Tam 40 yıl sonra çocukluğumun geçtiği, ilkokulu bitirip, ortaokul 1’inci sınıftan sonra astsubay olan babamın Ulukışla’ya tayin olmasıyla ayrıldığım Lüleburgaz’a gittim. Çok sevdiğim ilkokul öğretmenim Nedim Orcan ve 10 kadar ilkokul arkadaşımla buluştum. Mezun olduğum General Ferhat Akat İlkokulu’nu ve çocukluğumun geçtiği mahalleyi ziyaret ettim.
İlkokulda okuduğum sırada bizim oturduğumuz sokak şehrin en dışındaki sokaktan bir sokak önceydi. Tek katlı evlerden oluşan sokağımızın başında bulunan ve bana o zamanlar gökdelen gibi gelen (o zamanlar çok kısa olduğumdan da olabilir) iki katlı ilkokulum gözüme bir anda köy ilkokulu gibi göründü. Bu haliyle yine de çok sevimliydi.
Çok şaşırttı beni
Okulun arka bahçesinden hemen sonra gündöndü (Kapçık ağızlıların ayçiçeği, İzmirliler’in çiğdemi) tarlaları başlardı. Neredeyse sadece tarlalara ve köylere giden traktörlerin geçtiği yollardan şimdi dolmuşlar geçiyor. Yaz tatillerinde tüm küçük kasaba çocukları gibi benim de Kuran kursuna gidip, müezzinlik yaptığım caminin karşısındaki Hafız Bakkal’ın halen daha duruyor olması çok şaşırttı.
Ama beni en çok şaşırtan 6 yıl yaşadığımız ev oldu. Önünde 4 tane ıhlamur ağacının olduğu, bahçesinde benim tavşan, annemin hindi beslediği ev gözüme o kadar küçük göründü ki; onca eşyayı, dört kişiyi ve koskoca bir hayatı o zamanlar o eve nasıl sığdırmışız, şaştım kaldım.
Sadece o mu, ilkokul arkadaşlarım da ayrı bir şaşkınlık konusuydu benim için. Düşünsenize daha çift haneli yaşlara gelmemiş bir zamanda tanıdığınız arkadaşlarınızla 40 yıl sonra bir araya geliyorsunuz. Herkesin çok ama çok farklı hayatları olmuş. Nedim hocam 35-40 kişi olduğumuzu hatırlıyor. On kadarımız bir araya geldik, ben hariç diğerleri kız arkadaşlarımdı. (Nedim hocamı saymazsak, şanslıydım.) Çok azımız Lüleburgaz’da kalmış birçoğumuz şu veya bu sebeple diğer şehirlerde yaşamlarımızı sürdürüyoruz.
Birbirimizi ortak anılarımızla hatırladık...
Ne garipmiş... Hepimizin aklında isimlerimiz belki, cisimlerimiz hayli değişmiş ama o ilkokul anılarımız hep aynı kalmış. Derinlerden onları bulup çıkardık. Herkes bir anısını anlatıyor, birisi bir ucundan tutuyor, diğeri onu bambaşka bir anıya götürüyor. Beden dersinde bir yarışmayı kaybedip, bahçedeki ağacın altında ağladığımı, gelip beni teselli ettiğini hatırlayan sevgili ilk öğretmenim, o zamandan başarılı olma konusundaki hırsımı hatırlattı.
İyi ki varsınız...
Benim kızım daha 11 yaşındayken aramızdan bazılarının kayınvalide, hatta babaanne olması ilkokul anılarını tazeleyen benim için çarpıcı oldu. Bu aralar eğitime takmış durumdayım. Hem Nedim hocamdan, hem de öğretmen olmuş sınıf arkadaşım Ahter Kirişçiler’den öğretmenlerin yaşadıklarını dinleyince, bu konuda ne kadar çok yol kat etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırladım. Her ikisinin de gecikmiş olsa da öğretmenler gününü kutluyorum. İyi ki varsınız, yoksa bizler nasıl bu zamanlara gelirdik...
Bu arada 40 yıl sonra bir araya gelmemiz için çabalayan sevgili okul, mahalle arkadaşım Sevda Atalay’ı da çabaları için kutluyorum. Resim yapıyormuş, Nahide ve Ayça da öyle. Neyse sadece benim gibi kuru kuruya paradan, maddi şeylerden bahseden birileri çıkmamış aramızdan. Sağolasın ellerinden öpülesi Nedim Orcan öğretmenim ve tüm öğretmenlerim, öğretmenler... Hepinize çok şey borçluyuz!
( Öğretmenlerin dayak yediği günlerde, gecikmiş bir öğretmenler günü yazısı...)