Son IMF programından bu yana piyasaların önünü görebileceği, hedefleri ve kaynakları net olarak açıklanmış bir program yok ortalıkta. Halbuki hem finans hem de reel sektörün kriterlerini bildiği, başarısını ya da başarısızlığını ölçebildiği bir program olmalıydı önlerinde.
Küresel krizin geldiğini gör(e)meğinden ya da Mart’taki yerel seçimler öncesi “cendereye” girmek istemediğinden dolayı hükümet, kendini bağlayacak bir “programı” gündeme getirmedi. Hükümet ne kendi programını hazırladı ne de IMF ile yeni program yaptı.
Kriz kapıya dayanınca Ukrayna, İzlanda ardından Macaristan dağıldı. IMF önünde kuyruğa girdiler! Biz ise “krizin bizi teğet geçmesini” ummakla, “hamdolsunla” krize hazırlık yaptık. Şu ana kadar bir işe yaramadığı görülüyor. Her ne kadar bizden daha fazla etkilenen, daha sert dalgalara maruz kalan ülkeler olsa da bizim aldığımız hasar hiç de yabana atılır gibi değil.
Üstelik, şimdiye kadar aldığımız darbeler herşeyin bittiği anlamına da gelmiyor. Zira küresel krizde tam anlamıyla “dip görüldü” demek için henüz daha erken. Finansal kesimde yaşananların, reel sektöre etkileri önümüzdeki aylarda daha fazla hissedilecek. Bu sadece gelişmiş ülkeler için değil, bizim de dahil olduğumuz gelişmekte olan piyasalar (GOP) için de geçerli.
Bundan endişe eden reel sektör olumsuz etkileri azaltabilmek adına IMF ile bir anlaşma yapılması önerisini dile getirdi. Başbakanımız bu öneriyi “sizin talimatınızla mı IMF ile görüşeceğiz” diyerek bir anlamda reddetti. Diğer yandan da “ümüğümüzü sıkacaklarsa yapmayız” şeklindeki bir yarı sert bir çıkışla da aslında kapıyı kapatmadı. Hafta sonu AKP ilçe kongresinde yaptığı konuşma aslında “şartlar uygun olursa” IMF ile anlaşma yapabilir diye de tercüme edilebilir!
“Sert” çıkışlar bir anlamda yerel seçimler arifesinde Saadet Partisi Kongresi’nden gelen, “IMF gömleği giydiler” eleştirisine de bir cevap niteliğindeydi.
Herşey bir yana ama IMF ile, ama IMF olmaksızın piyasalarda “ses getirebilecek” bir programın yokluğu, Türk ekonomisinin krize “gardı düşük” yakalanmasına neden olmuştur. Daha önceden gerekli adımlar atılmış olsaydı, maliyet çok daha ucuz olabilecekti. Hatta IMF ile bundan sonra yapılacak anlaşmaların şartları bile Başbakan’ın endişe ettiği “ümük sıkacak” aşamalara bile gelebilir.
Başbakan’ın krizin maliyetini arttırabilecek bir başka açılımı da mevduat garantisi konusunda oldu. Bugün bulunduğumuz noktada mevduata yüzde 100 güvence verilmesi gerekmiyor olabilir. Evet, bankacılık sistemimiz 2001’e oranla çok daha güvenli.
Mevduat güvencesi, gereksiz faiz yarışı benzeri istismarlara yol açabileceğinden dolayı ben de mevuata tam güvence verilmesine karşı olan taraftayım. Ancak Başbakan’ın bu konuda “son sözü” söylemiş olması nedeniyle bu “enstrümanın” gerektiğinde kriz yönetimi için kullanılaması artık zor hale gelmiştir.
Zira bu noktadan sonra, bir kriz olması durumunda mevduat güvencesine başvurulması hayli zor. Sırf Başbakan dedi diye, mevduata güvence aşamasına gelinmemesi için ne gerekiyorsa yapılacak. Hatta maliyeti çok daha yüksek olsa bile!
Neden bu tarz krizlerde yeterince tecrübesi olmayan politikacılar sert demeçler vererek muhtemel hareket alanlarını daraltır?
Ya da bu konuda tecrübeli olan bürokratlar neden gerekli bilgileri zamanında vermezler, veriyorlarsa (ki bence büyük ihtimalle böyledir) neden politikacılar onları can kulağıyla dinlemezler?
İlla biz halk olarak her yeni polikacının “kriz eğitim masrafına” katlanmak zorunda mıyız?
Gereksiz kriz maliyetleri!
Haberin Devamı