Av yasağı 1 Eylül tarihinde kalkıyor. Balıkçılar bu işe sevinse de zamanından önce avlanan balıkların nesli tükeniyor.
Perşembe günü Marmara’da balık avlanma yasağı sona eriyor. Balıkçılar teknelerinin hazırlıklarını tamamladılar, kıyasıya avlanma başlıyor. Türkiye’nin gündemi karanlık, kasvetli, ürkütücü haberlerle öylesine dopdolu ki, Marmara’nın balıkları neredeyse kimsenin umurunda değil. Balıksever tüketiciler örgütlü değil, her gün sayıları azalan ve sofralarından biraz daha uzaklaşan Boğaz ve Marmara balıklarının yok olmalarını önleyecek güçleri yok. Buna karşılık balıkçılar örgütlü. Güçlü lobileri var. Avlanma sezonu açılmadan önce yaptıkları temaslar sonuçta onların yüzünü güldürmüşe benziyor. Oysa 2012 yılında başta lüfer olmak üzere hızla soyları tükenmekte olan Marmara balıklarının kurtarılması konusunda tüketicilerin sesi daha gür çıkıyordu. O günlerde boyları 14 santime varan yavrular bile serbestçe avlanıyor, yumurtlayabilmesi için 25 santime kadar büyümesi gerektiğinden, balıkçıların ağlarından kendini kurtarıp kıyıda köşede saklananlar dışında pek azı bu boya ulaşıp soyunu sürdürebiliyordu.
Avlanma boyu 20'den 18 cm'e düştü
Sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde sürdürülen kampanya oldukça başarılı oldu ve bir tebliğ ile lüferin avlanma boyu 14’ten 20’ye çıkarıldı; çinekoplar kendilerini kurtaracak ama sarıkanatlar hala serbestçe satılabilecekti. Kampanya avlanma mevsiminde de devam etti. Yavru balık satan yerler için oluşturulan ‘Alo 174 Hattı’ iyi çalıştı, gelen ihbarlar değerlendirildi, epey ceza yazıldı. Bu yıl 13 Ağustos günü yayınlanan yeni tebliğ lüferlerin yok oluşunu daha da hızlandıracak gibi. Çünkü yasal lüfer boyu 20 santimden tekrar 18 santime düşürüldü. Bu tebliğ ile daha önce yasak olan Marmara’da gece ışıkla avlanma 50 metreden derin sularda ve bazı kurallara uyulmak suretiyle 15 Eylül - 1 Ekim tarihleri arasında serbest bırakıldı. Bu kara avcılığında ışık tutarak kuşları tuzağa düşürmek gibi bir uygulama. Bu yöntemde bölgedeki balıklar 8 bin Watt gücünde projektörlerle kandırılıp gırgır ağına toplanıyor. Balıklar açısından çok vahim bu kararın alınmasında, 1999’a kadar 9 bin olan ruhsatlı balıkçı sayısının bugün 150 binin üzerine çıkmasının da payı var. Devlet balıkçıların sorunlarını bir geçiş süreci içinde çözmeye, onların sayılarını azaltmaya çalışıyor.
Balıklara kaçacak delik bile kalmadı
Balıkların bir başka amansız düşmanı da radar ve benzeri cihazlar. Önce Japonlarla yapılan anlaşma gereği Marmara’da orkinos yakalamak üzere verilen teknoloji ruhsatları 90’ların sonunda giderek yaygınlaştı ve bütün teknelerde kullanılmaya başlandı. Başka deyişle artık balığın kaçacak deliği kalmadı, cihazlar onu her kovukta bulabiliyor. Bu da yetmemiş olmalı ki, 15 günlüğüne bile olsa ışıkla avlanma ikramiyesi Marmara’ya ağ seren balıkçılara armağan edildi. Aslında doğa Marmara balıklarına her türlü olanağı sunmuştu. Karadeniz’e akan büyük nehirler sayesinde çok az tuzlu sularda yetişen balıkların lezzetini başka sularda yaşayan hemcinslerinde bulmak mümkün değil. Bu sayede Marmara ve Karadeniz balıklarının sadece ızgarada pişirilmeleri yeterli olur; erbabı üzerlerine limon sıkmayı bile zül sayar. İstanbul, 1970 yılında 2 milyon kişiyi barındırırken, birkaç ili kapsamına alacak kadar büyüdüğünden, bugün 15-20 milyon nüfuslu bir dev metropole dönüştü. Bu büyük nüfus patlaması sonucu kentin gerçek hemşerilerinin oranı yok denecek kadar aza indirgendi. Balıklarımızın akıbetine böylesine kayıtsız kalınmasının, kimsenin sahip çıkmamasının bir nedeni de bölgede hemşehrilik bilincinin yitirilmesi.
Büyük değil küçük balık tercih ediliyor
İçim sızlayarak gözlemliyorum; lüfer zor bulunması ve çok pahalı olmasının yanı sıra, içkili balık lokantalarında sofrayı donatan mezelerden tıka basa doyan midelere fazla büyük geldiği için, müşteriler mezelerin bir parçası olarak çinekopla, olsa olsa onun biraz irisi sarıkanat ile yetiniyor. 2012’den beri birkaç balık lokantası önce yavru balık pişirmeme konusunda kararlı davranmıştı; ama “benden sonra tufan” zihniyetiyle hareket eden tüketicinin baskısıyla bu tutumunu fazla sürdüremedi. Bugün balık lokantalarında lüfer değil, minik çinekoplar tercih ediliyor. Biliyorsunuz; UNESCO, Somut Olmayan Kültür Mirasını koruma altına alıyor. Nitekim Türk Kahvesi Kültürü 2013’de dünya kültür mirası olarak tescil ve ilan edildi. Marmara balıkları ile onların çevresinde binlerce yılda oluşan benzersiz gelenek ve yaşam biçimi de kültür mirası kapsamına alınmaya layık. Bu gerçekleştirilirse, belki Marmara balıklarına birileri sahip çıkar, torunlarımız balıklarımızı sadece mutfak tarihi kitaplarından okuyup öğrenmek zorunda kalmazlar.