.3810 seviyesine doğru bir hareket yaşanacak olur ise hisse senedi borsalarındaki hareket daha da hızlanabilir.
Paritedeki böylesi bir hareket sadece hisse senetlerini değil, başta petrol ve altın olmak üzere emtiaları da “vurabilir”! Böylesi bir harekette ilk aşamada ABD ham petrolü WTI’da 70.40, altında da 1.065 dolar/ons seviyelerine kadar bir düşüş yaşanabilir.
En önemli sınav 10 yıllık tahvil ihalesi
Bu haftanın Türk sermaye piyasaları açısından en önemli olayı 10 yıllık sabit faizli tahvil ihalesi olacaktır. Cuma günü gelen hızlı faiz hareketinin bir kısmı Obama’nın açıklamalarıyla ilgisi olsa da bir kısmı da piyasa katılımcılarının bu ihale için yaptığı hazırlıktan kaynaklanıyordu.
Obama’nın açıklaması; finansal kurumlar arasındaki akışkanlığı, bunun da beraberinde bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülke piyasalarına giren fonları azaltacağı endişesini uyandırdı. Gelişmekte olan ülke piyasalarına giren fonlarda kısa süreli de olsa (nasılsa ABD’li bankalar da konulacak kuralın arkasından dolaşacak bir yolu 3-5 ayda -belki de haftada- bulacaklardır) bir “kesinti olması bizim piyasalarımızı fazlasıyla bozabilir endişesi varlık fiyatlarını geriletti.
Bu hafta yapılacak 10 yıllık tahvil ihalesiyle gelecek için önemli olan, neredeyse 25 yıla yaklaşan modern piyasalar tarihinde bir ilke şahit olacağız. Umarım satış başarılı olur!
İMKB’ye gelince... Önce geçen hafta Pazartesi günkü tahmin yazısından bir alıntı: ”...Böylesi bir hareketin bize yansıması durumunda ise İMKB 100’un 51.500 seviyelerine kadar geri çekildiğini görebiliriz.
IMF anlaşmasına(!) rağmen böyle bir hareketin yaşanması kafaları daha da karıştıracaktır!
Gün bitti, hafta bitti, hatta 30 Aralık’tan bu yana üç hafta bitti. Ortada ne anlaşma, ne heyet var. Ve piyasalar IMF anlaşmasına rağmen düşüyor. Artık IMF’nin pozitif bir önemi kalmadı! Bundan böyle sadece “yapmayacağız” denmesinin negatif etkisi olacaktır.
İMKB 100’de 53.250’nin aşağı kırılmasıyla 51.650-51.850 bandına doğru ilk hareketi göreceğiz. Ola ki hafta boyunca, geride bıraktığımız 55.097 ile 54.654 arasındaki boşluğu dolduracak bir yükseliş olur ise bu hareketin hisse senedi bulunduranlar için pozisyon azaltmasında da fayda var!
Kurlarda paritedeki hareketler belirleyici olacak! Dolar/TL’de 1.4935-75 bandının korunması mümkün. Stresin arttığı anlarda 1.5110-50 bandına doğru hareketler yaşansa da euro/dolar da 1.40’ın altına inilmemişse dolar/TL’deki yükselişlerin kalıcı olması mümkün görünmüyor.